06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aydın Şimşek’le ‘Sanat ve İktidar’ ‘Nesneler vazgeçilmez yaşam biçimleri oluşturuyor’ Sanat akımlarının ortaya çıkmasında sanat politikalarının etkin olması; siyasal tarihin, sanatın, sanatçının değişim ve dönüşümünü zorunlu kılması, sanat ve iktidar ilişkilerini önemli bir sorunsal olarak çıkarıyor karşımıza. Yaşamın hiçbir alanının politik olandan bağımsız kalamayacağı görüşünden hareketle Aydın Şimşek’le Sanat ve İktidar adlı kitabını konuştuk. ? Zeynep SÖNMEZ ayın Şimşek, kitabınızın alt başlığı “Siyasal Tarih Sürecinde Sanat Tarihi ve Sanat Akımları.” Kitabı özel kılan, sanat tarihini iktidar mücadeleleri tarihiyle birlikte ele alıp değerlendirmiş olması. Bu iki süreci birbirinin ayrılmaz parçası olarak görüyorsunuz. Bunun nedenlerine değinir misiniz? Biliyoruz ki sanat disiplinleri bireyseltoplumsal ihtiyaçların sonunda ortaya çıkmış, çıkmaya devam ediyor. Bu nedenle de bazen toplumsal değişimlerin, sıçramaların içinde hareket ediyor, bazen de bu çatışmaların, gerilimlerin sonuçlarını sezgisel olarak öngörüyor ve dışa vuruyor. Sanat disiplinleri varlık nedenlerini zihinselimgesel olarak toplumsal hayata yansıtıyor, orada tikel bir işlev sürüyor. Böyle olunca da daha ilk adımda kurallar, belirlemeler, yönlendirmeler dilinin dışına çıkmış oluyor. Yerleşik olanlar, mutlaklıklar, egemen dil ve akıl gibi önermelerle oluşmuş üst yapı kurumlarıyla hızla çatışmaya giriyor. Egemen aklı, mutlak otorite, devlet gibi normlar olarak kabaca tasarlarsak, sanat dili bunların dışında hareket ederek özerk ve özgür bir alan oluşturuyor. Kendisine dönüştüremediğine ve yönetemediğine karşı baskıcı, şiddete dayalı bir yönelmeye giden iktidar, diğer alanlarda olduğu gibi sanat alanının da üstüne abanıyor, onu sınırlamaya çabalıyor; bunun için dolaylı dolaysız tüm araçları kullanıyor. Rahatlıkla diyebiliriz ki, sanatın olduğu yerde bilinen tüm sosyolojikekonomik özellikleriyle iktidar, iktidarın olduğu yerde de sanatsal bir başkaldırı vardır; bundan sonra da olmaya devam edecektir. “MODERNİZM DEVRİMCİ BİR ATILIM” Daha baştan “Nesnelerin özgürlüğü savunulmadan bireylerin, toplumların, hatta dünyanın özgürlüğünün savunulSAYFA 18 ? 28 S ması neredeyse olanaksız hale getirilmiştir” diyorsunuz. Özgürlük kavramıyla birlikte modern insanın yaşayış biçimi için de çok önemli bir tespit. Açar mısınız? Modernizm hiç kuşkusuz ki devrimci bir atılımdır. Toprağa bağlı bir yaşamdan, ileriye doğru atılmış kocaman adımlardan bahsediyoruz. Üstelik ödenmiş çok büyük bedeller var. Bütün bir Rönesans bile başlı başına büyük trajediler ve sınıfsal seçimlerle doludur. Öyleyse moderniteyi geçmişiyle değil de, bugün oluşturduğu toplumsal kastlarıyla yeniden ele almalıyız. Bir de buna son yirmi yıldaki ileri modernist sıçramaları (tasarım, bilişim, teknokrat ve finans sermayesine dayalı sıçramaları) eklerseniz, karşılaştığımız şeyin devasa bir akıl tutulması olduğunu görürüz. Burada işaret etmeye çalıştığım nesneler, masum ve nostaljik şeyler değil; yepyeni bir yaşam biçimini kurgulayan, kuran; kendileri mikro, işlevleri makro üretim araçları. Modernizmin iktidar etmeye yönelik enformasyonunu sağladıkları kadar, bireysel alanı tümüyle kuşatan, yönlendiren, bireysel bilgi ve özellikleri depolayan araçlar. Kendi ellerimizle bu araçlara bağlanıyor ve giderek tutkudan köleliğe, nesnelere boyun eğişe doğru hızla yol alıyoruz. Artık bağımlılık değil, vazgeçilmez yaşam biçimleri oluşturuyor nesneler. Dillendirmeye çalıştığım, bu nesnelerin hayatı hızlandıran birer üretim aracı haline gelmiş olması. “Siyasal tarihi oluşturan bellek, sanat tarihini de etkileyen, yer yer de içeren bellektir” diyorsunuz. Belleğin aşınmasıaşındırılması sürecinde ve güvenilmezliği karşısında bellektarih bilinci ilişkisini nasıl konumlandıracağız? İnsanoğlunun başına büyük felaketlerin gelmesindeki en önemli nedenlerden biri, tarih bilincinden uzaklaşmasıdır. Tarih bilincinden uzaklaşan her bireyin, toplumun tarih belleği de siliktir. Bu nedenle siyasal otorite baskılayarak, bazen de kışkırtarak kendisi için özel bir tarih yazma çabasına girer ve çoğu zaman da bunu başarır. Bu resmi tarihtir. Resmi tarih yazmalarında da sık sık 2012 dile getirilen “üstünyüceuludokunulamazbiricik” gibi kavramlar, hem baskılayan hem de kışkırtan unsurlar olarak canlı tutulur. Böyle bir ortamın içinde canlı bir yapı olarak kendini sürdüren sanat bilinci ise otoriteyle, ona karşıtlıklar oluşturmak için ilişkiye girer. Kendisini öteleyen, dışlayan, hatta yok sayan, yok etmeye yönelen siyasal belleğin çizdiği resmi ideolojiyi ve yönetme sistemlerini sanatın olanaklarıyla ve sanatsal dille deşifre eder, açığa çıkartır; resmi tarihinbelleğin bazen yanına, bazen de tam karşısına uyarılarını, dikkatlerini olanca yalınlığıyla yerleştirir. Bu, sanatın hem güçlü bir geleneğidir hem de toplumsal alandaki sorumluluğudur. Sanatçı da böylesi bir gerilim alanında, hem sanat öznesi hem de sanat ürünüyle resmi ideoloji okumalarını tersyüz etmek için önermelerde bulunur. Tüm önermeler gibi kabul edilebilir, reddedilebilir… Asıl olan önermenin kendisi, yani sanatsal bellektir. “EKONOMİ, ESTETİĞİN TÜM BİRİKİMLERİNİ SATIN ALIP DÖNÜŞTÜRDÜ” Sanat gibi son derece bireysel ve öznel bir alandan sesleniyorsunuz okura. Bununla birlikte, sanatın toplumsal hayatın izdüşümü olduğunun, bu sanatsal gerçekliği sanatçının kendi gerçeğine dönüştürmesi gerektiğinin altını çiziyorsunuz. Elbette bir çelişkiden bahsetmiyorsunuz ama, sanatın bireysel ve toplumsal kimlikleri karşısında sanatçının konumu nasıl şekil alıyor? Çok haklısınız. İlk anda bir çelişki gibi bile gözükebilir. Düşünsenize, disiplinler açısından bakıldığında en bireysel olanı, yani sanatı önceliyoruz ve hemen ardından da sanatın toplumsallaşmasından bahsediyoruz. Durum tam da budur; sanat ürünü, sanatçıdan bir süre sonra bağımsızlaşır ve bazen sanatçının önermelerinin dışında, bazen de tam da önermelerine uygun karşılıklar bulur. Her iki durum da toplumsal olanı işaret eder ve biz biliriz ki en bireysel dil, en güçlü toplumsal arayıştır. Nedenine gelince… Ortalamadan ayrılmış, ayrıksı bir durumdur bireyselleşme. Böylesine özgün kopuşlar, ortalama yaşamın dinamiklerine bir itiraz olduğu kadar, aynı zamanda kendisini de bir üst dil olarak topluma kurallara, otoriteye ve üst kimliğe dayatmasıdır. Bu durumun sanatın bireyselliğiyle yakın ilgisi dikkat çekicidir ve salt bu nedenle bile sanat iktidara karşıdır. Onun kar şıtlık önermesi bireyseldir, fakat sonucu toplumsaldır. Sıkça konuşulur; günümüzde ana sanat akımlarının ortaya çıkmamasının nedenlerine ilişkin görüşleriniz nelerdir? Daha küçük çaplı, gücü ve etkisi az, çok sayıda modern sanat akımı var ama… Akımlar dönemi kapanmamışsa da uzun bir süre kavrayıcı, öncülük edici ve güçlü sanatsal çıkış oluşturacak bir akımın ortaya çıkmayacağı gözüküyor. Genel olarak akımların ortaya çıkış nedenlerine bakıldığında, günümüzün ekonomiksiyasal süreçleri yeni bir atılım ve çağrı için oldukça olanaklı gözüküyor. Gelişme gerilimlerinin en belirgin olduğu sınıfsal bölünmüşlük ve sınıfsal çatışmalar kapitalizmin kendi tarihindeki en üst düzeyine çıkmış gözüküyor. Tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük krizlerle sarsılıyor kapitalizm. Kendi krizlerini örtüleyebilmek ve atlatabilmek için de yeni yeni üretim alanları (doğal olarak tüketim alanları) bulmak için her yolu deniyor. Kapitalizmin krizlerini çözmek için en sık başvurduğu, elbette ki yerelden ulusa ve hatta dünyaya yayılacak savaşları hazırlamak ve ihtiyaç duyulduğunda da devreye sokmaktır. Yıkacakkuracakyıkacak ve ekonomiyi canlı tutacak. Geleneksel yöntemleri içinde savaşı maliyetlendirmeyi sürdürmeye devam ederken, yeni yöntemleri arasına ulusdevletlerin tasfiyesini, evrensel ve ulusal kavrayışların yerine yerelliği koyarak, böl, parçala, yut ve yeniden dizayn et gibi çabaları sürdürüyor. Enformasyon, bilişim ve tıp alanındaki radikal çıkışlar da düşünülecek olursa bu büyük karmaşada bunca çok ötelenen insan için sanattan devrimci atılım yapması beklenir. Ancak böyle olmuyor, çünkü işbölümündeki ve zamanın tasarlanmasındaki uzmanlaşma olgusu, endüstrinin tüm alanlarında etkin olurken sanat alanı da bundan etkileniyor. Diğer yandan kültürsanat ürünlerinin hiç olmadığı kadar artı değer üretiyor olması, kültürsanat alanının da sanayi tipi bir örgülenmeyle kuşatılıp yönetildiğini gösteriyor. Bugün ekonomi estetiğin tüm birikimlerini satın almış ve dönüştürmüş gözüküyor. Kitabın sonunda sanata bakışınızı ve sanat anlayışınızı bir manifestoyla duyuruyorsunuz. Manifestonuz üzerine birkaç söz almak isterim. Her sanat öznesinin önünde sonunda yapmak istediği, kendi sanatsal bakışını ve duruşunu duyurmak, duyumsatmak. Bu hem sanat ürünüyle hem de öznel pratik ve toplumsal sorumlulukla gerçekleşiyor. Salt sanatsal ürünü işaret etmek, günümüz için yeterince anlamlı olmuyor. Sanat devrimciyse sanatçı bu ürünün gerisine ya da karşıtına nasıl dönüşür? Asgari olarak sanat ürünündeki önermeleriyle bir toplumsal pratik içinde olması neredeyse günümüzde elzemdir. Bilineni yineleyelim: Egemen akıl (devlet, tanrı, otorite vs.) kendisine muhalif olan imgelere hep ilgi duymuştur. Kendisine muhalif olan imgeleri yönetmek, elinde tutmak için ya onları baskılamış ya da kışkırtmıştır. Bugün her iki özelliğini de birçok araçgereçle devreye sokması gerekiyor. İşte tam bu noktada bir sanatsal manifesto etrafında bir araya gelinemiyorsa ki görünen budurdiğer yazarşairleri bilmem ama ben kendi bireysel sanat anlayışımı ve çizgimi tüm açıklığıyla duyurmayı tarihi bir görev saydım. ? Sanat ve İktidar/ Aydın Şimşek/ Kanguru Yayınları/ 224 s. HAZİRAN CUMHURİYET KİTAP SAYI 1167
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle