Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
içem... n, sapdım, a bir e İstanğim. a ” git git ğilse daha n ya da iş Türk ndilin içine si deği değil eriyor ndığıyaatihattin k’in, sadeHulun deyiz Tahkuyoası ni ımızın ne mutılarınBu a okuazılandan daana. lacak, e, akıarı benralaasıl Rifat’ın nını masının den hisRusmasaybul’danleyeki an, Franar ki, ir Yesemti nga dir... yol haİstanmalum İstanerKitapsizin ğil mi? da başktu. İsda kti. başka samaya z, iki or karr gün ya da ’ın bir ntısına ii yazbul avBey enlerarman Çe ? 1154 ? lik Bey’le dostluğumuz, ismini vermeden onun aleyhine yazdığım gayet yersiz bir yazıdan sonra başlamıştır. Bugün en çok özlediğim kişilerden biri. Diyebilirim ki, ‘İstanbul heyecanları’yla yaşayıp öldü. Sürekli ve “acayip” hızda değişen bir kente dair altmış yıla varan bir tanıklık... Çarpık yapılaşması, kültürün uğradığı erozyon düşünülünce, değişim gelişimle koşut olmayınca mustarip oluyor yazar da haliyle... Yer yer erke ve duyarsız sakinlerine atfedili, çokça tüh çeken, yazık edildi, ediliyor diyen yerleri de yok değil kitabın… Kitabı yazarken hissettiğiniz en baskın duygu hangisi olsa gerek; hüzün, erinç, coşku, hayranlık, hasret? Galiba tümü bir arada. Ama insan olarak da öyleyim herhalde. Şimdi bir erince kapılıp gitmişken hemen sonrasında hüzün; böyleyim. Ayrıca, yaşadığım İstanbul bunların tümünü art arda, iç içe zaten yaşatıyor. Evet, Emek Sineması’nın yerli yerinde kalması için dilimiz döndüğünce bir şeyler söyledik ama; bir gün koskoca Saray Sineması’nın yerinde yeller estiğini görünce donup kalmıştım. Oturup yazmıştım, elbette bir hüzün yazısıydı. Anne İstanbul’u da Yaşadığım İstanbul, “Bu çirkin dünyada çok özledim” dediğiniz annenizin canım İstanbul’u da... Annem İstanbul’un güzel bir zamanında yaşamış. Ama mutlu bir yaşam mı? Sanmıyorum. O dönemin bütün insanları, özellikle kadınları gibi, içe kapanıktı, susanlardan, söylemeyenlerdendi. Tıpkı babam gibi. Kol kırılır yen içinde kalır, o kuşağa ne kadar yaraşıyor! Annemin İstanbul’a dair sevinçleri vardı, mesela baharın gelişine sevinirdi, kırlarını canavarca tüketmemiş İstanbul’da, gelincikler, papatyalar... Varlıklı insanların az berisinde orta halli bir aileydik. Annem, “Şahane Bir Tuvalet” hikâyesinde anlattığım gibi, dar olanaklı hayatından şikâyet etmemeyi bilirdi. O kuşağın uçsuz bucaksız özverisi beni her zaman etkiledi. Ölünceye kadar da etkileyecek. özneye yerleştiren bir romanın tadı tuzu eksik midir sizce? İstanbul’u tüm duygularıyla tam bir insan olarak konuşturan bir kitap yazsanız neler söyletirdiniz ona? Yaşıyorum İstanbul’da, gittiğimiz, bir anlamda sığındığımız mekânlar, nefes aldığımız yerler, deniz kıyıları, eşsiz tarihi yapılar... Bunlardan dolayı İstanbul’u hep korumak geçiyor içimden. Ama bugününde İstanbul’a dair bir romanın pek tatsız tuzsuz kalacağını da inkâr edemiyorum. İstanbul’u konuşturabilseydim, “Durun artık! İlişmeyin bana...” dedirtirdim... “SEVENİM DE OLDU, NEFRET EDENİM DE. SUSTUM. KİMSEYE KIRGIN DEĞİLİM” Bir yerde okumuştum; “mükemmel bir gerici” misiniz sahi? Kırk beş yıldır yazı dünyasının içindeyim. Benden, yazdıklarım sebebiyle sevgiyle de söz açanlar oldu, handiyse nefretle de. Her Gece Bodrum, Ölüm İlişkileri, Cehennem Kraliçesi, bu romanlar dolayısıyla bireyci, küçük burjuva edebiyatının temsilcisi sayıldım 1980’lerde. 2000’lerde bir gün Varlık dergisini açtım, değerli Erendiz Atasü’nün Cehennem Kraliçesi için yazdığı incelemeyi okudum; hiç yalan söylemeyeceğim, hıçkıra hıçkıra ağladım. Erendiz Atasü’yle tanışmıyorduk, yani bir iki telefon görüşmesi, Ankara’da bir televizyon programı, o kadar. Ona telefon ettim, o andaki sevincimi, coşkumu şimdi de duyuyorum... Benden kaynaklanmayan sebeplerle oradan oraya savruldum ya da daha doğrusu, savrulmak zorunda bırakıldım. Beni okuyanlar bilecek, susmayı tercih ettim. Kimseye kırgın değilim. Kimseye bu olup bitenlerden dolayı saygımı yitirmedim. Karşımdakini anlayan bir insan olmaya çalıştım. Derin acılar duyduğum zamanlar oldu. Tanpınar, güncesinde, “in”ine çekildiğini söylüyor; inime çekilmeye çalıştım. Uygarca yaşamayı, birlikte var olmayı, birleştirici olmayı özlemek kimilerince gericilikse, mükemmel bir gericiyim. Bu arada kitabınızda “Osmanlı tarihinden yıllar yılı korktum” diyorsunuz. Neden? Ayrıca IV. Murat ile ilgili bir roman yazmayı hep tasarladığınızı da okuyoruz. Bunu da anlatır mısınız? IV. Murat’ı yazmaktan vazgeçmiş değilim. Zaten iki yüz sayfayı aşkın bir ham yazış var elimde. Araya Bu Yalan Tango girdi, Yağmur Akşamları girdi. Çünkü Osmanlı dönemi için kaleme getirilmiş tarihler tezatlar toplamı. Hatta, aynı tarihçi, aynı eserinde kendisiyle çelişiyor. Sizin bir senteze ulaşmanız şart. Hatta, tarihten bağımsız, ‘tarihî’ olmayan bir roman yazsanız bile. Başka hangi yapıta ya da yapıtlara hazırlanıyorsunuz? Bir roman: Mel’un / Bir Uz Yarılması. Yarısındayım. Değer görüldüğünüz Aydın Doğan Ödülü… Beklemediğinizi, şaşırdığınızı okumuştum… Neden? Beklemiyordum gerçekten, hatta bu yıl öykü dalında verileceğinden haberim yoktu. Her saygın ödülde olması gerektiği gibi, siz başvurmuyorsunuz, seçici kurul sizi ödüllendiriyor. Bence bu çok önemli. Seçici kurula teşekkür ediyorum... ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Yaşadığım İstanbul/ Selim İleri/ Everest Yayınları/ 320 s. 29 MART 2012 ? SAYFA 9 ? “BUGÜNÜNDE İSTANBUL’A DAİR BİR ROMANIN TADI TUZU EKSİK!” Biliyorum İstanbul’daki en’lerinizi sormak kuşkusuz sizi sıkıntıya sokmaktır ama sordum bile; en özlediğiniz; yaşamayı en arzu ettiğiniz, yaşamayı hiç tercih etmeyeceğiniz, en şaşaalı, en hazin, en karışık, en huzurlu, en üretken, en savruk dönemleri, zaman dilimleri hangileridir? Semt: Bir yaz günü Boğaziçi’nde bir kıyı semti, her iki yakada da. Mimari yapıt: Yüzyıllardan kalma, nasılsa çokça dokunulmamış, küçücük bir semt camii. Kuzguncuk’ta olduğunca, hemen bitişiğinde ya da az ötesinde yine küçük bir kilise. Gelenek: Yaz sonu, hiç değilse bazı evlerde, kış sofraları için hâlâ kurulan turşular. En özlediğim dönem, çocukluğumun 1960’a kadarki, hayal meyal hatırladığım ortamı. 1930’larda Türkçe tangolar dönemini yaşamak isterdim. Mütareke dönemini yaşamak istemezdim. Melling’in gravürlerindeki İstanbul bence çok şaşaalı. Bizans’ın sonu bence çok hazin. Genç Osman’ın sonu en karışık; en huzurlusunu bilemiyorum. Üretken ve savruk dönemleri saptamak ise hayli zor. Çünkü İstanbul hemen her çağında üretmiş, hem de mirasyedi savurganlığıyla harcamıştır. Bugünün İstanbul’unu kent olarak CUMHURİYET KİTAP SAYI 1154