06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K S inemamızın son kırk yılına damga vurmuş, yaygın söylemle bir “auteur sinemacı”, yaratıcı sinemacı var: Erden Kıral. Kanal, Bereketli Topraklar Üzerinde, Dilan, Hakkâri’de Bir Mevsim, Ayna, Av Zamanı, Mavi Sürgün, Vicdan… Bu filmlerde gönüldenlik kurduğu, işbirliği yaptığı yazarlar sonra; Halikarnas Balıkçısı, Orhan Kemal, Sevim Burak, Tezer Özlü, Güner Sümer, Yılmaz Güney, Onat Kutlar, Ferit Edgü, Ömer Polat, Nedim Gürsel, Hasan Özkılıç… Bir yazarlar yelpazesiyle iç içe yaşadığı düşünülebilir onun. Bu dile getiriş, yalınkat bir uyarlamacı konumuna düşürecekse eğer onu, büyük haksızlık olur… Çünkü sanatın pek çok dalından beslenen, yaşamını sanatla, bunun göstereni bağlamında sinemayla değiştirmiş, göze girip şişkinleşmektense sanatı için pek çok şeyi göze almış biri o. Erden Kıral, bir sinemacı değil yalnız, yazı dünyasının mutfağını bilen, bunu bilmekle kalmayıp pişirdikleriyle sofra kurmuş bir “yazar” aynı zamanda… Yoksa edebiyatla içlidışlı uyarlamalarına, bu alandaki parlak başarılarıyla senaryo yazarlığına, ortaklığına bakıp bunlardaki ustalığa bağlamak kolaycı tutum olurdu. Elbette o yaratıcı bir sinemacı, ama sözcüğün tam anlamıyla işinin ustası bir yazar da ayrıca. Bu doğrultuda “auteur” kavramına değinmemek elde değil. Sinemabilimci Hakan Savaş’ın, Sevcan Sönmez’le yaptığı söyleşide, bu kavramla ilgili açılımından aktarıyorum: “Auteur, dilimize ‘yazar’ olarak çevrilince, auteaur sineması denildiğinde anlaşılan şey de ‘yazar sineması’ oluyor ki bu pek doğru değil…/ Auteur, nevi şahsına münhasır demektir. Sanatında kendine özgü bir dil, bir anlatım yakalamış kişidir. Dolayısıyla aslında auteur olmayan sanatçı yoktur. Bu nedenledir ki, bir yönetmen, eğer gerçekten yönetmense, yani sanatçıysa zaten auteurdür. Çünkü bir sanatçı olan yönetmenin filmi özgün, yeni, tek (biricik) olmak zorundadır. (…)/ (…) Bu nedenledir ki, eseriyle ait olduğu sanatın alanına bir değer katan her sanatçı auteurdür.” (Dünden Bugünden Edebiyat, Mart Nisan 2012, sayı 5) İşte bu yaratıcı sinemacı, onca filmin ardından verimlediği ilk kitabıyla yazınsal alanda da ustalığını ortaya koyuyor: Aynadan Yansıyan Hatıralar /Benim Güzel Günlüğüm (Agora, 2012) ERDEN KIRAL’A DOĞRU YOLCULUK FİLMİ... Alin Taşçıyan, Kıral’ın ricasıyla, kızının çocukluk arkadaşı olarak kitaba yazdığı, “Film Gibi Bir Kitaba, Sıra Dışı Bir Önsöz” başlığı altında şunları söylüyor: “Erden Kıral 1970’li yıllarda Türkiye sinemasını hem biçim hem içerik yönünden yenileyen, siyasallaştıran, tamamen ticari bir boyunduruk altında kalmaktan kurtaran, yapımcı/yapımevi merkezli ve star odaklı Yeşilçam’ın yanı sıra yaratıcı yönetmen/auteur siSAYFA 16 ? 26 NİSAN itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Bir yaratıcı sinemacı: Erden Kıral... neması anlayışını getiren kuşağın hâlâ dinamik biçimde çalışan ve üreten tek temsilcisi… “Anılarını kısa ve orta uzunlukta planlarla kurguladığı bir film gibi tasarlamış! Meslek hayatını ana hatlarıyla ve filmografisi ekseninde yansıtıyor bu kitaba.” Taşçıyan’ın değerlendirmesine katılmamak elde değil. Ne ki içine girdiğinizde filmlerindekine benzer biçimde bir tat koygunluğuyla karşılaşıyorsunuz kitapta. Hani öykünün eksiltili anlatımı olur ya, Erden Kıral da tıpkı onun gibi filmografisi çerçevesinde, filmlerine odaklandığı her bölümde birer öykü incisi halinde işliyor bunları adeta. Bu yüzden Kıral’ın yapıtını, bir yaratıcı sinemacının acılara bata çıka yaşadıklarını uzak bakışla, zamanın süzgecinden geçirerek dönüştürdüğü bir lirik hüzün eşliğinde okuyorsunuz, herhangi Erden Kıral filmini izlercesine… Gerçekten de müthiş bir yazar tartımıyla, ama Taşçıyan gibi söylersek bir yönetmenin film çekerkenki tutumuna benzer biçimde kaleme alıyor Erden Kıral anılarını. Hem yazdıklarından hem de kitaba yerleştirdiği filmden tatlar alıyorsunuz. Zaten yazarlıktaki ilk adımı da yazarlarla ilişkisi çerçevesinde başlıyor Kıral’ın: “Fahir (Aksoy), Salim Şengil’in Dost dergisinde naif resim üstüne kuramsal yazılar yazıyordu. (…) Fahir sinema üstüne yazmamı çok istedi. İlk yazımı bu dergide (Dost dergisi) yayınlamıştım” (11, 12) O halde Erden Kıral’a gecikmiş bir 1950 kuşağı yazarı, kuşak üyelerinin dönem boyunca yansıttığı sanatsal dönüşümün sinemadaki ardılı, hatta temsilcisi gözüyle de bakılmalı! Kitap, üç farklı düzlemde kaleme alınmış yazılardan oluşuyor. “Erden Kıral kitabı” adını verebileceğimiz yapıt, yazarını da ortaya koyuyor böylelikle. Bunlar; 1. Erden Kıral’ın bizi buluşturduğu anıları, 2. Erden Kıral’ın daha önce kaleme alıp yayımladığı yazılar, 3. Başka yazarların doğrudan Erden Kıral’ı ya da filmlerini konu alarak verimlediği yazılar. Bunları harmanlarken Erden Kıral, bizi bir yamalı bohçayla buluşturmuyor ama. Eklediği siyah beyaz fotoğraflarla çevrimsel derinlik de katıyor yapıtına. Son sayfadaki fotoğrafta “Bir kere olsun başımı okşamayan babama…” altyazısıyla da soy yazıncı, sinemacılara özgü vakur duruşlu bir “final” yapıyor. Bu erden çocuğu, Onat Kutlar’ın Gündemdeki Sanatçı’sından alıntıyla gelin daha yakından tanıyalım: İlkin kim bu baba, ona bakalım mı: “[S]ert ve konuşmayan karakteri(yle), uzak denizlere gidip aylarca dönmey(en), özle(nen)” hep… (YKY’den alıntı, 183) Babayı özleyen Gölcük’teki çocuk? “Daha yedisekiz yaşındayken mahalle arkadaşlarına bodrumda sinema oynat(an), sokak direklerine kendi eliyle yaptığı film afişlerini as(an)” bir cinçimdik o… ERDEN KIRAL YA DA YÜREKTEKİ GERGEF... Gelin şu sinema tutkunu çocuk büyümüş, düşlerini yaşamaya koyulmuş olsun: “Sinema okullarını çok önemsiyorum. Ne ki en iyi okul, setlerdir. … Kemal Film Platosu benim için bir okul olmuştu. Osman Seden şehir efsanesiydi…” “(O,) Hollywood sinema“Bir filmi izlerken salonun ortamı ve izleyen seyircilerin arasındaki görünmez gerilim hesaba katılmalıdır. Topluca yapılan bir ayin gibi, hem kalabalığa, hem de filme kendinizi vererek katılırsınız.” (57) İlk filmi Kanal, bütün öğrendiklerinin sağlamasını yaptığı çalışma olmuş, ama alnının akıyla çıkmıştır bu ilk deneyiminden. Giovanni Scognamillo, film için “Kanal bir ilk filmin tüm kusurlarından kaçınmayı başarmıştır,” (40) derken, Halif Refiğ de şu değerlendirmeyi yapıyor 1979’da onun için: “…[K]onusundaki bu yıpranmışlığa karşılık Erden Kıral’ın anlatımındaki rahatlık, canlılık ve akıcılık Kanal’ı ilgi çekici bir sinema olayı haline getiriyor. (…) …[İ]lk filmi için oldukça şaşırtıcı bir olgunluk…” “Erden Kıral sinema dilinin işlekliği, kıvraklığı, doğallığı, güzel görüntüler yakalamakta rahatlığı, filmine aksamayan bir akışı sağlaması, kalabalıkları yönetmekteki başarısı, genel olarak bütün malzemesine hâkimiyeti ile son yıllarda sinemamızda çıkış yapan genç yönetmenlerin en yeteneklisi göründü bana.” (Milliyet’ten, 39) AKINTIYA KARŞI YALNIZLIĞIN GÜCÜ... Yazınla da iç içe olduğunu söyledim ya Erden Kıral’ın; şu sözler ona ait: “Montparnasse’da bir gün ayaklarını sürüyerek, elinde filesiyle yürüyen yaşlı bir adam izledim. Bu, JeanPaul Sartre’dı Bir tütüncüye girip çıktı ve Raspeil’deki, muhtemelen Simone de Beauvoir’ın evine doğru yürüdü. Yanından gelip geçenler onu tanımadılar bile. İşte ünlü olmakla, tanınmış olmak arasındaki ayrım…” (29) Sinemacılar kadar yazın çevrelerinin de ilgi göstermesi gereken bir kitap bu. Konuya uzak yakın duran herkesin yapıtı büyük hazla okuyacağı, çekimine kapılacağı öngörülebilir pekâlâ. Çünkü iyi sinemacı değil yalnız Erden Kıral, kendini bu yönde geliştirmiş usta bir yazar da… Gogol’ün “Palto”suna gönderme yaparak söyledikleri, onun Yılmaz Güney’e dönük değerbilirliğini koymuyor yalnız ortaya, aynı zamanda sinemamızın kökenine yönelik önemli saptama da getiriyor: “Umut sinemamız için bir dönüm noktasıydı. (…) …Tüm bu sinemacılar, Umut’ta görülen o at arabasından inmişti. Biz hepimiz o faytondan indik. Yılmaz Güney sinemamıza çok büyük bir enerji getirdi.” (13) Onat Kutlar, “Erden’e Küçük Bir Sinopsis” başlığı altında şöyle demişti Gündemdeki Sanatçı’da onun için: “’Ben hiç yaşamadım,’ diyordu yakın dostlarına. ‘Sinemayı saymazsam… Sadece sinema yaşadım. Yirmi dört saat.’” Nitekim “Tezer (Özlü de), ‘Gölcük’ten yola çıkan bir adamın Avrupa’da tanınması inanılmaz,’ diyor…” (57) Biz ne kadar tanıyoruz onu? Vicdan’ın “Altın Portakal”daki gösterimi ardından, Antalya’dan aynı uçakla dönmüştük İstanbul’a. Tekerlekli valizini çekiyordu peşi sıra Erden Kıral. Yalnızdı, ama gücü de işte buradan geliyordu… “Ünlü olmakla, tanınmış olmak arasındaki ayrım”dı bu… Evet, o böyle yaşadı. Bizse, onun bizlerin ayağına serdiği filmlerle kaplı bir yaşam havı üzerinde yol alıyoruz, Erden Kıral’la aynı çağı soluyan yaşamdaşları olmanın mutluluğuyla… ? sının, özellikle Hitchcock’un etkisinde kalmıştır. Bir çırak, ustası gibi film yapmıyorsa, o usta çok büyüktür. Osman Seden de bana kendi biçemini aşılamak yerine benim kendimi bulmama yardım etmiştir. Teoriler ve dogmalar öğreterek değil ama benim öğrenme özgürlüğüme olanak sağlayarak…” “Aslında bir film yaparken kendinizi gerçekleştirirsiniz. İtiraf etmeliyim ki bir filmin gerçeğini ancak film bittikten sonra kavrayabilirsiniz.” “Esasen, film anlam yaratma sanatıdır bana göre. Nesnelerin, dış dünyanın hiçbir anlamı yok! Ona anlam katan aslında bizim bakışımız. (…) Özünde sinema, nitelikli üçkâğıtçılıktır.” “Çalıkuşu (1965) filminde baş asistandım. (…) Çalıkuşu, Osman Seden’in başyapıtıdır.” “Ben film yapmaya dair her şeyi bu filmde öğrendim.” (7, 8) Öğrenmenin sonu olabilir mi hiç? Nitekim şöyle diyor Kıral: “Daha sonraki yıllarda şunu öğrendim: Bir filme en zor ve en önemli sahnelerle başlamak gerekir. Çünkü ekip zamanla yorulur ve oyuncuların oyunları düşebilir.” (36) Kıral’ın öğrenmelerinin sonu gelmiyor zaten. Her yeni çalışmasıyla yepyeni düşüncelere, farklı ufuklara açıyor kanatlarını. Gençlik yıllarında İstanbul’da, Paris’te izlediği filmler de var öğrenilerini geliştirdiği. Onun için sinema salonu bir büyü odası zaten: 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1158
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle