Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Güven Turan’ın Toplu Şiirler zincirinin 19942010 halkası ‘İkinci’ ‘Şiirimin hayranı değil, yargıcıyım!’ man da ağız dolusu “ey biz gafiller” diyebilen bir şiir… Yanıldıysam yanıldım ama sormadan edemezdim… Sizi örnek aldım (bir de kısa sormayı becerebilsem) cesur gittim yani, gerisini şair bilir! Gerisini şair bilir demişsiniz ya, kuşkuluyum şairin bilgisinden! Hatta bilmese daha iyi bence. Bakır Çalığı’ndadır: “Şiiri şairinden kurtarmak gerek” gibi bir laf etmiştim yıllar önce. Şiiri şairine sormak yanılma payını bir hayli yüksek tutar. İnsanın sesini (konuştuğu andaki sesini) bilememesi gibi… Hadi bir aforizma daha: Her şair, yazabildiği şiiri yazar. Hayır totoloji yok bu sözümde, değerlendirme var. İşte ben de bunu yazıyorum… Evet, kısa şiiri seviyorum. Dili de dilin “omuriliği” olan şiiri de yüklerinden, kirlerinden (yıllar yılı üstüne biriken her türlü klişeden) arıta arıta, kazıya kazıya yazmayı seviyorum. Yalın bir derinliğe ulaşmayı deniyorum epey bir süreden beri. “Yüz Bir Bir Dize”, tek dizelik şiirlerden oluşmuştu. Ama onları yazarken, daha bitirememişken hem hiç de kısa sayılmayacak “Görülen Kentler”i yazmaya başladım hem şimdilik Gece Yazısı dergisinin sayfalarında duran yazarlık hayatımın en uzun şiirlerinden “Mukaddime”yi bitirdim… Diyeceğim, tamam, sözü uzatmayı sevmiyorum. Öte yandan her şiir kendi sözünü, kendi temposunu, sesini ve elbette uzunluğunu seçiyor. Yani, çağın hızıyla falan ilgisi yok bence, bakın eski Çin şiirine, Japon şiirine, zamanın en ağır ağır aktığı çağlarda en yoğun şiirleri yazdı şairler. “İZLEK ŞİİRİN ÇEKİRDEĞİDİR, BENİM DÜNYAMDIR” Öncekini hesaba katarak yazmak ne demek? Böyle mi kurulu çatı her iki toplamda da? Şu toplam, şu izlek meselesini bir açar mısınız? Teknikle ne kadar içli dışlı bir şairdir ayrıca Güven Turan? Evet, benim her şiirim, daha önce yazdığım bir şiire ileneklidir… Taa başından beri. Her kitap da birbirinin içinden çıkarak var oldu. İlk “Toplu Şiirler”imde yer alan ilk şiir, “Karanlık Gezinti”, ilk kitabım “Güneşler Gölgeler”in en eski şiiri değildi. Kitabımı kurarken bir menzil taşı olarak gördüm o şiiri ve kitabımın başına koydum. 1963’te, daha on dokuz yaşında yazmıştım o şiiri ama bugün bile yeni hazırlayacağım bir şiir kitabımın başına koya2012 ? rüy re” rin vad “Çıkış” Alanlar beş kit şiirin y meyi b kana k Güven Turan’ın 19942010 arasında yayımlanan kitaplarını birleştiren Toplu Şiirler zincirinin yeni halkası İkinci raflarda. “Toplu Şiirler” adlı ilk halka ise şairin ilk beş yapıtını bir arada sunuyordu: “Güneşler… Gölgeler… ”, “Peş”, “Sevda Yorumları”, “Bir Albümde Dört Mevsim” ve “İkaros’un Uçuşu”. ‘İkinci’ ise Güven Turan’ın kronolojik izlekte bu yapıtlarından sonra yayımlanmış yedi kitabını sunuyor okurlara; “101 Dize”, “Görülen Kentler”, “Gizli Alanlar”, “İz Sürmek”, “Cendere”, “Çıkış”, “Dönüş”. Coşkuyla “dünya şiir dolu” diyen Güven Turan’la Toplu Şiirler zincirinin bir sonraki halkası İkinci‘yi konuştuk. ? Gamze AKDEMİR ısa şiirin uzun öyküsü… Kısadaki kıssadan hisse durumu… Arif olan anlar duygusu değilse de yok gerek bol lafa, yok gerek lama cime düsturu (mu?)… Kestirmeden gitmek de değil sonra (hoş o da yanlış mı? Olsa olur yani)… “Karnımda yanıyor dizeler, uzatmak niye” değil de ne? Şiire her daim ihtiyacı olagelen/olagelecek gezegene, çağın son süratine “madem öyle işte böyle” demek sonra… Kısa, kesin, kimi yumruk, kimi zarif dokunuş ama çokça da heyhat diyen, zaman zaSAYFA 10 ? 29 MART K rım. Buradan “izlek” konusuna geçebilirim. İzlek, şiirin çekirdeğidir. Dilbilimsel anlamıyla “mesaj”dır o. Benim dünyamdır izlek. Bir tek, izlek üstünde gitmedim ama bir izlek var ki dönüp dolaşıp karşıma çıkıyor ve “beni yaz!” diyor. Sonra yolculuk... Çok yolculuk yaptım. “Görülen Kentler” sadece bir bölümü. Sonrası da var… Yalnız dış yolculuklar da değil, iç yolculuklar da var. Aşk bir iç yolculuktur örneğin. Teknik çok fazla ilgilendirmiyor beni tek başına. Tekniğin izlekle harmanlanması beni ilgilendiriyor. Buna da “form” diyorum ben. Nedense, formu biçim diye çevirmiş bir zamanlar birileri… Yanlış yapmış! Geniş kitlelerin kullandığı ortak, yalın bir terminolojiyi kendine özgü, anlamlı ve yüreğe süzülür kılmak… Biçem, duruş, mesafe, konum sahibi şair kişi olmak… Şiirinin bulunduğu noktayı yapıtlarıyla eşik eşik değerlendirir mi şairi? Kendi adıma, ben daha ilk ama sahiden ilk (7 Ocak 1960’da yazmışım ilk şiirimi. Bütün şiirlerimi saklarım, o da duruyor) şiirimi yazarken, “edebiyatı” düşünerek yazmaya başlamıştım. Bunun içinde şiiri bilmek gerek diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Yazarken okumak, çok okumak, okuduklarımdan ayrılarak yazmak… Sadece Türkçe şiirde değil, erişebildiğim kadar yabancı şiirlerle de “hesaplaşarak” yazmak… Başka şairleri elbette haz duygusunu yitirmeden didik didik incelemek. Etkilenmeyi çok önemsediğimi, etkilenmekten korkmadığımı, bunun taklit etmek anlamına gelmeyeceğini daha önce de yazdım, anlattım. Hatta ne kadar etkilenilirse o kadar daha az taklitçi olma tehlikesi vardır bence. Ve ben, şiirimi, bir başka kimliğim olan eleştirmenliğimle önüme çeker ve onu didik didik ederim. Şiirimin hayranı değil, yargıcıyım ben. Canım bir küçük kasabadan gelip bezdiresi ama bırakılamayası, kavrayası, cendereye sıkıştırası büyük cangıla haklıca ve haylice boca edilen samimi iç yansıtmalar, maziye özlemler… Derken cinsellik, tinsellik… Sonra zebellah gibi yanı başına dikili kaygı, küskü, çelme takan veya arşa yükselten, hasılı yoran, korkutan hatta kaçıran, kovalayan yengiyle hemhal; delişmen sularda, pusulası bir sabit, bir şaşmışça seyreden ama hiçbir kere kaybolmayan yaşama sevinci… Sonra tırmalayışı… Sonra inadı… İnsanşair inadı… En önce bu duygularla sarmal bir şiir ‘İkinci’ dersek öncekilere haksızlık etmiş olur muyuz ve/veya “daha neler neler” ıskalamış oluruz? Eh, öncekilere biraz haksızlık etmiş oluruz, şu saydıklarınızı sadece “İkinci”ye yüklersek. “İnat” başından beri var… O olmasa, hiçbir şey olmaz… Ben kolayca kabul görmüş bir şair değilim. Daha ilk şiirlerimden başlayarak benim destekleyicilerim oldu: Şükran Kurdakul gibi, Behçet Necatigil gibi, Turgut Uyar gibi, Hüseyin Cöntürk gibi… Ama şu saydığınız tensellik, yaşama sevinci, hüzün ilk kitapta da var. Zamanla, bu kitaptaki gibi, insan yaşlandıkça, bazı şeyleri daha cesur koyuyor ortaya. Bu da öyle… Yetmiş yaşıma yaklaşıyorum. Daha atak, daha delişmen, daha cesurum. Kasabalı kent şairi olmak, dile, hayatın yalınlığından kaynaklı kısa, net biçeme gidiş yolunda nasıl bir içsel dönemeçtir? Gizli alanlara açılan yolda güzelim Karadeniz’den, mevsimlerinden, çiçeklerinden, ikliminden aldığınız yaratı referanslarınızı açar mısınız ayrıca? “Gece”ci (mi?) Cendere’de bir açıp bir kapayan havanın sevgili ve dolu dolu sıkıntısını sonra… Bu arada bu sıkıntıyı da seviyorsunuz sanki… Gerze… Küçük kasaba… “Görülen Kentler”in ilk şiiri. Doğduğum yer… Ama ben orada hem ancak sekiz yaşına kadar kaldım. Bu süreçte bile babamın işi gereği GerzeSamsunİstanbul arasında mekik dokuduk… Sekiz yaşından sonra Samsun. Samsun Türkiye ölçeğinde küçük bir şehir sayılmazdı. Sinemaları, ailecek gidilen pastaneleri, “gazino” denilen gene ailecek gidilen çaymeşrubatla içkinin de olduğu lokalleriyle hiç de fena bir yer değildi. Benim açımdan daha da önemli özelliği iyi bir kütüphanesi vardı. Sonra Ankara… 1976’dan beri de İstanbul’dayım. Evet, ben kendimi küçük kasabalı bir şair olarak görmüyorum. Küçük kasabaları küçümsediğim anlamı çıkmasın bundan… Yok öyle bir görüşüm. Doğanın benim şiirimde yer alması, kendimi onun bir parçası olarak görmemden kaynaklanıyor. Kozmik bütünün bir parçasıyım ben. Doğa kentin karşıtı değildir kaldı ki. Kentte doğa vardır. Ben İstanbul’un göbeğinde bir kirpinin doğum yapıp yavrularını büyütmesini izledim, örneğin. Ankara’da, bulvarda, baharda bir gün içinde patlayan atkestanelerinin heyecanıyla Datça’da adaçayı toplamanın heyecanı aynı benim için… Ama giderek kent beni yormaya başladı. Gene de önümüzdeki ay Londra’ya gideceğim diye (belki otuz kez gittim bu kente) heyecanlanıyorum. İzi sürülen ne var diye sormamalı, neler diye sormalı “İz Sürmek”e ilişkin… Bitmez gibi İz Sürmek… Şair bu İkinci kertede, bu toplamda, zamanın izdüşümünde, yamacında, örsesinde en çok nelerin izin sürdü/ sürüyor ve kuşkusuz sürecek? Her şeyden önce kendi yaşamımın izini sürüyorum. Ben başkasıyım her zaman şiirde. Sonra şiirin açtığı yoldaki başka şairlerin izini sürüyorum gizli gizli. İzleklerinin izini sürüyorum… “İz Sürmek”, “Gizli Alanlar”ın ikinci kitabı. “Gizli Alanlar”da bir izi sü ? “ŞİİR GELİ GÖS Ger ve bete ni anla kelime nı vere derdin kurmak piç edi ya açılm satıh sa tirmed yor/olm külere düşler şairlere çemler aldı/ al Elim bil’den derilile ya halk geldiği bu şiiri yanına da şöyl “Evet yazdı başın nin iç Her ş izini s her z ğı yo rüyor sürüy CUMHURİYET KİTAP SAYI 1154 CUMH