Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D K eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Dayatılan kültür değişimleri ültürün sınırları tam olarak çizilemez. Yaşama kültürü bile insanın alışkanlıklarına göre biçim aldığı için bu karmaşık akışın nerelere uzanacağı bilinemez. “Alıştığımız şeydi yaşamak” diyen Cahit Sıtkı Tarancı, belli bir yere yerleşerek yaşamaya daha kolay katlanacağını umuyordu. İnsan yaşadığı eve de alışır. O evin belli bir odası bile zamanını gönlünce değerlendirdiği yerdir. Yaşamanın gizleri belki de o odanın duvarlarına sinmiştir. “Kültür Araştırmaları Derneği” kültürün değişik boyutlarını ele aldığı bilgi şölenlerini kitaba dönüştürerek daha kalıcı olmasını sağlıyor. Bunlar arasında kitaba dönüşen “Kimlikler Lütfen”, “Mekân ve Kültür” konularıyla ilgili izlenimlerimi daha önce yazmıştım. Bu sorunlar edebiyatımıza da yön veren özellikler taşıyor. Bu yazıda Gönül Pultar’ın derlediği “Kimlikler Lütfen”in uzantısı sayılacak, Sovyet Devrimi’nden sonra bağımsızlıklarını kazanmış olan Türk cumhuriyetlerinin kültürel yapısını anlatan kitap üzerinde durulacak (Ağır Gökyüzünde Kanat Çırpmak, Derleyen Gönül Pultar, Tetragon Yayınları, 2012). Bu anlayışın edebiyata yansıyan özelliklerini Sofya Kurban’ın öykülerinde aramak gerekecek. İdil bölgesi Türklerinden olan Sofya Kurban’ın ailesi Sovyet Devrimi’nden kaçarak Çin’in İli bölgesinde Gulca kentini kurarlar. Sofya Kurban Gulca’da doğar. Ama onlar Çin kültürüne de alışamamışlardır. Hele Çin’de Kültür Devrimi başlayınca kurtuluşu Türkiye’ye göçmekte bulurlar. Sofya Kurban bu yaşama serüveninin öykülerini yazar (Göç, Sofya Kurban, Phoenix Yayınevi, 2012). SOVYETLER’İN DAĞILMASINDAN SONRA İlginç bir rastlantı: Gönül Putlar’ın kökleri ile Sofya Kurban’ın kökleri İdilAltay Türklerine dayanıyor. Kendi toprağına, kendi gelenek göreneklerine alışan insanların yabancı kültürlerin dayatmasına katlanması kolay değildir. Sovyetler 1991’de dağıldığına göre Rusya’daki Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarının yirminci yılını kutlamaktadır. Gönül Putlar “Giriş” yazısında; gerek Çarlık, gerek Sovyet döneminde Rusların Türk devletlerini birbirinden uzaklaştıran bir siyaset güttüklerini, kültürel kimliklerini bastırarak kendi kimliklerini dayatma yoluna gittiklerini belirtiyor. Sovyetler’in dağılmasından sonra Türk cumhuriyetleri kendi kimliklerini aramaya, tarihten gelen değerlerini korumaya çalışmışlardır. Bu görüşler kitabın alt başlığı olan “Sovyet Sonrası Türk Cumhuriyetlerinde Kültürel Kimlik Arayışı ve Müzakeresi” anlayışını açıklamaktadır (Mucize, Fırsat, Külfet). Bakü Diller Üniversitesi Öğretim Üyesi Nesip Nesibli Azerbaycan’da Kiril, Arap, Latin alfabelerinin bir arada kullanılma yanlışına değinirken Güney Azerbaycan’la birlikte İran’ın geniş bir bölümünün Türk olduğunu anımsatıyor. Azerbaycan’da devletin desteğiyle ulusal kimlik sorunları çözülürken İran’da Türkçenin geliştirilmesinin yasaklandığına değiniyor. (Azerbaycan’ın Ulusal Kimlik Sorunu). İran’da “Türkçe bilenin işi rast gider” diye bir atasözü var. Bu atasözünü yaygınlaştıran Türklerin güçlü varlığı olsa gerek. Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Mehmet Yüce, Rus etkisinden sonra Kırgızistan’daki ulusal kimlik arayışlarına değiniyor. Gene de Kırgızistan’ın aşiret kimliğinden kurtulamadığını anımsatıyor (Çarlık Rusyası ile Sovyetler Birliği’nin Siyasaları Ardından Kırgız Türklerinin Ulusal Kimlik Politikası). Saltanat Berdikeeva, Vaşington’a yerleşmiş bir enerji uzmanı. Kentleşme, çağdaşlaşma çabaları geliştikçe aşiret düzeni ile Kırgız halkının kaynaşacağına inanıyor (Kırgızistan’da Ulusal Kimlik ve Aşiret Politikası). Tunceli Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Candan Badem, Kazakistan’da halkın çoğunluğunu Rusların oluşturduğunu, çağdaşlaşmaya Rusçayla girişildiğini, Kiril alfabesi kullanıldığını, Avrasyalı bir kimlik gösterilmeye çalışıldığını, göçerlikten yerleşik bir yaşama düzenine geçildiğini anlatıyor (SovyetSonrası Kazakistan’da Dil Siyaseti ve Dilsel Kimlik). Londra Üniversitesi’nde Doğu ve Afrika Araştırma Uzmanı olan Alisher İlkhamov Özbeklerin dillerine sahip çıkma bilinci içinde olduklarını anlatıyor. Özbek ozanı Gülçehre Nurallaeva’nın bir sözünü anımsatıyor: “Sofram boş olsun, ziyanı yok, yeter ki anadilim ülkemin dili olsun”. Özbekler köklerini araştırıyor. Latin alfabesi kullanıyor (Özbek Kimliğinin Arkeolojisi). Michael Denison Londra’da Araştırma Müdürlüğü yapan bir kültür insanı. Türkmenistan’da Sovyet sonrası ulusallaşma eylemini anlatıyor. Niyazov yönetiminde Sovyet kültürü etkisini sürdürmektedir. Berdymuhamedov bu etkiyi kaldırmaya çalışır (İmkânsızı Yerine Getirme Sanatı: Siyasal Simgecilik ve Sovyet Sonrası Türkmenistan’ında Ulusal Kimlik ve Kollektif Bellek Yaratılışı). Yeditepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü Başkanı Feza Tansuğ; tiyatro, dans, edebiyat gibi sanat etkinliklerinin eşliğinde müziğin gelişmesini anlatıyor (“Nakkareni Çal ki Güç Kazanalım”. Orta Asya’daki Uygur Diyasporasında Toplumsal ve Müziksel Değişim). Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Fahri Türk’ün bildirisi Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan’da çok partili siyaset düzenini anlatıyor. Bu partilerin ortak özelliği, Turancılık anlayışı içinde olmalarıdır (Azerbaycan ve Orta Asya’da Değişim Sürecinde Ortaya Çıkan Turancı Siyasal Hareketler: 19892007). Bu 8 bildirinin ortak özelliği, baskıcı bir yönetimin uzaklaşmasından sonra, Türk devletlerinin kişiliklerini arama çabası içinde olduklarını anımsatmak içindir. GÖÇ YOLLARI Doğduğu yere alışan, kimliğini orada kazanan insan, yaşama düzeni bozulunca, yeni düzene uyum sağlayamayınca göç etmek zorunda kalıyor. Değil bir başka ülkeye, bir başka kente göçmek, alıştığı odayı değiştirmek bile tedirginlikten kurtaramaz insanı. Sofya Kurban İdilAltay’dan İli’ye, Çin’den Türkiye’ye göçün öykülerini yazarken göçmen için söylenen şu sözü anımsatıyor: “İlk nesil ölür, ikinci nesil çok çalışır, üçüncü nesil gerçekten oralı olur.” Her kuşak arasında 25 yıl var sayılırsa “oralı” olmak 75 yıla uzanan bir zaman dilimini kapsıyor. Usta romancımız Ayla Kutlu’nun Sofya Kurban’la ilgili değerlendirmesini anımsatarak öykülere değinmek istiyorum: “Sofya; Çin’in bizim Sincan diye adlandırdığımız eyaletinde sürgünlüğü yaşamış dört çocuklu bir ailenin bireyi. O topraklarda doğmuş, adı, bilge anlamında. Derin bir duyarlığı, yoğun bir edebiyat kültürü var. Onu ilk tanıdığımda dikkatimi çeken yanı heyecanı, coşkusu ve köklü edebiyata hâkimiyetiydi. Göç’te öyküleştirdiği yaşanmışlıklar çok içten; canlılıkları insanı sarsıyor. Birbirine bağlayarak kurguladığı öykülerdeki gerçeklik ve yaşanmışlık, okuru; zaman, mekân ve koşulların değişimine bağlı olarak süreğen biçimde sarsıp duruyor. Bunu SAYFA yaparken umudun hiç eksilmediğini yumuşak anlatımıyla vurgulayıp geçiyor.” Sözü hep Ayla Kutlu’ya bırakırsak benim yorumlarıma yer kalmaz. Kitapta yaşanmışlığın doğallığını taşıyan 19 öykü var. O doğallığı sağlayan Sofya Kurban’ın biçem özenidir. Doğa koşulları, değişik bir yönetimin acımasızlığı göç insanının yaşamaya alışmasını zorlaştıran koşullardır. Göç insanı çok çalışmak, az kazancını tutumlu kullanmak durumundadır. İdil (Volga) boylarındaki Kazan’dan bu küçücük Çin kasabasına göçenler oradaki daha yoksulları görerek avunuyorlar (Kömür). Kar aydınlığı vuran akşamlara Kutsal Kitap’taki söylencelerin büyüsü dolar, İstanbul bir düş kenti gibi anılır (Kış Akşamı). Aileden biri sayılan bir köpeğin varlığı yaşamanın yoksul akışını daha anlamlı bir duruma sokabilir (Aktaban). Uyuyan devi uyandıran “Kültür Devrimi” Çin’e yeni bir kimlik kazandıracaktı. Mao’nun başını çektiği devrim, başta göçmenler olmak üzere, çok insana kötülük etti. Mao ölünce yeniden yola koyulmak gerekecekti (Göçten Bir Önce). Devrim her zaman acımasızdır. O alışılmış yaşama serüvenini bırakmanız, Mao’nun yol gösteren sözlerini ezberlemeniz gerekecektir. Göçün oluşturduğu yeni koşullara uyum sağlayabildik mi? Eski anıları depreştiren bir “mektup” bizi kendimizle başbaşa bırakacak. Yeniden göç yollarına düşmek; Mao örneği dik yakalı ceketiyle, yüzlerindeki yabancılıkla yeni yaşama koşullarına sığınmak gerekecektir. “İdil Boyları”ndan Almatı’ya, sonra da İstanbul’a uzanan göç yollarının öyküleri bunlar. Sofya Kurban yer yer Tatarca, Uygurca, Çince sözcüklerle öykü ortamını canlı tutmaya çalışmış. Örnekse Orta Asya halkları arasında “abla”ya “apa” deniyor. Altmışını aşan Naciye Apa’yı anlatırken “alt katı mutfağa bağlayan merdivenleri yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle çıktı” diyor. ÖYKÜDE YENİ BİR SOLUK “İdil Boyları”, Sultan Galiyev, Sadri Maksudi, Yusuf Akçura, Zeki Velidi gibi Türkiye için de özel yeri olan insanları yetiştiren bir ülke. Sovyetlerden sonra Türk cumhuriyetlerindeki kültür değişimleri bildirilerini derleyen Gönül Pultar Sadri Maksudi’nin torunu. Türkçenin dalgalandığı geniş bir coğrafyada nice ulusların kendi benliğini bulmak için giriştiği savaşımdan öğreneceklerimiz var. Türkler gibi göçebe ulusların değişen koşullara uyum sağlaması kolay sanılır. Yolculuk her zaman yorucudur. Üç göç, altından kolay kalkılmayacak yıkım demektir. Bilimsel bildirilerin yanı sıra, edebiyata yansıyan özellikleriyle bu gerçeğin bilinmesinde özel bir anlam var. Bilimsel bildiriler, o gerçekleri yansıtan öyküler kadar etkili olmaz. Bu bakımdan “İdil Boyları”ndan gelen Sofya Kurban’ın öykülerinde insanı etkileyen daha gerçekçi bir anlatım var. Ayla Kutlu diyor ki: “Sofya’nın sürgün dünyası; benliğini algıladığı çağdan başlayarak, yaşadığı topraklarda eğreti ve korunaksız olduğunun bilincine vardığı zor bir yaşam atmosferi. Aile dağılmış, dışlanmış ve yoksul. Onun bunlardan çok, yaşanan ve yaşanabilir olan sürekli korkunun farkında oluşu, yapıtını özgün kılan yanlarından biri.” Kültür değişimleri kolay benimsenmiyor. Sofya Kurban’ın Göç öyküleri dayatmacı bir kültürün insanları nasıl dağıttığını, benliğini bulma çabası içinde nasıl savaşım verdiğini anlatıyor. Sofya Kurban abartısız anlatımıyla çarpıcı öyküler yazıyor. Onun insanda yoğunlaşarak nice bilinmeyeni açıklığa çıkaracağını umalım. Aramıza hoş geldin Sofya Kurban! ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 18 ? 26 NİSAN 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1158