22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ursula Le Guin’den ‘Rüzgârgülü’ Le Guin’in rüzgârı Rüzgârgülü’nde, Le Guin zengin dünyasından farklı lezzetler sunmayı deniyor okura. Le Guin bir sorunun peşinden gidiyor: Duygularla savrulup giderken insan gerçekten yönünü bulabilir mi? ? Serap ÇAKIR e zaman Le Guin okusam kendimi şanslı hissediyorum, hem de koca bir ağaç kadar. Şöyle kökleri derinlere yerleşmiş, yeraltının engellerine aldırmadan en aşağıya, daha da diplere inen, salkım damar ayrılarak toprağa saldıran ve yayılan, yani yaşayan bir ağaç kadar şanslı. Gerçeği başka bir dünyadan bakarak algılamak, hüznü bir insandan değil de bir yaratığın kalbinden hissetmek, umudu başka bir sistemde aramak ve geleceği anarşist bir ruhla şekillendirmek. Bir kere Le Guin fantastik ve bilimkurgu edebiyatının kraliçesi. Yani siz kurmaca dünyalara bir kraliçenin zihninde beliren kapıdan giriş yapıyorsunuz. Önce size kapıyı tarif etmek gerekiyor belki de. Çünkü hâlâ Ursula K. Le Guin okumamış birileri varsa şayet, öncelikle yapması gerekenin Le Guin’in kapısını çalmak olduğunu bilmeli. Usta yazarın kapısı dille örtüşüyor. Çatıyı dille kuruyor kraliçe. Bunu yaparken dili konuşturmuyor, adeta ona her kültürde dans etme fırsatı sunuyor. Siz her bir kelimeyi gözlerinizle takip edip onu bir cümle olarak algıladığınızda ve bir diğerine geçtiğinizde belki de o anda samba yapıyor Le Guin, siz farkında olmadan. Çünkü 1929 doğumlu bu eşsiz yazar dili konuşturmaz ona samba yaptırır, kimi zaman çaça ve vals ve rumba ve daha her ne kadar çeşidi varsa. Romanlarında tercih ettiği dil eser boyunca devam ederken, hikâyelerinde bu dil adeta bir dans şölenine dönüşür. Hemen her öyküsünde bir danstan diğerine, keyifle geçirir okuyucuyu, kimi zaman şaşırtmayı da ihmal etmeden hem de. Kullandığı üslup belirli dünya görüşünü yansıtan ve daha çok okuyucuya karşıdan seslenen bir şekil alır. Siz önce eserin diliyle dalarsınız kurmacaya, sonra kurmacanın kendisine kapılırsınız. LE GUIN’DE DERİNLİK Le Guin’in dili size çok özel bir dünyanın kapılarını açar. Bu kapıdan girmek demek artık, gerçekle gerçekdışının birbirine bağlandığı, karşı kültürlerin konuşturulduğu, yaşam ve ölüm merkezli yani var olmanın temeline dayanan kurSAYFA 10 ? 26 NİSAN N gusal dünyalara giriş yaptığınız anlamına gelir. Le Guin bu girişin ardından sizi kahramanlarla baş başa bırakır ama La Loba misali iç seslerle okuyucunun zihnine küçük küçük sinyaller göndermeyi ihmal etmez. Hemen Ursula Le Guin her öyküsü yıkıcıdır, var olanı sürekli sorgulatır, “daha iyi”nin peşine düşer. İşte bunu da derinlikli üslubuyla başarır. Usta bir yazarın “kuzey” dediği zaman “aslında ben kuzey demekle kuzey yıldızını kastetmiştim” demesini bekleyemeyiz. Ama iyi bir okuyucu olarak iyi bir yazardan istediğimiz özelliklerden birisidir derinlik. Bu derinliği, tasarladığı öyküsüyle okuyucuya yansıtabilmesi de dilde hâkimiyet gerektirir. Le Guin, bunun için de biçilmiş kaftandır. Onun yaratıcı kurgusal dünyası dilsel zenginliklerle ve derinlikle doludur. Örneğin bir ırk yaratır ve onlar için bir de alfabe üretir. Tercih ettiği kelimeler kesinlikle politiktir ve mümkün olduğunca anarşik. Rüzgârgülü tam anlamıyla dilde karnaval örneği. Kurgusal derinlik dille pekiştirilmiş, okuyucuyu dışsal değil içsel yolculuklara çıkaran örneklerle doludur. “Kelimelerle anlatılan her şey daima eksik kalır” diyor yazar Rüzgârgülü’nün bir hikâyesinde. Bir olayı beş duyu organımızla birden algıladığımızı düşünürsek, yazarın bu konuda oldukça haklı olduğu söylenebilir. Bir elmanın tadını en çok dilimiz anlar, eşsiz bir dokunuşun hazzını derimiz, uçsuz bucaksız bir manzaranın görüntüsünü en iyi gözlerimiz kaydeder. 1812 Üvertürü’nden çıkan melodiler en iyi kulaklarımızda yankı bulur. Mükemmel bir yemeğin kokusu burnumuzda resmolur önce. Algıladığımız dünyayı resmetmek ya da yazıya dökmek meselesi de işte burada bir yeteneğe, bir sanata dönüşür. En iyi ve uygun şekilde hissedileni, duyumsananı yazıya dökme 2012 meselesi, usta bir kalemle birleştiğinde birebir olmasa da gerçeğine yakın bir hazzı uyandırabilir belleğimizde. Duyumsadığımız gerçekliği eksiksiz bir biçimde ifade eden ender yazarlardandır Le Guin. Bir gerçeğin farklı bir yolla dile getirilmesiyse şayet amaç, bunu yapabilecek en usta yazarla da karşı karşıyasınız söyleyeyim. EVRENİN RUHUNU ARAMAK Rüzgârgülü, Le Guin’in yazdığı yirmi öyküden oluşuyor. Öncelikle iki kitabın Le Guin’in üslubu ve dili açısından birbirinden neredeyse tamamen farklı olduğunu söyleyebilirim. Rüzgârın On İki Köşesi yazarın, gençlik dönemlerinde kaleme aldığı ve on iki yılı kapsayan bir süreçte yazdığı hikâyelerden oluşuyordu. Ressamların retrospektif dedikleri türe giren bir koleksiyon olarak da tanımlanabilecek öyküler daha çok Le Guin romanlarının da temelini oluşturan olay örgülerine sahipti. Mesela Rocannon’un Dünyası romanı “Semley’in Kolyesi” adlı öyküden yola çıkılarak yazılmıştı. Kitabın içinde bilime duyulan kör öfkeyi Paris’te Nisan’la anlatmaya çalışıyordu yazar. Sublime edilmiş bir öfke nöbeti olarak yazmıştı Görüş Alanı’nı ve bir ağaçsever olarak da Yolun Yönü’nü. Rüzgârgülü ise bu kitaptan çok daha derin bir üslupla kaleme alınmış. Her ikisinde de müthiş öyküler olmasına karşın, Rüzgârgülü’nde kapalı kutular olarak çıkar hikâyeler karşımıza. Alt metni daha fazla, göndermeleri daha yoğun bir Le Guin yazınına tanıklık ederiz. Kolektif delilik, birey olmak, yalnızlık, bir arada yaşamak, özgürlük ve tabi yaratıcılık gibi pek çok konu etrafında döner hikâyeler. Siyasal bilinç taşır ve müthiş bir hayal gücüyle beslenir. İlk öyküsü “Dip”te var olanı yeniden tanımlamış, türlerden topluluk yaratmıştır. Dilin, iletişimin ve sanatın içiçeliğini anlatan bir tablo gösterir bize. Hep önümüzde duran, baktığımız, sanatını yaptığımız, iletişime geçtiğimiz canlıları ters yüz eder. Taşın, toprağın, karıncanın ve hatta penguenlerin dilini çözer bizim için. Okuyucuyu ters okumalara davet eder. Penguenler şiir yazıyor, karıncalar derin edebiyat yapıyor olamaz mı? Yaşam ve ölümün birbirinden ayrılmazlığını her zaman gözler önüne serer Le Guin. Yer Deniz Öyküleri başlı başı na bir varoluş sorgusudur mesela. Aynı şekilde Rüzgârgülü içinde yer alan “Su Geniş” öyküsü de böyle bir sorgulamayı içerir: “Tut elimden çocuk! Karanlıktaki yabancı, derin sulardaki, tut elimden! Yüz benimle yüzebiliyorken biz. Birlikte boğulalım, çünkü tek başımıza kurtarılmayacağımız kesin.” Bu kısacık metinde bile tüylerimiz diken diken olur. Hem ölümün içindeki o çocuğun elini tutmak isteriz, hem de tek başımızalığımız gelir aklımıza ve ikinin tekten daha güçlü olduğu. Dedim ya şimdileri üç çocuk dört torun sahibi bu yaşlı çınar, alt metinleri bol, kapalı kutular hazırlamış okuyucular için. Kimi zaman kendi sesini yahut yaşamının küçücük ipuçlarını da aktarır öykülerinde. Çoluk çocuk sahibi, torun sahibi Le Guin aynı zamanda iyi de bir ev kadınıdır, eşiyle çocukları ve şimdilerde torunlarıyla da ilgilenen. “Güney”de “Genellikle bir kişi, alınan karar hakkında homurdanıyordu, hatta bazen sertçe. Ama homurdanmadan ve arada bir “Ben demiştim’ deme fırsatı olmadan hayat nedir ki? Antartika’da kızak çekmek şöyle dursun, ev işlerine veya bebek bakımına homurdanmadan nasıl katlanılır?” “Kadın olmanın” ağırlığını da çok iyi bilir usta yazar. Yıllar yılı hem çocuklarıyla ilgilenip, hem de mutfak masasında yemekleri pişirirken öyküler yazdığını biliyoruz. Ama bu durum onun kendi tarihini yazmasını, kaderini belirlemesini engellememiş. Güney öyküsünde şöyle der, tarihi yazanlar ve kahramanlar için: “Ama zaten kahramanlığın arka tarafı çoğu zaman üzücüdür; kadınlar ve hizmetçiler bilir bunu. Kahramanlığın bu nedenle eksilmediğini de bilirler. Ama elde edilenler, erkeklerin sandığından daha küçüktür. Büyük olan gökyüzüdür, yeryüzüdür, denizdir, ruhtur.” Hiç aklımıza gelmeyen dünyalar resmederken okuyucu için, doğumu, ölümü, yıkımı ve büyümeyi anlatırken, gerçekle gerçeküstünü harmanlarken, sistemler ve toplumlar yaratırken Le Guin, neden rüzgârı kullanmıştır diye de sormalıyız galiba. İki kitabında da rüzgâr kelimesinin bir anlamı olmalı usta yazar için ve rüzgârı önüne katmasının bir sebebi. Eserin sunuş bölümünde “Birisinin zihni hiçbir zaman onun kendi zihninden ibaret değildir, doğumunda bile. Ve insan yaşadıkça, öğrendikçe, kaybettikçe bundan daha da uzaklaşır” diyor Le Guin. Peki, nereye doğru gider, nereye savrulur zihin? Bir merkezi var mıdır, yönünü nasıl tayin eder? Pusulası nerededir? Şöyle devam ediyor Le Guin: “Ellerinde pusulalarıyla doğudan gelen istilacıların yerinden yurdundan ettiği Amerika halklarının çoğu dünyalarını, dört rüzgâr yönü iki ek yön, Yukarı ve Aşağı, temelinde yapılandırmıştı, bunlar merkezden/ kendinden/ buradan ve şimdiden yayılıyor ve ayinsel olarak diğer altısını içerebiliyordu ve işte bu da Evren’di. Dört boyutlu pusuladır bu, uzamsal ve zamansal, maddi ve ruhsal, Yeni Dünyanın Gülü.” Le Guin bu rüzgârlarla Evren’in ruhunu arıyor belki de. Rüzgâr, savruk bir zihne yön veren bir pusuladır. Bu pusulayı kişinin yararına kullanmak ise yine kendi rüzgârımızla belirlediğimiz rotayla mümkün olur. Öyküleri de her bir insan zihni gibi kendi yönüne gider Le Guin’in’ Böylece kuzey, güney, doğu, batı, dip ve tepeyle karşılaşırız. Ama bu karşılaşma da yine zihnin rüzgârla aldığı yolla, kişisel savruluşla belirlenir. ? Rüzgârgülü/ Ursula Le Guin/ Çeviren: Ümit Altuğ/ Ayrıntı Yayınları/ 272 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1158 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle