22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Clemens Meyer’den ‘Biz Rüya Görürken’ Clemens Meyer Türkçeye çevrilen ve yazarlık kariyerinin de ilk romanı olan Biz Rüya Görürken’de Leipzigli bir grup gencin yaşama tutunmaya çalışan, tutundukça da ellerinden kayan bu yaşama bir adım daha yaklaşmaktan korkmayan, acılı olduğu kadar cesur da olan hikâyesini anlatıyor. İki Almanya’nın bir araya gelme sürecinin doğurduğu sancıları sırtlamış bu gençler üzerinden de karanlık bir dünyaya ışık tutuyor yazar. Meyer, siyasete hiç bulaşmadan, siyasetin sokaklara ettiğini gözler önüne seriyor. ? Eray AK lemens Meyer genç bir yazar. 1977 yılında doğmuş ve gerçekten ilginç bir yaşam hikâyesi var. Biz Rüya Görürken de yazarın hem Türkçeye çevrilmiş hem de kendi kariyerinin çıkış noktasını oluşturan ilk romanı. Bu “ilk roman” nedenle yazarın ilginç yaşamına ve edebiyatı soğuk havalarda içini ısıtan bir kanyak gibi nasıl yanında taşıdığına bir bakalım derim. Meyer’in edebiyatla tanışıklığı aslında doğduğu yıllara rastlıyor. Babasının geniş kütüphanesi sayesinde çocukluğu ve ilkgençlik yılları edebiyat ve kitaplar arasında geçiyor. Buna rağmen liseyi bitirdikten sonra bir süre inşaat işçisi, bekçi, hamal ve forklift sürücüsü olarak çalışıyor. 19982003 yılları arasında ise Leipzig Alman Edebiyatı Fakültesi’nde eğitimi almış. Yazarın edebiyat için izlediği yol bir hayli ilginç gerçekten. Bekçilikten edebiyat sevdası için üniversite kapılarına uzanan bir süreç geçirmiş. Ancak bu edebiyat sevdasıyla dolu hayata bir süreliğine gençlik tutukevinde geçirdiği zaman ara vermek zorunda kalmış. Roman yazmaya karar verip bu işe giriştiğinde ise hemen hiçbir geliri yokmuş. Devletin sosyal yardımlarıyla ayakta kalmış demek yanlış olmaz onun için. Biz Rüya Görürken okuyucuyla buluştuğunda ise yaşamı istediği yöne doğru olanca hızıyla akmaya başlamış. Romanı çok olumlu eleştiriler almış. Hatta roman beyaz perdede de yerini alacak. Yazar da hem kendi edebiyat tutkusunun hem de peşinden gittiği bu ilginç yaşamın farkında. Hayat doğaçlama yaşanır misali, sadece takılmış hayatının peşine ve kendi yaşamı hakkında en güzel yorumu yine kendisi yapmış: “Klasik düz yoSAYFA 6 ? 9 ŞUBAT 2012 Sokaklar dile gelirken neler kırıp döktüler hepsini bir bir hatırlamaya çalışır. Ancak zaten hatırlamasına da gerek yoktur çok fazla. Yaşadıkları her şey sürekli zihninde geziniyordur çünkü: “Rüyamda bunları görmediğim tek bir gece bile yok; anılar kafamın içinde her gün dans ediyor ve her şeyin niye böyle olduğu sorusu yakamı bırakmıyor.” Kilit cümle bu değil ama. Yaşadıklarına dair Daniel’in yorumu aslında tüm romanın da hangi fikir üzerine yürüdüğünü gösteriyor: “Elbette o zamanlar çok eğleniyorduk fakat yaptığımız her şeyin içinde açıklamakta zorluk çektiğim bir tür kaybolmuşluk vardı.” KENDİ ADALETİNİ SAĞLAMAK Bu yörüngede Daniel’in zihninden akan çocukluk yıllarına girdiğimizde çok da iç açıcı sahnelerle karşılaşmayız. Bu anılar zaman olarak daha çok birleşme sonrası dönemin içinde akıp gitse de Daniel bazen daha da geriye giderek ilkokul yıllarına, birleşmeden önceki döneme de götürüyor bizi. Buralarda da Doğu Almanya’nın askeri disiplin içinde yürüyen okul yılları gibi değişik ayrıntılara göz atma fırsatı yakalıyoruz. Masum çocukluk yılları bunlar. Ancak bu çocukluk yıllarında yine aynı masumiyetle yapılan küçük hırsızlıkların ve suçların ileride hangi boyutlara ulaşabileceğinin de ipuçlarını veriyor yazar bu bölümlerde. Bugüne daha yakın günlere geldiğimizde ise parçalanmış aileler, başarısızlığa mahkum okul hayatları, çocuk denecek yaşlarda alkolle tanışma, uyuşturucunun sonlandırdığı taze yaşamlar, genelevde biten gençlik aşkları, karakollarda kalorifer borularına kelepçelenmiş olarak geçirilen geceler ve tüm bu kaybolmuşluğa rağmen süren ve yaşatılan hayaller, biraz daha olgunlaşmış gençlerin yaşamlarında kendilerine daha net bir yer bulmaya başlıyor. Bu kez masum çocukluk anılarının ve yaramazlıklarının yerini daha bilinçli, artık bir yaşam tarzı haline gelmiş suçlar alıyor. Bu suç dolu yaşamla birlikte de Leipzig’in genelevlerini, barlarını, ıslahevlerini; yani sokaklarını dolaşıyoruz. Alkolikler, sapıklar, bağımlılar, punklar, dazlaklar ve Türkler de kahramanlarımızın çevresinden bize aktarılanlar tipler şeklinde akıyor sayfaların içinden. Adaletsiz bir dünyada adaleti kendileri sağlamaya ya da bir başka gözden kendi adaletlerini sağlamaya çalışanların hikâyesi Biz Rüya Görürken. Yazarın birbirini kesmeyen, ardışık bir şekilde yoluna devam eden, klasik bir anlatı biçimini tutsa da içerik olarak bundan alabildiğince kaçmaya çalışan bir romanla karşı karşıyayız burada. Yirmi yıla yaklaşan bir süre içinde hikâye hikâye, içinde fırtınalar kopsa da bunu mükemmel bir sakinlikte anlatan, acelesi olmayan bir yazarın kaleminden okuyoruz romanı. Karanlık bir dünyaya ışık tutuyor Meyer. Karanlığı kalemiyle aydınlatmaya çalışıyor. Bunu yaparken de tek yaptığı gerçekle iç içe olmak. Gerçekten, gözlemlerinden, gördükleri ve yaşadıklarından şaşmıyor yazar. Biz Rüya Görürken’in önemli bir bölümü bu bağlamda buram buram yaşanmışlık da kokuyor. Politikaya, siyasete ise hiç mi hiç girmiyor. Yaşanılanları yalnızca tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermek onun amacı. Siyaseti “yalan” sahiplerine bırakıyor. Meyer, siyasetin sokaklara ettiğini sergilemiş romanında. Romanda herkes susuyor ve sokaklar dile geliyor… ? e.erayak@gmail.com Biz Rüya Görürken/ Clemens Meyer/ Çeviren: Levent Bakaç/ Ayrıntı Yayınları/ 528 s. C lu seçmemiş olsam da, edebiyat hep yanı başımdaydı. Sapma ve yalpalamalarım içerisinde Jack London, Hemingway ve Fitzgerald gibi büyük Amerikan yazarların yaşamlarını ve uçarılıklarını aklıma getirip kendi kendime; ‘Sakin ol, şu anda karanlık sokaklarda biraz sürtsen de hâlâ iyi bir yazar olabilirsin’ dedim. Eğer bu şekilde, bu semtte ve bu arkadaşlarla büyümemiş olmasaydım bugün olduğum kişi olmazdım. Yazarlığımı karakterize eden stili buralarda edindim. Evimin yanındaki birahanenin müdavimleri beni hikâyeler anlatan arkadaş olarak tanır.” KAYIP NESİL Meyer dediği gibi kendi yaşamının “karanlık” koridorlarından geçen bir romanla çıkıyor okuyucuların karşısına Biz Rüya Görürken’de. Leipzigli bir grup gencin yaşama tutunmaya çalışan, tutundukça da ellerinden kayan bu yaşama bir adım daha yaklaşmaktan korkmayan, acılı olduğu kadar cesur bir hikâye bu romanda anlatılan. Hikâyenin kahramanları da Meyer’in kendisi gibi insanlar. Yani yaşamın tozunu yutmuş ama buna rağmen yaşamaktan bıkmamış tipler: Gerçekleşmeyeceğini bile bile profesyonel bir boksör olma hayallerinden vazgeçmeyen Rico, çok sevdiği ölen köpeğinden dolayı Pitbull diye çağırılan ve aile içi şiddetin bir meyvesi olarak topluma sunulan Stefan, bu erkek grubunun “fasulyesi” zayıf ve güçsüz Walter, ilgi alanı arabalar olan ve istediği her arabayı “ücretsiz” elde edebilme yeteneğine sahip Fred ve gurubun merkezinde yer alan ve tüm hikâyeyi zihninden akıtan Daniel… Bugün olmazsa elbet yarın diyerek yaşamaya devam eden, gelecek hayallerinden hiç vazgeçmeyen bir “ergen” topluluğunu meydana getiriyor hepsi. Ama hayaller bu gençler için pembe pamuktan yapılmış iplikler değil elbet. Demir gibi sert bir yaşamın içinden düşlüyorlar geleceği. Bu topluluğun yaşamaya çalıştığı yer ise Almanya ama bugünün bildiğimiz “huzur” ve “ferah” ülkesi diye anılan Almanyası değil. Almanya’nın trajik tarihinden bir parça içinde yaşıyor tüm kahramanlarımız. İki Almanya’nın bir araya gelme süreci içinde, yaşanılan tüm sıkıntıyı üstleniyorlar. Almanya’da o zamanlar için bir kayıp gençlikten söz edilebilecekse rahatlıkla Meyer’in kahramanlarının ismini verebiliriz. Tarihin devran değiştirecek zamanlarında bu türden kayıp nesilleri hep olmuştur. Almanya’nın kayıp nesli de iki yakasını birleştirmeye çalışırken ortaya çıkmış. Meyer de bunları ortada bırakmayıp romanının göbeğine koymuş. Kayıp neslin “kayıplığı” ise bu yaka birleştirme operasyonun önce ve sonrasında yaşanan “travmatik” olaylara götürüyor bizi. Buralara daldığımızda ise yine savaş ve insani adaletsizliğin izlerinin kol gezdiği aileler, sokaklar karşımıza çıkıyor. Bunlara örnek verilecekse de bu “adaletsiz çağı” yaşayan kahramanlarımızın kendilerinden öte savaşın içinden doğan ailelerine yönelmek gerekiyor. Kahramanlarımızın hemen hepsi de aile yönünden sıkıntı yaşayan tipler. Yani, sorunlu ve şiddetin yaşandığı ailelerdense sokakları tercih etmişler. Domino etkisi de böyle bir şey olsa gerek: Savaş ve adaletsizlik sorunlu aileler ve onların çocukları… Roman hikâyesini anlatmaya ise anlatıcımız Daniel’in yaşamının hemen her aşamasını beraber geçirdiği arkadaşı Mark’ı uyuşturucu komasındaki hallerinden kurtarmaya, onu bataktan geri çekmeye çalıştığı sahneyle başlıyor. Yıkılır adeta bu olayla Daniel. Mark ve diğer arkadaşlarıyla geçirdiği çocukluk günlerine geri dönmeye başlar. O günleri hayal eder. Neler yaşadılar, neler yiyip içtiler, CUMHURİYET KİTAP SAYI 1147 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle