Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
a lı.” Dariusch öğretmenin uzattığı zarfı isteksizce açtı: “Takı ve Tasarım – Alice Ponticello.” Yetiştirme yurdunda kalan çocukların katılacağı bu üç haftalık bir projede, Dariusch’un gideceği adresti burası. Ne şans! Oysa Max, oto galerisinde staj yapacaktır ve orada kim bilir hangi arabalara inip binecektir. Takı ve tasarım atölyesi sahibinin annesi rahatsızlanınca, Dariusch kendini bir keman yapımı ustasının atölyesinde bulur. Müziği çok seven Dariusch orada geçirdiği üç haftalık süre içinde keman ustası Archnola Usta ve keman çalan Meymey ile tanışır. Gövdesinden mavi ışık saçan kemanı fark ettiğinde, kendini tehlikeli bir maceranın içinde bulur. Kemanın sihirli olduğunu fark edip peşine düşen tehlikeli ikiliden kurtulması olası mıydı? Sihirli kemanın gücü neydi acaba? Dariusch, müziğin gizemli dünyasına adım atarken, sekiz sayfalık proje ödevini de unutmamak zorundadır… Karga Kardeş (Doğadan Yaşam Öyküleri)/ Hüseyin Avni Özen/ Resimleyen: Murat Efe/ Büyülü Fener Yayınları/ 2012/ 32 s./ 69 “Doğadan Yaşam Öyküleri”, sekiz kitaplık bir dizi. Doğaya ve hayvanlara karşı büyük ilgi duyan yazar, hayvanların yaşamlarıyla ilgili gözlemlerini kendisi gibi meraklı okurlarla paylaşıyor. Gerçek bilgileri içeren öyküler, sekiz farklı hayvanın yaşam koşullarını, alışkanlıklarını anlatıyor: Karga, eşek, leylek, ardıç, solucan, martı, ayı, tırtıl. Karga Kardeş adlı kitapta, kargaların sosyal bir topluluk oldukları, beslenme biçimleri değişik ceviz kırma yöntemleri ve fazla cevizleri neden toprağa gömdükleri anlatılıyor. Kargaların “Gak!” diyen bir hayvandan daha fazlası olduğuna dair merak ve özdeşim uyandıran bir kitap. Dikenli Ok Uçları/ Çiğdem Özelsancak Ataş/ Resimleyen: Anıl Tortop/ Top Yayıncılık/ 2012/ 80 s. / 9+ Ata ve Cici’yi tanıyanlarınız vardır. Ama ne olur ne olmaz diye kısacık göz atalım bugüne değin yaşadıklarına. Ata büyükannesi Cici ile birlikte İstanbul sokaklarında gezinirken tuhaf bir dükkâna girerler. Tuhaf olan sadece dükkân değildir, satıcı da biraz değişik bir kadındır. Deli dolu satıcı Ata ve Cici’ye gizemli iletiler verir. O gün oradan ayrılırken ellerinde bir ayna vardır. Büyükanne ve torunu bu ayna sayesinde serüven dolu yolculuklara başlar. Dikenli Ok Uçları, bu yolculukları anlatan dördüncü kitap; Cici ve Ata bu kez Karun’un ülkesine gidiyor. Bu kez Karun’un ülkesindeler, hani şu “Karun kadar zengin!” deyiminde sık sık kulaklarını çınlattığımız Karun. Lidya Uygarlığı’nı Ata ve Cici ile gezmek, paranın ilk kullanımına tanıklık etmek heyecan verici, onları daha yakından tanımak, tarihin şakacı yüzünü görmek ayrıca eğlenceli olacak. “Ayna”nın gizemi ilmek ilmek çözülürken yeni sırlar fısıldanacak kulağınıza. Serüvene hazırsanız iyi okumalar!.. Tek Çocuk Olmakla Nasıl Baş Etsem?/ Emmanuelle Rigon – Marie AuffretPericone/ Resimleyen: Jacques Azam/ Çeviren: Saadet Özen /Can Çocuk/ 2012/ 152 s. / 10+ Tek çocuk olmak bazen iyi olabilir, bazen kötü. Ama sonuçta kardeşiniz yoksa, tek çocuksunuz ve bununla baş etmek için bazı ipuçlarına ihtiyacınız olabilir. Düşünün ki evde oyun oynamak ya da ara sıra dalaşıp kavga etmek için yaşınıza yakın bir çocuk daha yok. Ama sorun sadece oyun oynamak için arkadaş aramak değil ki. Tek çocuk olmanın omuzlarınıza yüklediği sorumluluklar var. Ve kafanızda dolanan sorular… “Acaba beni evlatlık mı aldılar?” “Annemle babam çocukları gerçekten sevse başka çocukları da olurdu.” “İki üç kişiden aile mi olur?” Bu kitap, sadece tek çocuklar için değil, onların anne babaları için de eğlenceli bir okuma sunuyor. İlgilerini tek çocuk üzerinde odaklayan ailelerin de payına çok şey düşüyor. Eğer çocuklarını daha iyi anlamak istiyorlarsa, bu kitabı onlar da mutlaka okumalı. “Kardeşin yok, ailen senden çok şey bekliyor ve sana şımarık denmesinden CUMHURİYET KİTAP SAYI ? şanslı olup olmayacağı tamamen size bağ bıktın… Tek çocuk olmanın zor olduğunu düşünüyorsun. Kendini daha iyi hissetmeni sağlayacak ipuçları bu kitapta.” Haydi bakalım, sen de oyna. Bu oyunlar ne mi? Her bölümün sonunda, okur için ayrılmış, duygularını anlamasına yardımcı olacak öneriler, ipuçları var. Sen de oku, sen de oyna. Maria Öğreniyor/ Anna Obiols/ Resimleyen: SUBIJoan Subiraha/ Final Kültür Sanat Yayınları/ 2011/ 36 s./ 68 Maria dizisi, dört kitaptan oluşuyor: Maria Hayal Ediyor, Maria Hatırlıyor, Maria Hissediyor ve elimizdeki Maria Öğreniyor. Maria ne mi öğreniyor? Başka ülkelerde başka insanların yaşadığını, onların farklı kültürleri, farklı yaşam tarzları olduğunu öğreniyor. Oyunları, yiyecekleri, giyecekleri bildiğimize, alıştığımıza hiç benzemez. Ancak bu farklılıklar, Maria ve Afrika’dan gelen Finda’nın arkadaş olmasını engellemez. Aksine Maria bu dostluk sayesinde, her şeyin okulda öğrenilemeyeceğini öğrenir. Kitabın arka sayfalarında, Afrikalı çocukların oyunu olan Awale’nin nasıl yapılacağı ve nasıl oynanacağı tarif ediliyor. Kütüphaneye gidildiğinde Afrika hakkında hangi bilgilerin bulunabileceği, ayrıca Afrika’nın geleneksel maskelerinin nasıl yapılacağı da anlatılıyor. Son olarak, Ebeveyn Rehberi, anne babalara “öğrenme” üzerine sesleniyor. Kİ T A PL A RA RE N KL İ DO K UN U Ş Yurtdışındaki yayıncılarda her edebiyat türü için ayrı editörlerin görev aldığını öteden beri duyardık. Editörlük kavramı son yıllarda bizim dilimize de yerleştiği gibi, kitapların künyelerinde de yer buldu. Sahi, kimdir editör? Yazan yazar, yayımlayan da yayıncıyken editörlerin işi ne? Sorduk, anlattılar. Konuğumuz, Hayy Yayınları’nın Editörü Gökçe Ateş Aytuğ. ? Aytül AKAL ditörlük nereden geldi aklınıza? Bir ideal miydi? Üniversite son sınıftayken yolum bir yayıneviyle kesişti, haftanın belli günleri ofislerine gidip çeviri ve redaksiyon yapmaya başladım. Yayınevi işleyişini orada öğrendim. Müthiş bir deneyimdi, editörlerin çalışmalarını izledim ve bu işi yapmak istediğime karar verdim. Sonra da şansım yaver gitti, istediği ve sevdiği işi yapabilenlerdenim. Sizce bir editör her alanda editörlük yapabilir mi? Ya da şiir editörü, öykü editörü gibi ayrımlar mı olmalı? Hatta çeviri editörlüğü ile telif dosya üzerinde çalışmak da çok farklı değil mi? Editörlük de başka pek çok meslek gibi deneyim gerektiriyor. Her kitapla yeni bir şey öğrenir ve bir sonrakine aktarırsınız. Tek bir alanda ya da birbirine yakın alanlarda çalışınca da bir şeyleri gözden kaçırma ihtimaliniz azalır. Dolayısıyla uzmanlaşmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Edebiyat, tarih, tasavvuf, sosyal bilimler örneğin, farklı okuma ve hazırlık süreçleri gerektiriyor. Çalıştığınız alanı iyi bilmelisiniz ki metni yorumlayabilesiniz. Türkiye’de çeşitli nedenlerle zor gibi görünse de uygulanan bir editörlük biçimi bu. Ben de uzmanlaşmayı, yani edebiyat ve özellikle de çocuk ve gençlik edebiyatı editörlüğünü seçtim. Hayykitap’ın çocuk ve gençlik kitapları kataloğunu oluşturup kitapları yayına hazırlıyorum. Genellikle de çeviri editörlüğü yapıyorum. Çeviri editörlüğü ve telif dosya üzerindeki metinsel çalışma da kesinlikle birbirinden çok farklı. Çevirilerde bir kaynak metin var; çevirmenle birlikte onu en iyi Türkçeyle, yazarın üslubunu mümkün olduğunca koruyarak yayımlamayı hedefliyorsunuz. Telif dosyalarda ise kurgu, üslup, dil kullanımı açısından dikkatli bir okuma yapıp gereken yerlerde yazara önerilerde bulunarak bir “dosyayı” kitap haline getiriyorsunuz. Çevirilerde, kitabın orijinalini de okuyor musunuz? Çeviri kitaplar üzerinde editoryal çalışma yaparken en zorlandığınız konular... İngilizceden çevrilen metinleri orijinaliyle büyük ölçüde karşılaştırarak okuyorum. Tabii oldukça zaman ve sabır gerektiriyor. Çeviri çok zor bir iş. Aylarca aynı kitap üzerinde çalışıyor, bir dilde yazılmış bir metni bir anlamda başka bir dilde yeniden yaratıyorsunuz. Türkiye’de kitap çevirmek ise bir kat daha zor. Çevirmenler genellikle emeğinin karşılığını alabilmek için zamanla yarışıyor. O nedenle çeviri editörlerinin öncelikle birlikte çalıştıkları çevirmenlere makul koşullar sağlamak/sağlamaya çalışmak gibi bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Sonra da tıpkı çevirmen gibi metne hâkim olarak çalışmak gerekiyor... Çeviri editörlüğü çok severek, heyecan duyarak yaptığım bir iş. Güvendiğiniz iyi bir çevirmenle çalışıyorsanız, bazen bir kelimenin üzerinde bile birlikte düşünmek, tartışmak, çözüm üretmek çok zevkli. Zorlayıcı metinler üzerinde çalışmak da öyle. Fakat fazla sorunlu bir çeviriyle karşılaşınca kelimenin tam anlamıyla mutsuz oluyorum. İşte o zaman bu iş dünyanın en ömür törpüleyen işine dönüşüyor. Kaynak dilini bilmediğim kitaplar üzerinde çalışmaksa beni en tedirgin edeni. Zaman zaman çeşitli nedenlerle bir redaktörle çalışmak mümkün olmuyor. Öyle durumlarda metni septik bir gözle okuyup, sayısız not alıp, çevirmenle bir kez daha üzerinden geçiyorum. İyi bir editör olmanın sizce olmazsa olmaz üç ölçütü... Öncelikle iyi ve meraklı bir okur olmak, dili ve çalıştığı alanı iyi bilmek gerekiyor. Sabırlı olmak, metinler üzerinde karar alabilmek ve çözüm üretebilmek de önemli. Fakat editörlük yalnızca metinsel çalışmayı değil; resimlenmesinden sayfa düzenine, genellikle de arka kapak yazısından basın bültenine kadar, kitabın bütün aşamalarında çalışmayı içerir. Bütün bunları yapabilmek de, E Piyano Jimnastiği/ Elisabeth AignerMonarth, Antoinette Van Zabner/ Resimleyen: Elisabeth Singer/ Çeviren: Burcu Durukan/ Pan Yayıncılık/ 2012/ 32 s. “Çocuklar, gençler ve kendini genç hissedenler için piyanoda alıştırmalar” alt başlığıyla yayımlanan kitap, eğitimi eğlenceyle karıştırarak, çocuklara neşeli bir öğreti sunuyor. Kitapta, piyano jimnastiği yapmaya yardımcı olan 30 alıştırma yer alıyor. Bu alıştırma gruplarını çocukların hayal gücüyle karıştırıp doğaçlama olarak kendi müzikal motiflerini yaratmalarına olanak veren kitap, altı ayrı bölüm içinde, parmak jimlastiği, başparmak antremanı, bilek çalışması, kol jimlastiği ve serbestlik çalışması yaptırıyor. “Alıştırmaların hemen hepsi Do Majör tonunda yazıldı, ancak sen onları başka tonlarda da çalabilirsin. Alıştırmalar çoğunlukla sadece sağ el için yazıldı, ancak sol el ile de (yazıldığından bir oktav aşağıdan) çalmalısın. Alıştırmalar üzerinde değişiklikler yapmayı ve kendi alıştırmalarını oluşturmayı unutma.” Ve şunu da asla unutmamak gerekir: “Zorlukların üstesinden ancak çabuk pes etmeyenler gelir!” Haydi çalışmaya… Mars Gezegenine Nasıl Gidemedim/ Melek Güngör/ Resimleyen: Saadet Ceylan/Altın Kitaplar/ 2012/ 88 s./ 811 İlk baskısını 2002’de Bulut Yayınları’nda yapan kitap, yeni resimleri ve yeni formatıyla yazarın şeker tadındaki öykülerini bekleyen okurlarını sevindirecek. Siz de Mars gezegenine gidemeyenlerden biriyseniz, hele bir de ağabeyiniz varsa, öyküleri gülüp eğlenerek okuyacaksınız demektir. Büyük Dedemin Davulu, Çok Neşeli Öykü, En Büyük Takım Bizim Takım, Tosun Zayıflama Rejiminde, kitaptaki dokuz öyküden sadece birkaçı… Öykü ama aslında aynı ağabey ile kardeş her öykünün kahramanları. Öykülü roman da denilebilir mi acaba bu kitaba?“Okuyacağınız öykülerde, yaratıcılıkta ve yaramazlıkta birbirinden hiç de geri kalmayan bir ağabey ile kardeşin serüvenleri anlatılıyor. Bu serüvenlerin benzerlerini belki de birçoğumuz yaşadık, yaşamaktayız veya yaşayacağız…” ? Sil ardeştir. an, iki eri okula kıntı Almankardeşin hiç billemekarın ser ailesi… ma sürerecek. r arka eman/ ren: aş /Final ları/ n konuslekler. stiyobu zahacak!” en söz bu proje ve ? r 1167 kitabı iyi analiz etmeyi ve yayın dünyasını yakından izlemeyi gerektiriyor. Ülkemizde editörlük kurumu hangi aşamada? Sizce yeterli mi? Bir yönüyle editörlük kurumunun geliştiğini, bir yönüyle de tam tersini düşünüyorum. Belirli yayınevleri kitaplarını en iyi şekilde yayımlamaya özen gösteriyor. Okurun, iyi kitapla buluşacağından kuşku duymaksızın güvendiği yayınevlerinin sayısı artıyor. Bu da ancak iyi editörlükle mümkün. Çeşitli alanlarda ya da dillerde uzmanlaşmış editörler çalışıyor. Tanıtım, telif hakları takibi gibi süreçler ayrışıyor. Hem dünyayı izleyip pek çok yayını Türkçeye çevirmek konusunda hızlı refleksler gelişiyor, kitaplara talep oluşturacak adımlar atılıyor, yeni projeler deneniyor, hem de kitaplar editöryel süreçlerden hakkıyla geçerek yayımlanıyor. Böyle yayınevleri sektöre de, editörlük kurumuna da büyük katkı sağlıyor. Fakat bir yandan da, yayın sektörünün büyümesiyle birlikte bazı meslektaşlarım çok zor şartlarda çalışmak zorunda kaldı. Editörlükte günlük bir iş üretip ertesi gün yeni bir işe başlamadığınız gibi, aynı anda pek çok kitabın çeşitli süreçlerini takip edersiniz. Orta ölçekli yayınevlerinde örneğin bir yandan bir kitabın telif haklarıyla ilgili yazışırken öbür yandan başka bir kitabın resimlenmesini koordine eder, bir başkasının okumasını yaparsınız. Bu liste uzayıp gider. İşverenler niteliğe değil niceliğe önem verince ise hem onca işi üstlenip hem de yayına hazırlık sürecini hakkıyla yerine getirmek imkânsızlaşıyor. Rekabetin arttığı bir dönemdeyiz, yayınevleri çok sayıda kitap yayımlıyor, bazıları hazırlık süresini olabildiğince kısaltmaya çalışıyor. Oysa bunu editörleri boğazına kadar işe gömerek değil kadroyu genişleterek, çeşitli süreçleri ayrıştırarak yapmak gerekir. Sayfa düzeni yapıldıktan sonra metni alelacele okuyarak sadece görebildiği kadarıyla imla ve noktalama hatalarını düzeltip, içine sinmeden matbaaya göndermek zorunda kalan editörler var ne yazık ki. Böylece de editörlük işinin tanımı değişmeye başlıyor, üretilen kitabın niteliği düşüyor. Okurların da talebiyle bu çalışma biçiminin zamanla iyice azalacağını umuyorum. Kendi özel zevkiniz için de okumaya zaman ayırabiliyor musunuz? Evet, ayırıyorum. Ayırmamak gibi bir şey olabileceğini, kitap okumadan editörlük yapılabileceğini zannetmiyorum. Çok çalışmaktan kitap okuyamaz hale geldiğim zamanlar da oluyor ama kısa sürede bundan rahatsızlık duymaya başlayıp bir çözüm buluyorum. Edebiyat okuruyum, hem yetişkin edebiyatı hem de çocuk ve gençlik edebiyatı okuyorum. Yeni yayınları izlemeye çalışıyorum. Kimi kitaplarda sinema dili ağırlıklı olabiliyor. Kitabı okurken “Bundan iyi film olur,” deyip sonradan sinemaya uyarlandığına tanık olduğunuz kitaplar var mı? Hugo Cabret için aynen dediğiniz gibi oldu. Amerika’da ilk yayımlandığında okur okumaz şahane bir film olabileceğini düşünmüştüm. Epey kitap için düşündüğüm oluyor aslında ama en son, İngilizceden çevirdiğim, İthaki Yayınları’ndan yayımlanan Kar Taciri’ni okurken bu hisse kapıldım. Çok sevdiğim orijinal bir hikâyesi var; filmini görmeyi çok isterim. Siz de yazıyor musunuz? Sizin metinlerinizin editörlüğünü kim yapsın isterdiniz? İki kitabım yayımlandı. Bugün Hayal Kuracaktım ve Bugün Aşktan Çok Sıkıldım. Her ikisinin de editörlüğünü, bu meslekle ilgili çok şey öğrendiğim Defne Asal yaptı. Yazdığım kitaplarda da çevirdiğim kitaplarda da güvendiğim bir editörle çalışmayı çok önemsiyorum. ? HAZİRAN 2012 ? SAYFA 23 1167 28