06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

John Fowles’un romanı Daniel Martin John Fowles’un anlatı kurma ve hikâye etme becerisinin belki de en güzel örneği olan Daniel Martin yazarın kariyerinin en önemli romanlarından birisi. Otobiyografik özellikler taşıyan bu ilk ve tek romanında Fowles, anılar eşliğinde geçmişin izini süren Daniel’in hikâyesini anlatıyor. ? Serap ÇAKIR ngiltere’nin güneyinde, küçük bir liman kasabası, Lyme Regis. Burada ömrünün sonuna kadar kendini adeta inzivaya çeken bir yazar yaşıyor. Adam, ne gazetelere demeç vermekten ne de gazetecilerle konuşmaktan hoşlanıyor. Niyeti yalnızca yazmak. Bu tablonun size oldukça tanıdık geldiğini tahmin ediyorum. Kendini sosyal yaşamdan izole etmiş pek çok yazarı bir çırpıda sayabilirsiniz bana. Belki de üretmenin yegâne ilacı yalnızlaşmaktan geçiyor bir yazar için. Yalnızlaştıkça yarattığı karakterler çoğalıyor kim bilir. Usta yazar John Fowles 2005’te, ölene kadar Lyme Regis’te yaşadı. 1977’te yayımlanan eseri Daniel Martin’i de bu küçük kasabada kaleme aldı. Tıpkı J. D Sallinger gibi o da şöhreti bir zırvalık olarak gördü ve buna kapılan yazarları daima küçümsedi. Kendi dünyasında, kendi yarattığı karakterlerle yaşamak istedi. KESİNLEŞMEMİŞ SONLAR 1926 Essex doğumlu yazar, yirminci yüzyılın en usta kalemlerinden biri sayılıyor. Gerilim ve Viktoryen romanları, ortaçağ öyküsü ve otobiyografi gibi geleneksel düzyazı biçimlerine taklalar attırmış, adeta bu yazı biçimlerinin üzerinde deneyler yapmıştır. Yirminci yüzyıl sanatını ve toplumunu usta bir dille yorumlayan Fowles, çelişkili durumların ve tereddüt anlarının usta bir yaratıcısı. Eserlerinin içeriği, efsaneler, mitler, şiirler, mitoloji, sanat ve tarihten beslenir. Anıştırma ve betimleme tekniklerine sıkça başvurur. Karakterleri, okuyucu üzerinde gerçekçiliğin çok ötesinde izler bırakır. Dramatik gerilim sahneleri yaratmaktan ve karakterleri bu sahnelerin içinde kıvrandırmaktan kaçınmaz. Yarattığı kadın kahramanlar, fevri, dışa dönük, güçlü ve zekidir. Erkek kahramanlar ise hayatı sürekli sorgulayan, çelişkileri bol, sürekli sorular sorup cevaplarını arayan kişiliklerden oluşur. Genellikle cevabı tıpkı karakterlerine yaptığı gibi okuyucuya bırakır Fowles. Çok katmanlı anlatılar romanda okuyucuyu yormadan ilerler, karakterler kadar öyküleri de oldukça inandırıcı. Ancak okuyucuyu roman sonlarında karakterler kadar muğlak bırakır. Kesinleşmiş sonları sevenler için, Fowles okumaları derin bir kızgınlık yaratır. Ancak hayatın hangi sonu kesin bir çizgiyle belirlenebiliyor ki? Toplum kurallarının dışında yaşanan her olayın çelişkisini kahramanlarına yansıtan Fowles, tıpkı gerçek toplumlarda olması gerektiği gibi kahramanlarının da özgür iradeleriyle kararlar vermesi gerektiğine inanır. Toplumsal uyumu reddeder. Bu kanısını okuyucunun gözüne sokmadan, o romanın içinde neredeyse yokmuşçasına yapar. Dilimize çevrilmeyi uzun zamandır bekleyen tek kitabı kalmıştı yazarın, o da Daniel Martin. Nuray Yılmaz’ın özverili bir çalışmasıyla öyle az uz bir işe imza atmamış. Yedi yüz sayfayı bulan eserin çevirisiyle Fowles severlerin kitaplığının son eseri de tamamlanmış oldu. Daniel Martin’le belki ilk kez karşılaşacaksınız ancak yazarın diğer kitaplarını çok iyi bildiğinizi düşünüyorum, en azından sinemaya da uyarlanan eserlerini. Yine de kısa bir Fowles kitaplığı özeti geçmekte fayda var. Bir kelebek koleksiyoncusuyla, kaçırıp zindana kapattığı bir resim öğrencisi arasındaki mecburi ilişkinin anlatıldığı, hem psikolojik hem de bir gerilim öyküsü olan, en bilindik eserlerinden biri Koleksiyoncu. Kendisini İngiliz ve dünya edebiyatında zirveye taşıdığı düşünülen kitabı Fransız Teğmenin Karısı. Mitolojik öğeler ve bol bol Shakespeare göndermeleriyle dolu, toplumsal davranış kalıplarını reddeden Büyücü. Yazarla esin perisi arasındaki çapraşık ama aynı zamanda şiddet ve sevecenlik dolu ilişkiyi anlattığı Mantissa ve paradokslarla dolu, yine bir gerilim romanı olan Yaratık. Son olarak okuyucuyu bilinmez zamanların içine salıp bıraktığı yazarın deneme yazılarından oluşan Zaman Tüneli. Daniel Martin de ise orta yaşın hükmettiği, oyun yazarı Dan’in hikâyesiyle karşılaşıyoruz. Fowles’un otobiyografisine en yakın roman olarak görülen eser, Dan’in geçmiş ve şimdiki zaman ilişkilerini harmanlayıp, gözden geçirmesi üzerine kurulu. Gidip gelip, romanda bahsedilen şu cümleye çarpıyor kafamız: “Geriye kalan her şey ıssızlıktan ibarettir.” Neden acaba? Henüz yir İ mili yaşların hüküm sürdüğü zamanlarda Dan, Jane, Nell ve Anthony iyi birer arkadaş, öğrenci ve en önemlisi de çok gençtirler. JaneNell kız kardeşlerin küçüğü Nell, Dan’e âşıktır, Jane’ninse Anthony’yle bir ilişkisi vardır. Jane ve Dan arasında karmaşık bir ilişki yaşanmaya başlandığında, hem yaralayan hem de var olan kişiliklerini öldürmeye başlayan bir süreç gelişir. Rol yaptıkça gelişen, yalan söyledikçe derinleşen bir yara olur sırları. Sonunda Jane ve Anthony, Dan ile de Nell evlenir, ama o yara ve hesaplaşma asla kapanmaz. Yaşamının ortalarında Dan’la, birlikte olduğu sevgilisi aktrist Jenny arasında şöyle bir diyalog geçer: “Vicdanımda çok fazla ölü balık var.” “Ne demek o?” “Yaşayan bir balık yaratmak için lanet olası şeylerden bir sürü ayıkladım.” Aslında ayıklama, geçmişle hesaplaşma işi Jane’den Anthony’nin ölüm döşeğinde olduğunu öğrendiğinde ve onu son kez görmek istediği haberini aldığında başlar. Dan İngiltere’den gelen bu telefonla, İngiltere’ye döner ve büyük bir hayat muhasebesinin içinde bulur kendini. ölür, su bulanır, ruh tereddüt eder/ ve rüzgar unutur, hep unutur/ ama alev aynı kalır.” Daniel Martin’in ilk sayfasında ilk olarak bu cümleler dikkatimizi çeker. Fowles’un kısmen otobiyografik bir eser kaleme aldığını düşünecek olursak zihnin ona geçmiş ve hatta şimdiki zamanda bile anılarına dair bazı oyunlar oynadığını söyleyebiliriz. Yalnızca hatırladığı ve belki de hatırlamak istediği gibi hatıralar yaratıyor zihinlerimizde çünkü. Aynı zamanda hiçbir okuyucu yazarın birebir anılarını kaleme almayacağını da tahmin edecektir. Değiştirilip, yoğrularak karşımızda duruyor hikâye. Çünkü unutuluş, zihin ne kadar zorlarsa zorlasın bir süre sonra anılara dair iki saniyelik bir görüntüye bile hâkim olabiliyor. Urs Widmer, anıların unutuluşu ve yıllar sonra hafızada tekrar yorumlanışını çok iyi aktarır mesela Babamın Kitabı adlı eserinde. Ağabeysiyle başlarından geçen bir çocukluk anıları, seneler sonra ikisinde de bambaşka bir öyküye dönüşmüştür. Ancak her ikisi de hafızalarında kalana inanır. Muhtemelen ağabeykardeş her ikisinde de unutuluş gerçekleşmiş, ama “alev” aynı kalmıştır. Yazar bizi kurguya dahil ederken ki insan zihnini de bir evren olarak nitelendirdiğini unutmadan onun bu devasa boyutlu yerde kahramanını zorladığını, çelişkide bıraktığını ve somut gerçekliklerden, çok hissetme ve sezgisel algıda yoğunlaştırdığını söylememiz gerekiyor. Anılar elbette önemli ancak asıl mesele “alev” oluyor. DİYALOGLAR VE MEKÂNLAR Yalnızca içerik değil, Daniel Martin’de diyaloglar da ayrıca ele alınması gereken konulardan bir tanesi. Diyalog devam ediyor, keyifle okuyorsunuz, bir son cümle ediliyor, karşı taraf susuyor, siz de susuyorsunuz, kalıveriyorsunuz. Siz de karşıdaki muhatap kadar cevap bulamıyorsunuz söylenenlere. Bu da Fowles’un diyalogları oluştururken ne kadar özgür ve gerçekçi düşündüğünün önemli bir kanıtı gibi duruyor. Jane ve Dan arasında yaşanan yasak aşkla ilgili aralarında şöyle bir diyalog gelişiyor örneğin: “Bu olmamış gibi davranamayız.” “Davranmalıyız” “Ama bu çok büyük bir yalan. Öylesine…” “Tırnak içinde.” Dan susup kalır, biz de kalırız. Olay yaşanmıştır ama Jane için tırnak içinde kalabilecek kadar kolaydır bir yalanı yaşamak en azından iddiası bu yöndedir. Dan susar, biz de susarız. Yalın bir dille tasvir edilen mekânlar da romanın içinde pamuk gibi duruyor. Hiç sıkılmadan, o ağaca, o nehre dokunmak isteği uyandırıyor insanda. İngiltere’de bir ekin tarlasının yakınlarında çocukluğuna götürüyor bizi Fowles: “Batıya yönelen güneşte kayın yaprakları yarısaydam. Bir kumru ötüyor, yukarıya yakın bir yerlerde bir sıvacı kuşu ıslık çalıyor. Çocuk sırtını kayının gövdesine yaslayıp oturuyor, aşağı tarladaki yeşilliğe bakıyor. Geçmiş ve gelecek yok, zamandan arınmış, varoluşa gebe bugünü biriktiriyor.” ? Daniel Martin/ John Fowles/ Çeviren: Nuray Yılmaz/ Ayrıntı Yayınları/ 720 s. HAZİRAN 2012 SAYFA 6 ? ANTİK YUNAN VE ROMA ÇAĞRIŞIMLARI Bir solukta okunacak bir kitaptan çok, sindire sindire okunacak, yapı ve kurguya sahip Daniel Martin. Geçmiş, daha sert, daha hoyrat sahneler içeriyor, yazar belli ki bu hesaplaşmalarda karaktere epey sert davranmış. Şimdiki zamanda daha dingin bir Dan’le karşılaşıyoruz ama iç muhasebesi bitmemiş elbette. Fowles’un hemen her romanına hâkim olan belirsizlikler ki bunu bilinçli yaptığı aşikâr, var oluşu sorgulayan karakterler, güçlü kadınlar ve çelişkide adamlar bu romana da hâkim olmuş. Aynı zamanda Fowles’ın çok sevdiği Shakespeare göndermeleri bu romanda da var. “Then we’d jump life to come” “Böylece bizi bekleyen hayata atlarız.” Aynı zamanda yazar, Antik Yunan ve Roma dönemi çağrışımları ve Aristotales’ten izlekler de 1926 Essex doğumlu John Fowles, yirminci yüzyılın en ussunuyor okuyucuya: “Beden ta kalemlerinden biri sayılıyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1167 28 ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle