Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ertürk Akşun’dan ‘Ateş, Güneş ve Ada’ ‘Yaşadım; sonunda dökmeye başladım’ Ertürk Akşun kitabın mutfağında yer alıyordu, şimdilerdeyse mutfaktan çıkıp okurun karşısına geçti, Ateş, Güneş ve Ada adlı ilk kitabıyla. On yedisinden yirmi ikisine kadar genç bir erkeğin hayatının kesitlerini yazdı. Kesitlerde kadınlar, aşk ve sevgi ikilemi, aile, erkeklik, haz gibi can acıtıcı ve keyif veren edimler var. Akşun, bir hikâye temelinde, bolca aforizmayla çevrili bir anlatı kaleme almış. İlk kitabını yayımlayan Akşun’la söyleştik. ? Erdem ÖZTOP izi yayıncılık dünyası Destek Yayınları Genel Yayın Yönetmeni olarak tanıyor. Orası ayrı. Şimdi okur karşısına çıkıyorsunuz! Sözü hemen size bırakayım, yazar Ertürk Akşun nasıl yazmaya başladı? Elbette 17 yaşımdan bu yana bir şekilde yazıyordum. Şiirle başlamıştık. 25 yaşlarına geldiğimde vazgeçtim. Nâzım Hikmet, Cemal Süreya ve Turgut Uyar kadar şiir yazamayacaksam bana ihtiyaç yok dedim kendi kendime. Bir insanın kaç şairi olur ki, kaç şiiri olur benim dediği. Okumak daha keyifli geldi. Ben her şeyden önce iyi bir okuyucuyum. Bu durumu seviyorum da. Hayatım hep kitaplar içinde, kitapların dünyasında geçti. Yirmi kusur yıldır kitapçılık yapıyorum. Bu arada yayınevi sahipliği de yaptım, dergi de çıkardım, duvar diplerinde sergicilik de yaptım, kitap tezgâhlarında da çalıştım, mağaza müdürlüğü de yaptım. Son zamanlarda da genel yayın yönetmenliği yapıyorum. Kitapla uğraşmayı seviyorum. Her şekliyle. Yaşım kırkı geçince başka bir şey daha yapmalıyım dedim. Kırklı yaşlarından sonra bir Türk erkeği ne yapabilir ki? Kitap yazayım dedim. Aslında bu kadar basit. 25 yılın okuma birikimi. Bir yere akmak zorundaydı. Önce kendi dilimin yatkın olduğu bir tarz bulmaya çalıştım. Bir de çok samimi olmasını istiyordum; bir şeyler aktarmak, anlatmak… “EN ÇOK KENDİM İÇİN YAZDIM” Nelerle beslendiniz bu aşamaya gelene kadar? Aslında bu benim için zor soru. Biraz önce de söylediğim gibi ben okumayı seviyorum. Türk edebiyatını örneğin, çok iyi eserler var. Dünya edebiyatı, tarih, antropolojı, son zamanlarda biyoloji, İttihat ve Terakki dönemi. Her dönem bir okuma alanım olmuştur. Kitabın başında da o yüzden belirtme ihtiyacı duydum. “İçindeki tüm bilgiler benden önce vardılar, hepsini aldım, kullandım, ortak oldum, son olarak siz okuyucuları da bu ortaklığa katmak için yayımlıyorum. Aramızda bir ortaklık kurulursa büyük bir iş yapmış olacağım. Bu kitaba o yüzden beSAYFA 14 ? 28 HAZİRAN S nim diyemiyorum, çünkü hepimizin. Dünyanın en güzel şeyi ortaklıktır, ortaklık zenginlik demektir.” Ama bu kitabın serüveninde en çok iki kitap etkili oldu diyebilirim. O kitaplardaki iki kahraman ya da antikahraman. Albert Camus’nün Düşüş kitabı. Bir de Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul’undaki Adnan karekteri. Bu iki karekter de toplum içinde düzgün, iyi eğitim almış, iyi bir işi olan, iyi birer insandır. Ama iç dünyalarında bu iki erkek karekterinin de başka şeyler olduğunu görürüz. Genç erkeklerin iç dünyalarını, algılarını, soruları, hislerini, çaplarını, çapsızlıklarını, hatalarını, yarımlıklarını gün yüzüne çıkarmak istedim. Bir nevi antikahraman ama aslında tüm o yaş erkeklerini temsil eden bir kişilik. Bence biraz zaman kaybı yaşadınız, yazar olarak karışımıza çıkmakta, katılır mısınız? Yok, katılmıyorum. Kimin acelesi var ki. Ben yazmasam kimsenin bir yeri eksik kalmazdı sanırım. Ben en çok kendim için yazdım. Bunu yazarken de birilerine bir şey verebiliyorsam yeterlidir. Yazmasam ölecektim diye de bir durumum da yoktu. Yani ölmezdim sanırım. İnsanın birçok ifade şekli vardır. Bu sadece bir tanesiydi. Bir de bunu deneyelim dedim. Bu konuda Panait İstrati’yi örnek aldım. Yaşadım yaşadım, sonunda dökmeye başladım. Belki de artık yaşayamadığım için, sözümü akıtacak mecralar kalmadığı için yazdım…. Ama yine de kitabın mutfağında olmak etkili olmuştur… Dediğim gibi gecikme yok. Bence tam zamanı… Çocuk yapmak gibi. Bence çocuk da geç yapılmalı. Dede kıvamında baba olunmalı. Dede kıvamında baba ne demektir; dede dünyayla alacağını almış vereceğini halletmiş kişidir. O yüzden torununu sadece sever. Torunu üzerinde hiçbir tasarısı yoktur sevmekten başka. Bu yaşta yazmak da öyle. Gerçekten yazmak için yazdım. Gerisi de umurumda değil. “GENÇ ERKEKLERİN İÇSEL DÜNYASINI YANSITMAK İSTEDİM” Yazdıklarınızı kitaplaştırma fikri nasıl ortaya çıktı? Aslında önce küçük küçük sözler, 2012 aforizmalar olacaktı kitapta. Ama bir hikâye olmazsa sözlerimin yeterli yerlere gitmeyeceğini düşündüm. O yüzden geri dönüp tüm aforizmaları, küçük küçük denemeleri bir hikâyeye yedirdim. Şiirlerimi de aralara serpiştirdim. Ama sonuç olarak baktığımızda ben bu kitap için yıllardır hazırlandığımı gördüm. Bilinçaltımız bizi hep bir şeylere hazırlıyor. Hiçbir olay tesadüf değil. Sosyal medyayı aktif olarak kullanıyorsunuz ve takipçi kitleniz bir hayli fazla! Kitaplaştırma etkilerinden biri de, takipçi okurların etkisi olabilir mi? Aslında fazla bilmek bazen tehlikeli oluyor. Bazen cahil cesareti lazım insana. Sosyal medyada yazdıklarımı takip edenler çoğalınca, neden olmasın dedim, doğru. Yazdıklarımın bir yerlere ulaştığını gördüm. Yazdıklarımın birilerinin hayatında küçük de olsa değişiklik yapacağını anladım… Ateş, Güneş ve Ada kitabınızın adı. Okura takdim anlamında, neler yazdınız ve anlattınız okurlarınıza? Biraz sözü size bırakmak niyetindeyim. Aslında söyleyecek o kadar çok şey birikmiş ki. Yazarken yazdıklarım hep fazla geldi. En zor kısmı kısaltmak oldu. Kadınların içsel dünyası birçok kez birileri tarafından anlatıldı. Sanırım kadınlar bu konuda daha cesur. Erkekler pek konuşmayı sevmiyor, sır vermeyi seviyor. Kadınlar anlatmayı severler. Böyle söyleyince kitabın içinde bir bölüm var, anmadan geçemeyeceğim: “Kadınlar konuşarak, erkekler sevişerek boşalır, ama bu iki durumda faydalıdır…” Biraz erkeklerin, özellikle genç erkeklerin içsel dünyasını yansıtmak istedim. Bunu yaparken cesur olmaya çalıştım. Sadece bir olay, bir hikâye değil, ne düşünürler aile hakkında, ahlak hakkında, aşk hakkında, sevgi hakkında, mutluluk nedir, haz nedir? Çok fazla var bunlar. Hem bir olay, hem de sürekli sorgulama. Önemli konulardan birisi de şuydu, kitabın içinden bir alıntı yapmama izin verin: “Erkelerin ömürlerinin büyük kısmı erkek olmaya çabalamakla geçer.” Bizim erkek olmamız bitmiyor maalesef. Bu bizi çok yıpratıyor. İşte ancak 40’lı yaşlarda bundan artık vazgeçiyo ruz, neyse ne diyoruz. Dede kıvamında baba oluyoruz işte. Kitabınızın adının metoforik izleklerine doğru gidersek neler söylemek istersiniz? Kitabın kapağında kullanılan “İnsan bilmediği cenneti değil, bildiği cehennemi yaşamaya meyillidir!” sözü anlatıyor her şeyi aslında. Tüm insanlık, özellikle de son zamanlarda, insanoğlu öyle korkak bir hal aldı ki. Tabii bu insanların suçu değil. Sürekli korkutuluyor insanlar. Günümüzün korku merkezi: kanser! Geçmişte AIDS’ten korkuyorduk, sahi ne oldu AIDS’in durumu? Nükleer savaştan, depremden, yumurtadan, yarın domatesten, bir sonraki gün sütten… Sürekli bir korku. Korkan insan kolay yönetilir. Korkan insan bildiği cehennemi yaşamaya meyillidir. Biz ise bilmediğimiz cenneti aramayı öneriyoruz… Yanlışlardan korkmamayı, aşktan korkmamayı, aldatılmaktan korkmamayı öneriyorum gençlere. Kendileri olmanın sürecini anlatmaya çalıyorum. Bunu da bir hikâye içinde veriyorum. Tüm ergen erkeklerin hikâyesi aslında benim anlattığım. Genç bir erkeğin dünyasına yolculuk kitapta anlatılan bir anlamıyla, değil mi? Evet, 17 yaşından 22 yaşına kadar süren bir genç erkeğin hikâyesi... Anlattıklarınız aynı zamanda, günümüz dünyasının sorunsalı temalar: Kadınlar, aşk, sevgi, mutluluk, haz, aile, dostluk… Ama alt metnine kitabın yazarının 80 kuşağının bir mağduru olduğu izlenimi, yazdıklarıyla yarasını kanırttığına tanık oluyoruz gibi, ne dersiniz? Elbette bizim zamanımızda gençlik daha farklıydı. Kadın farklıydı, erkek farklıydı, algılar farklıydı. 12 Eylül en çok bizi etkiledi bir tarafıyla, evet. “TRAJEDİ DOZU DÜŞTÜĞÜ ANDA İZLENME ORANI DÜŞER” Metaforları, aforizmaları bol bir kitap elimizdeki… Yukarıda sözünü ettiğimiz temalara değerken, aforizmalar yardımcınız: “Kadınlar hayalleri olmadığı için yaşam dayanaklarını trajedilerde bulurlar.” Kadınlara biraz yüklenmişim ama en çok erkeklere. Dizilere bakmanızı öneririm. Diziler trajediler üzerine kuruludur. Trajedi dozu düştüğü anda izlenme oranı düşer. Malesef dizileri de en çok kadınlar izliyor. Bu bir durum tespiti. Hikâyeyi sürekli kestim. Çok sık rastlanan bir durumdur, okuyucu hikâyeye dalar ve arada anlatılmak isteden birçok şey atlanır. Bende de olur bu. O yüzden hikâyeye tam dalmışken kesip araya bir metin koydum. Brecht nasıl sahnede durup arada izleyiciye gerçeği hatırlatıyorsa… Bir şeyler denedim bu anlamda. İlk kitap yazarı için büyük bir eşiktir. Ne dersiniz? Nasıl geliştirecek Ertürk Akşun yazarlığını? Neler yazacak, neler çizecek? Bundan hoşladım ben, yazmaktan. Zor ama zevkli bir iş. Hemen ikinciye başlıyorum. Bu kez konu biraz daha zor olacak. Evlilik. Gene bir hikâye üzerinden, tabii yan hikâyeler üzerinden, evliliği irdelemeyi istiyorum. Evlilik bir kurum olarak mülkiyetin yaşamasına en çok onay veren sebep olan kurum bana göre. İrdeleyelim bakalım. Belki ondan sonra üçüncü olarak da, gene bir hikâye üzerinden çalışma hayatı, orada da mülkiyeti irdelemek amacım… Tüm kirin temelinde mülkiyetin olduğunu düşünüyorum… ? Ateş, Güneş ve Ada/ Ertürk Akşun/ Destek Yayınları/ 318 s. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1167 CUMH