06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

utma m. Bu ik bir ği çok utkan . Bir gelerin çıplakştak’ın m. g ran yokıyorsu döneet dösı gereğil msuz n Türünkü yapmlandemebu yau anyan bir nemaı film ih’in İzlediı yazarçıka MUŞ k’i yazfilmi da. Bir Ahir halen. san diyok. rihi ik serm. Domakitaplar u kırdı im işibasıy ? dık. Ama sizler sayesinde, romanlaştırılıp okuduğumuzda bu karakterleri daha derinlikli, daha çeşitli okuma fırsatı buluyoruz. Buradan hareketle sizdeki Fatih Sultan Mehmet’i konuşalım biraz da… Ben bu romanı yazdıktan sonra Fatih’i daha çok sevdim. Çünkü insan olarak onu anlamaya çalıştım. Beş yüz yılı geçen bir zaman diliminde yaşamış dünyaya mal olmuş bir hükümdar Fatih… Okuduğumuz kaynaklardan ve verilerden yola çıkarak bir psikolojik profil ortaya çıkarıyoruz ama ben orada çocuk Fatih’i gördüm. On iki yaşında eline büyük bir oyuncak olarak taht verilen, sonra da hiçbir suçu yokken elinden alınan şehzade… Diğerleri gibi elinde iki şık var: Ya öldürülecek, ya da tahta çıkacak. Bunun ne korkunç bir durum olduğunu düşünebiliyor musun! Edirne Sarayı’ndan annesiyle Manisa’ya gönderilen, sonra Amasya’ya giden çocuğu anlamaya çalıştım. Daha sonrasında da varlığını ispat etmeye çalışıyor. Büyük zaferler kazanan bir hükümdar var karşısında, babası II. Murad. Ona karşı kendisini ispat etmeye çalışıyor. Daha büyük bir iş yapması, Konstantinopolis’i fethetmesi gerekiyor. Ama aynı zamanda kendine Büyük İskender’i, Gaius Julius Caesar’ı örnek alan dünyayı hakikaten zaptedebilecek potansiyele sahip bir adam var. Bir yanıyla şair, diğer yanıyla katı bir devlet adamı var… İşte bunları, oradaki adamın iç dünyasını anlamaya çalıştım… Ortada müthiş bir babaoğul ilişkisi var ve çok güzel anlatıyorsunuz romanda bunu! Babayla hesaplaşmak mühim bir meseledir bizde de… Çocuklar babalarıyla hesaplaşmalılar. Hesaplaşırken özeleştiriden söz ediyorum. Bizde babayı öldürmek metaforisi Batı’daki kadar yaygın değildir. Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı) gerçekten babasını öldürmüşse de bununla hesaplaşıp romanını yazmamıştır. Belki de bizim çağdaşlaşamamamızın nedenlerinden biri bu olabilir: birey olamama hali. Babanın gölgesinde olmak. Baba da padişahın, kralın, imparatorun, başbakanın temsilcisi aslında. Onlar aynı zamanda yetkiyi dinden ve tanrıdan alıyorlar. Böyle bir hesaplaşma yaşanamıyor. Yaşanamadığı için de biz sağlıklı ve çağdaş vatandaş olamıyoruz. Vatandaş olamayınca da demokrasi sağlıklı gelmiyor. Batı bu hesaplaşmayı yaptı. Bu hesaplaşmada batı babadan tamamen koptu. Biz böyle yapmamalıyız elbette. Olumlu yönleriyle baba kahramanlığı mümkündür. Benim kahramanım babamdır mesela! O halde, babalarını öldürenler büyük adam olur, Müştak gibi babası tarafından öldürülenlerse hiçsizleşir diyebilir miyiz tamamen metaforik anlamda? Gerçek anlamda hemen kendi düşüncemi söyleyeyim: Fatih babasını öldürmemiştir! Ama kafa olarak evet babayı öldürdü ve tahta geçti! Fatih, babası II. Murad’ın barışçıl siyasetini reddetti. Biz sesimizi çıkarmazsak, bizi yok ederler düşüncesinde. Buradan bakınca, bir kültür olarak evet, yok etmiştir. Öte yanda da evet, Müştak da maalesef babasını öldürememiştir! Hâlâ babası ona emreder, kötüler. Toparlarsak, roman kendi kabuğunda yaşayan, kabuğunu kıramamış Müştak Serhazin’le, kendi kabuğundan öte dünyayı halt etmeye çalışan Fatih’le arasındaki çelişki üzerine kurulmuştur. ? Osmanlı’nın bilinmezliklerine uzanan bir roman ? Serpil Durak TUNÇER iri sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi, bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?” Ahmet Ümit, Sultanı Öldürmek adlı son romanına bu düşündürücü soruyla başlıyor. Bu, romanın ana karakteri ve anlatıcısı olan Müştak Serhazin’in, içsel sesi aracılığıyla kendisine ve bir yandan da okuyucuya yönelttiği sorudur. Sorunun yanıtı bulunabilirse onun karmaşık kişiliğini örten giysiler birer birer çıkartılacak, o benzersiz ruhsal dünyası çırılçıplak kalacaktır. Çırılçıplak kalmış bir ruh, evet ama bu sadece Müştak Serhazin’in ruhu mu, yoksa onun şahsında bütün insanlığın içsel dünyası mı? Müştak Serhazin toplumda saygın yeri olan bir tarih akademisyenidir. Çevresi tarafından iyi, kibar, dürüst bir insan olarak tanınmaktadır. Ancak ondaki “iyi insan olma hali”, toplumun kişilere empoze ettiği erdem ve değerlerin ödünsüz yaşama geçirilmesi sorumluluğunun yükü altında ezilen kaygılı bir kişilik modelidir. Geleneksel toplumsal değerler karşısında bir kaos yaşayan Müştak, zihinsel karışıklıklar, ikilemler, hafızasına ilişkin kuşkular içinde kıvranmaktadır. Bu kuşkuları, onun kişiliğinde “psikolojik füg” olarak tanımlanan bir psişik bozukluk şeklinde açıklansa da, aslında modern bireyin çözümü ve aşılması güç, zaman zaman da olanaksız olabilen insanlık sorunları karşısında belli bir dereceye kadar doğal sayılabilecek çaresizliklerini, zayıflıklarını ve sapmalarını yansıtmaktadır. Modern bireyin tutunmaya çalıştığı ve umut bağladığı rasyonellik, akıl çerçevesinde sorunları değerlendirme ve evrensellik şeklindeki Aydınlanma düşüncesine dayanan yaklaşım, günümüzün gelişmiş kapitalist düzenine bağlı olarak karmaşıklaşan insan ilişkilerinden doğan sorunlara çoğu zaman yardımcı olamamaktadır. Bu olgu, günümüz insanının psikolojisinde farklı düzeylerde de olsa bozulmalara yol açmaktadır. Müştak Serhazin, kuşkuların zaptettiği iç dünyasında “Gerçekten iyi mi, yoksa kötü biri miyim? Masum muyum?” sorularıyla tüm benliğini tüketmektedir. Ahmet Ümit bu kez, suçu kovalayan karizmatik bir dedektifi değil, cinayet zanlısı olan bir karakteri; bir antikahramanı anlatıcı olarak seçmiş. Okuyucuya, Müştak karakteriyle özdeşleşmekten çok onun kuşkuları aracılığıyla suçun çözümüne ilişkin olasılıkları tartışma olanağı sunmak istemiş. Çünkü Müştak karakterinde okuyucunun özdeşleşebileceği, olayları akılcı yaklaşımlarla açıklamaya çalışan, tutarlı bir kişilik görülmemekte “B dir. Halbuki Müştak, gerçekten de tüm çabasıyla cinayeti çözümlemeye çalışmaktadır, fakat kuşkuları ona yalnızca belirsizlikler, bulanıklıklar ve sonsuz bir karmaşadan başka bir sonuç getirmemektedir. Müştak’ın kendisiyle ilgili kuşkularını adım adım izleyen okuyucu, onun iç dünyasında uzun bir yolculuğa çıkarak, onun sorduğu sorulara yanıt ararken bulur kendini. Bu anlamda, romanda klasik polisiye anlatı yöntemi olan, anlatıcının dedektif olması ve giz perdesini aralamaya çalışan dedektifin gözüyle okuyucunun olayı izlemesi söz konusu değildir. Peki, dedektif nerededir? Her zamanki gibi, “Komiser Nevzat” iki kişilik ekibi ile iş başındadır. Ahmet Ümit’in anlatıcı olarak Müştak’ı seçmesindeki neden, tarihsel arka planının yanı sıra, psikolojik altyapısı üzerinde temellendirdiği bir roman yazma çabasıdır. Bu nedenle, romanda Sigmund Freud’un “Dostoyevski ve Baba Katilliği” yazısına, romanlarında insanın psikolojik yapısına geniş yer veren Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’ye ve Lev Nikolayevich Tolstoy’un “Kröyçer Sonat” adlı yapıtına göndermeler yapılmaktadır. S. Freud’un konuyla ilgili tezine göre, baba figürü, ilkel insan sürüsündeki tüm kadınların sahibidir. Genç erkekler, babayı öldürmek zorunda kalırlar, çünkü ancak o zaman kadınlarla birlikte olabilirler. Yani, ancak babanın katliyle uygarlığın doğmasının yolu açılmıştır. Bu şekilde, roman bir koldan okuyucuyu tarihini düşünmeye ve tartışmaya yöneltirken, bir koldan da psikolojik tahliller yoluyla katili ortaya çıkarabilme çabası içine yöneltmektedir. Okuyucu, belki de Komiser Nevzat’tan önce katili bulabilme hevesine bile kapılabilir. ÖLÜMCÜL TUTKU Müştak Serhazin, takıntılı bir karakterdir. En büyük takıntısı ise bir kadındır. Yirmi bir yıl önce onu terk edip giden bir kadın. Tarih profesörü Nüzhet Özgen... Ölümcül bir tutkuyla sevmektedir Nüzhet’i. Onu her anımsayışında, üzerine Fatih Sultan Mehmet’in tuğrası işlenmiş olan gümüş mektup açacağını incecik bedenine defalarca saplarken bulur kendini. Öte yandan Nüzhet olmadan hayatın nı ? 1158 Sultanı Öldürmek/ Ahmet Ümit/ Everest Yayınları/ 518 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI hiçbir anlamı yoktur. Sadomazoşist bir ilişkidir bu. Elbette kökleri Müştak’ın çocukluğuna, her durumda onu kollayıp koruyan annesinin aşırı sefkatiyle, otoriter babasının katı davranışlarına kadar uzanır bu duygunun. Ailesinden gördüğü bu çelişkili davranışlar, Müştak’ı insanlarla ilişkisinde hep önce kendini suçlayan, masumiyetine kendini ikna edemeyen, en büyük zulmü kendine yapan bir kişi haline getirmiştir. Nüzhet ile ilişkisi de doğallıkla bundan payını almıştır. Hatta bu ilişkinin onun psikolojik travmasını iyice derinleştirdiği bile söylenebilir. Belki de o yüzden, yirmi bir yıl sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi onu arayan Nüzhet’in sesini duyunca önce şaşırmaz. Ama yaşayacakları, onun çok da normal olmayan psikolojik yapısını iyice altüst edecektir. Çünkü Nüzhet’i görmeye gittiğinde onun cesediyle karşılaşacak ve öncelikle kendini suçlayacaktır. Ama cinayet mahallinde bulduğu belgeler, kanıtlar ve yaşananlar, içinde masum olduğu umudunu doğuracak ve böylece kendini, nedenleri Fatih Sultan Mehmet’in yaşamına kadar uzanan bir cinayet soruşturmasının pasif yürütücüsü olarak bulacaktır Evet, soruşturmanın merkezinde Fatih Sultan Mehmet’in kuşkulu ölümü yer almaktadır. Çünkü, Müştak’ın ebedi aşkı Nüzhet Özgen “Büyük Hakan” üzerine bir tez hazırlamaktadır. Ama bu tezin konusu tam olarak bilinmemektedir. Böylece, okur, Müştak’ın ağzından Fatih Sultan Mehmet’in kırk dokuz yıllık fırtınalı yaşamına bir yolculuk yapma şansını bulacak, romanın güncel dokusu, tarihsel olanla koşut olarak akmaya başlayacaktır. Ana soru ise şudur: Fatih Sultan Mehmed eceliyle mi ölmüştür, yoksa bir suikaste mi kurban gitmiştir? Böylece, Müştak dışında, cinayet zanlıları olabilecek meslektaşları teker teker romandaki yerlerini alırlar. Tahir Hakkı, Müştak’ın hem çalışmalarına, hem kendisine değer veren babacan, tarih bölümünde hocaların hocası bir kişiliktir. Öteki akademisyenler Müştak’tan daha genç, sabırsız iki akademisyen olan Çetin ve Erol’dur. Çetin, tarihe ulusal çıkarlar açısından yaklaşmak gereğini ön planda tutan sert, öfkeli bir akademisyendir. Bu karakterlerin hepsinin de, cinayet işlemek için ortak bir nedeni vardır. Merak da, bu noktada başlar; gerçek suçlu bulunana kadar, okuyucu yazarın anlatımı ile yönlendirilerek bu karakterlerin hepsinden kuşkulanacaktır. Hatta zaman zaman okuyucu bu cinayetin ardındaki sır perdesinin asla çözülemeyeceği duygusuna kapılmaktadır. Romanın sonunda öne çıkan motifin katilin kim olduğundan çok katili, ya da insanı suça iten etkenlerin tarihsel ve psikolojik boyutta sergilenmesi olduğu görülür. Bu da romana sosyal, tarihsel ve psikolojik bakımdan çok katmanlı bir yapı kazandırır. Fondaki büyük aşk ise rasyonel mantıksal düzlemin romantik bir boyutta sınırlarını esnetip kurguya geniş bir açılım sağlar. Bu niteliğiyle metin, sadece bir polisiye roman değil, psikolojik, tarihsel anlatı özelliğini de kazanır. Ahmet Ümit’in öteki romanlarında olduğu gibi çok katmanlı bir metne dönüşür. İronik dille anlatılan, bu toprakların bütün tarihine göndermelerle dolu, kadim edebi metinlere saygı duruşunda bulunan zevkle okunan bir metin. Biz okurlara ise bu eğlenceli, merak ve bilgi yüklü metni keyifle okumak kalır sadece. ? 1158 26 NİSAN 2012 ? SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle