Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Genç yaşında kırılan kalem Sabahattin Ali Sabahattin Ali, Türkiye’de “faili meçhul” cinayetler denince ilk akla gelen isimlerden. Kısa yaşamına epey ürün sığdıran, fikirleri ve yaşamıyla hep ilgi çeken bir yazın ve düşün emekçisiydi. Bugünlerde yayımlanan iki Sabahattin Ali kitabı bu ünlü yazarımızı yeniden edebiyatın ve kültürün gündemine getiriyor. Kemal Bayram Çukurkavaklı’nın yazdığı “Sabahattin Ali Olayı” ve Kemal Bayram’ın oğlu Alev Çukurkavaklı’nın devam ettirdiği “Sabahattin Ali Olayı 2” Sabahattin Ali üzerine yeniden düşünmemizi sağlayacak. Aşağıda Ali Yıldız’ın Sabahattin Ali üzerine bir yazısını okuyacaksınız. ? Ali YILDIZ üzbaşı Cihangirli Ali Salâhattin, subay arkadaşının kızı olan Hüsniye ile evlenir ve üç çocukları olur. İlk çocuğuna arkadaşı Prens Sabahattin’in, ikinci çoğununa yakın dostu Tevfik Fikret’ten esinle isim vermesi, Jön Türkleri destekleyen Salâhattin Bey’in, “hürriyetçi” sanatsever kişiliğini yansımasıdır kuşkusuz. 25 Şubat 1907 günü Gümülcüne’de doğan Sabahattin Ali, ailesiyle birlikte dolaştığı yerlerden en çok Çanakkale’den etkilenir. Orada bulundukları sırada, Çanakkale Savaşı patlak verir çünkü. Ordudan istifa eden babasının yanında çerçicilik yapan Sabahattin Ali “Babam pazarda gördüklerimi yazmamı isterdi. Bir kez yazıya şöyle başlamıştım: ‘Sabahın erken saatinde pederimin lâtif sesiyle uyandım.’ Babam öfkelenmiş ‘Haydi ordan, yalancı kerata. Sabahın köründe seni zorla yatağından kaldırıyorum. Babanın lâtif sesiymiş! Sesim sana lâtif gelir mi hiç! İçinden geldiği gibi yaz’ demişti” (1) diye anlatır çocukluk anısını. mamlanırken ulus devletler kurulmaya başlar. Benzerlik ve zıtlıklarıyla, iki ülkeden daha söz edilebilir. Emperyalizmin en zayıf halkasını Bolşevikler koparmış, Rusya İmparatorluğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adıyla, yeni bir yolculuğa çıkar. Osmanlı İmparatorluğu ise dünyayı saran savaşta parçalanmış, uzun süredir yenilmekte olduğu Avrupa karşısında sömürge durumuna düşmüş, pusulasız kalmıştır. Toplumsal dönüşümü getirecek sınıftan yoksun, meşrutiyet denemeleri yarım, savaş sonrası parçalanmış ve yağmalanmış durumdadır. Tarih, kurtuluş için askerleri çağırır sahnesine. Askerler arasında padişah tahtına sarılanlar olduğu gibi, çöküşü durdurmanın yolunu Kafkaslarda arayan taşeroncu turanlar da çıkmaya başlar. Osmanlı münevveri, kurtuluş mandasını dışarıda aramaya başlamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasındaki Sovyet desteğini, Mustafa Kemal unutmaz. İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica tarafından yapılan seksen dört tonluk anıt, gemiyle İstanbul’a getirilerek Taksim’deki yerini alır. Anıtta Mustafa Kemal’in hemen arkasında İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın yanında iki heykel daha bulunur. 8 Ağustos 1928’de açılan anıttaki bu iki kişi; ileriki yıllarda yok sayılacak, isimlerini anmak cesaret isteyecektir. Oysa Mustafa Kemal’in Taksim Anıtı’nda yer almalarını istediği isimler, Sovyet generalleri Mihail Frunze ile Kliment Voroşilov’dur. sal)’ın da tanıklığını sağladı. Oysa şiir Almanya’da yazılmış olup Sivas’taki bir Bektaşi hareketiyle ilgiliydi, bazı yerleri değiştirilmişti, üstelik, içinde Atatürk’ün adı da geçmiyordu. (…) Sabahattin Ali 26 Aralık 1932’de tutuklandı. Hapisliğinin aşağı yukarı dört ayını Konya’da, altı ayını Sinop’ta geçirdi” (5) diye yazar, değerli yitiğimiz Asım Bezirci. Sabahattin Ali’nin hapislik döneminde kaleme aldığı şiirleri: Leylim Ley, Hapishane Şarkısı V (Aldırma Gönül), Hapishane Şarkısı I (Göklerde Kartal Gibiydim), Melankoli, Hapishane Şarkısı II (Bir Yürek Kaldı Avucumda), Hapishane Şarkısı III (Geçmiyor Günler), Çocuklar Gibi, Kız Kaçıran, Kara Yazı, Eskisi Gibi (Ben Yine Sana Vurgunum), Dağlar (Dağlardır Dağlar); değişik müzisyenler tarafından bestelenerek, günümüzde de beğenisini sürdürürler. CUMHURİYETİN YÖNÜ VE KIRK KUŞAĞI Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde çıkarılan af nedeniyle hapisten çıkan Sabahattin Ali’nin öğretmenliği elinden alınır. Mesleğine geri dönebilmesi için, Atatürk’e bağlılığını göstermesi istenir. 15 Ocak 1934’te Varlık dergisinde “Benim Aşkım” başlıklı şiirini yayımlar, göreve döndüğünden bir yıl sonra da evlenir. Kızı Filiz’in doğduğu 1937’de askere gitmiş, ikinci kez patlayan Dünya Savaşı yüzünden, 1939’da tekrar askere alınır. 1930’lardan itibaren Almanya ile İtalya’da baş gösteren ve giderek Japonya’ya kadar uzanan faşist dalga, Türkiye’deki Sovyet yakınlaşmasını kırarak tersine çevirmiş, Osmanlıdan kalan yayılmacılık düşleri hortlamış, yöneticisinden yazarına kadar Turancılık baş tacı edilirken, Nazizm taraftar toplamaya başlar. Sabahattin Ali, 1939’da İçimizdeki Şeytan romanını Ulus gazetesinde yayımladığında, Turancılar ayağa kalkar. Nihal Atsız, Rum olmakla suçladığı Sabahattin Ali’ye, iftiralar atarak, hakaretlerde bulunur: “(…) Ben de ırkçı, Türkçü ve Turancı olduğum için Evet, övünerek söylüyorum ve tekrar ediyorum: Irkçı, Türkçü ve Turancı olduğum için” tanımlamasıyla başlayan yazı: “Biz Türkçülerle siz komünistlerin, fikir sahasında anlaşmamıza imkân olmadığı için, toplu bir halde, yumruklarımızın hakkını vererek çarpışmamız pek hoş olurdu. Çünkü fikirlerin halledemediği davaları kan halleder. Gerçi komünistler bu yiğitliği gösteremez. Fakat benim sana gayet samimi ve erkekçe bir teklifim var: Sen yedek subay olduğun için süngü kullanmasını bilmen icap eder. Bu davayı kökünden halledebilmek için benimle, şehirlerden çok uzak bir yerde süngü ve kılıçla bir ölümdirim çarpışmasını göze alacak kadar yüreğin var mı? Biz birbirimize ölüme kadar düşmanlık güdecek olan iki zümreyiz. Fikir savaşından bir sonuç çıkmadığını biliyorsun” (6) diyerek biter. Kışkırtıcı yayımların devam etmesi üzerine hakaret davası açan Sabahattin Ali, Nihat Atsız’ı mahkum ettirir ama duruşma sırasında çıkan gösteriler nedeniyle, mahkeme binasının birinci katından atlayarak, canını zor kurtarır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ayaklanmaları zorla bastırılırken, Komintern belgeleri Kemalizm’in yanında olduğunu gösterse de, tek parti yönetimi ödünler vermeye başlar. 4 Aralık 1945 günü başta Tan gazetesi olmak üzere birçok yayın saldırıya uğramış, gazete ve matbaaları yerle bir edilirken, sosyalist öğretim üyeleri üniversitelerden çıkarılırlar. Henüz II. Paylaşım Savaşı bitmeden, ABD tarafından paraya yön verecek kurumlar dayatılmakta, tek parti yönetimi, adı sonradan IMF olacak Bretton Woods anlaşmasını imzalayarak, Truman Doktrini çerçevesinde Sovyet desteği ile uygulanan beş yıllık kalkınma modelinden vazgeçmiş, toprak ağalarının baş düşmanı olan Köy Enstitüleri’ni kapatarak, çok partili sisteme geçmeye hazırlanır. Ülkeye egemen olan tek şey korkudur. Bu dönemde lisede okuyan bir öğrencinin çantasından çıkan mektuplar, öğretmenlerini polise götürecek derecede körleştirir. Gencin adı, Attilâ İlhan’dır. Tüm suçu, ? Y KARADENİZ’İN İKİ YAKASI Sabahattin Ali, Edremit İptidaî Mektebi’ne, Balıkesir Darül Muallimin’e, günümüz diliyle Öğretmen Okulu’na girer ve 1926 yılında naklini İstanbul’a aldırır. Okulda gazete çıkarmaya başlar, ilk şiir ve hikâyeleri değişik dergi ve gazetelerde yayımlanır. Bunlar arasında, aynı yıl yitirdiği babasının ardından yazdığı, “Babam İçin” şiiri de vardır. Ertesi yıl, Yozgat Cumhuriyet Mektebi’ne öğretmen olarak atanır. 1928 yılında açılan Maarif Vekâleti’nin sınavlarını kazanarak, dil eğimi için Almanya’ya gönderilir. Yurda dönüşte, Gazi Terbiye Enstitüsü’nün sınavından üstün başarı ile çıkmış, 1930’da FEODALİZMİN VE İMPARATORLUKLARIN SONU Tarihsel gelişime bir nebze olsun değinmek gerekirse İngiltere’nin Fransa üzerindeki hanedanlık istemleri feodal niteliklidir. Manş Denizi’nin ayırdığı bu iki ülkenin ezeli düşmanlığı, farklı çekim merkezleri yaratır. Benzerlik ve karşıtlıklar, diyalektik bir yumağı benzer; kimi zaman su gibi akışkan, kimi zaman kördüğüme dönüşür. Feodalizmin tasfiyesinde İngiltere daha yumuşak bir geçiş sergilerken; Fransa’da burjuvazi, zaferine kanla ulaşır. Yaşlı kıta Avrupa, değişen üretim ilişkileriyle, yenilenmeye başlar. Sanayileşme fabrikaları, fabrikalar işçi sınıfını oluştururken; kapitalizm karşıtını yaratır. Yükselen yeni sınıf gezginlerinin kesişen yolları, uzlaşmaz çelişkilere vardığında; paylaşım savaşlarını tetikleyerek, kapitalizmi en yüksek aşamasına çıkarır. Sabahattin Ali’nin doğduğu 1907’den yedi yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı’yla kasıp kavrulur dünya. İmparatorlukların devri ta Sabahattin Ali’nin objektifinden anne kız İstanbul’a doğru tren yolculuğunda. Almanca öğretmenidir artık, daha sonraki yıllarda bu başarısını: Tarihte Garip Vakalar (Max Memmerich), Antigone (Sophokles), Minna Von Barnhelm (Lessing), Üç Romantik Hikâye (H. Von Kleist, A. V. Chamisso, E. T. A. Hoffmann), Fontamara (Ignazio Silone)’den yaptığı çevirilerle ispatlar. Resimli Ay dergisinde düzeltmen ve sekreter olarak çalışan Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali ile tanışmalarını: “Bir gün dergi idarehanesine kısa boylu, gözlüklü bir genç geldi. Almanca bildiğini, hikâyeler yazdığını ve isminin Sabahattin Ali olduğunu söyledi. Hikâyelerinden birini bıraktı çıktı. Bu hikâye orman sanayiinde çalışan işçilerin hayatına aitti. Alman romantizminin tesir altında yazılmış olmasına rağmen, konu ve muhteva bakımından Türk edebiyatında bir yenilik teşkil ediyordu. Genç adamın istidatlı bir yazar olduğu daha ilk satırlarından hissediliyordu. Hikâye basıldı (…) İlk yazısını bize getirişi Sabahattin’in antiemperyalist, demokratik temayülünü gösteriyordu. Gerek dostluğumuz, gerekse Resimli Ay’ın o zamanki çevresine girişi, gerekse sonraları Sinop Cezaevi’nde parti üyelerinden bazılarıyla tanışması Sabahattin Ali’nin sosyalist idealleri benimsemesinde tesirli oldu” (2) diye aktarırken Sabiha Sertel “Sabahattin Ali Almanya’da ilerici edebiyatla temas etmiş, sosyalist eğilimleri olan bir gençti. Fakat kafasında sosyalizm henüz belirli bir şekil almamıştı. Nâzım onu yalnız realist sanata değil sosyalizme de çekmeye çalışıyordu. Sabahattin’i roman yazmaya teşvik eden Nâzım oldu” (3) diye aktarır tanıklığını. Zekeriya Sertel de, Sabahattin Ali için “Az zamanda hepimizin sevgisini kazanmıştı. Çok zeki, çok canlı, kabına sığamayan cıva gibi bir adamdı. Onu tanıyıp da sevmemek olanaksızdı. Matbaaya daima elinde bir kitapla gelirdi. O zaman en çok sevdiği adam, büyük Alman şairi Goethe ve Alman romancısı Thomas Mann’dı. Onların yapıtları elinden düşmezdi. Nâzım Hikmet, bu gençte yeni ve büyük bir cevher görmüştü, onu bir yandan kazanmaya, öte yandan da sanat hayatında yetiştirmeye başlamıştı” (4) saptamasında bulunur. 1931’de, üç ay tutuklu kalır ama kısa sürede aklanır, asılsız ihbarlar hayatı boyunca peşini bırakmaz. Tayini Konya’ya çıktığında, edebiyata şiirle giren Sabahattin Ali, hikâyelerinin ardından romanlarını yayımlamaya başlar. O yıllarda edebiyat ürünleri, gazetelerde tefrika edilir. Kuyucaklı Yusuf, Cemal Kutay’ın Konya’da yayımladığı Yeni Anadolu gazetesinin satışını, on beş gün içinde arttırmayı başarır: “Yazık ki, romancının ücreti ödenmeyince, tefrika yarım kaldı. Gazete sahibi buna pek içerledi. Bir komplo düzenledi: Altı yedi ay önce, Sabahattin Ali’nin bir mecliste ‘Memleketten Haber’ adlı, güya Atatürk’ü taşlayan bir şiir okuduğunu Mustafa adlı bir öğretmenin aracılığıyla jurnal etti. Akrabalarından Remzi ve ilköğretim Emin (Soy ark tilâ İlha bir feda nu önce teker tek de özgü ten vazg mükemm şairlerin kırk kuş nır: “1940 masına g Seyit Su Ilgaz, İl oğlu, A. dat Tür Ömer F han, Ari malıdır. Köy E Apaydın rına bak bencilliğ rü konu le konuş le sözler kapıya b ma! ded Bunun b yacaksın leri’nin mokrasi çek olan Topraks rumunu bir eğiti köklü d dir ama ve sandı sin bilm magojiy elindeki yönetmi Amerik demokr receğiz ? Nâ ÇOK KIRK Çok p yalist pa paralelli mayan S ca şidde tuarı’nın li olduğu den ayrı Ali, geçi yılında T manın s miş, anc ları başl edileceğ tır; 1948 Sabah nulan M Parti yö paşa; Sa sin taraf değişik satışı 60 ilk kez t patılmas masına r önemlis na sahip muhalif olan, pa le de uğ Daha bir süre cirli Hü gazete k aldığı bo lerinde lamalar isimli m miş” ba şileri gib de koşm mak, ha soldan v ne kapıl SAYFA 10 ? 28 HAZİRAN 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1167 CUMH