23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

adamızda innıp ıyorsuzgürlüya baş e!” disra süırılmış yakınayana ygu her mi aşk aynı sıAyksen, in cazimer ile ek araüç kikini ğunluküncü rdır reuma gitğınma çbiri üçlü psi ayrıntezisi iki i mutlu na. os’tan e neden yacı ’e ihtiolarak olarak, nıyor, nın tece. Diolojide yüreatışmare, hehayatın Romaistean öğDoğu. Diağlayan , can el güderdi, ud’un nlar, bier, kat onuru, fta aygöre olmadüleriası, on, soski inaranlıkbir uymiz dengeyi ern inrü yok, en, biz denger uy Romanda Esra’nın korkulu rüyası böcek tam bir paradoks hayatında… Sözünü ettiğimiz aydınlık ve karanlık çatışmasını simgeliyor o böcek bir ölçüde. Esra hayatı çok seviyor ama hayatın bir de asla kabul edemeyeceğini bildiği yönleri var. Hayatın o acılı ve zor yanlarını, karanlığını kabul edemeyeceğini anlıyor. Karanlık tarafı kabul etmektense, fazla ışıkta yanmaya razı, ama bir yandan da karanlık taraf karşı konulmaz şekilde kendine çekiyor onu, çünkü çok güçlü tutkuları olan bir karakter. Onun dengeyi bulması çok daha zor olacak başkalarına kıyasla. Fazla duyarlı insanların yaşamak için ödedikleri bir bedel bu belki de. Ada’daki Ev için en temelde “aydınlıkla karanlığın savaşı” diyebiliriz, o çatışmanın hikâyesi. Babaannesi... Asaf... Yepyeni hayatlara sıfırdan başlamışlar... Şimdi sıra Esra’da... Miras gibi değil mi nesilden nesile? Romanın kökler ve kökenlerle ilişkisi, yaklaşımı ne düzlemde yer alıyor? Esra’nın Büyükada’da yaşamış bir babaannesi var, onun izlerini sürüyor bir yandan, gençliğinde ilk aşkı hüsranla sona ermiş; bir de kendi annesinin hikâyesi var, o da ilk âşık olduğu adamı kaybetmeyi göze almış. Esra bayrak yarışı gibi kadından kadına, kişiden kişiye geçen bu mutsuzluk mirasının bir parçası gibi hissediyor kendini, sanki lanetli bir kaderi varmış gibi. Sonra bütün bu insanların hayatlarını yeniden kurabilecek dirence de sahip olduklarını hatırlıyor. Yaşlı şair Asaf, kısa sürede çok yakın arkadaş olduğu Vassa da öyle. Farkına varıyor ki geçmiş kuşaklardan hem bir acıyı miras alıyoruz, hem de direnme gücünü. Hangisini daha öne çıkaracağımız bize bağlı. Esra direnç mirasını almayı seçiyor sonunda. Romanın köklerle ve kökenle ilişkisini böyle daha olumlu bir açıdan kurmak istedim. Bugünkü hayatımıza bakınca, önceki kuşakların göçle, sürgünle, savaşla, günümüz teknolojik imkânlardan yoksun, nasıl zorluklarla yaşadıklarını anlıyoruz. İnsanlık hep daha iyiye doğru gidiyor gibi bir saf yanılsama içinde değilim, nereye gittiğimizi bilmiyoruz ama bu biraz da yaptığımız kişisel seçimlere bağlı değil mi acaba diye sormak istedim bu romanda. ? ğunu ömür boyu kendisinden sakladığı için annesini hiçbir zaman affetmemiş, o da sürgünde yaşayan, yaralı bir karakter. Komşu evde arkadaşlık kurduğu küçük kız, Liat, gene Türkiye’den göç etmiş bir Yahudi ailenin kızı, o da aidiyeti olmayan kayıp bir çocuk. Esra ise zaten kendini ülkesinde yabancı hisseden birisi, son derece uyumsuz bir genç kadın: Örf, âdet, gelenek, hepsi üstüne geliyor, hiç kabullenemiyor o kültürün kısıtlamalarını, güzelliklerini çok sevdiği halde. Cemaat insanı olup emniyette yaşamakla, özgürlüğü seçip yalnızlığı göze almak, dayanışmayı başka yollardan aramak, bu romanın en derin temaları bence. Bir de tabii işin siyasi boyutu var. Ada’daki Ev çok uzaktan 12 Eylül dönemini çağrıştıran bir roman ama pekâlâ bugün de geçiyor olabilirdi. Esra bu koşullara ait olmaktansa sürgüne gitmeyi tercih ediyor. Tabii bu aidiyet konusu biraz sanatla da ilgili... Bence kendini bir yere çok ait hisseden, yabancılık çekmeyen, farklı gözle bakmayan kişi sanatçı olamaz. Sanatın ruhunda olan bir şey aidiyetle didişmek. Esra bizlere veda etti mi yoksa Amerika’daki yaşamını da okuyacak mıyız? Esra bizlere veda etti, evet. Bu romanın birçok okurda böyle bir etkisi olmuş anladığım, birçok kişi aynı soruyu sordu bana, romandaki karakterlere daha sonra ne olduğunu merak ediyorlar, sonrasını da okuyacak mıyız diye talepler geldi. Ben nehirroman türüne biraz mesafeliyim galiba, bitirmekte zorlanacağım bir süreci başlatmak gibi geliyor bana. Esra’nın Amerika’da neler yaşadığını bilemeyeceğiz sanırım. Fakat benim üniversite okumaya gittiğim gençlik yıllarımdan kalan Amerika izlenimlerini de belki bir şekilde içeren, Amerika’da geçen bir kısa roman yazmayı kesinlikle düşünüyorum. “ HAYATLA İLGİLİ NOTLAR...” Kitaptaki şiirlere ilişkin notlarınız var romanın sonunda, kısaca burada da paylaşır mısınız? Kitabı anısına ithaf ettiğim Feyyaz Kayacan hem çok büyük bir şairdi, hem de çok güzel bir insandı. Londra’da yaşadığım yıllarda onunla dost olduk. Dostlarına şiir yazıp armağan eden bir derviş kişiydi o. Ben şairleri Şaman olarak görüyorum, Feyyaz da esaslı bir Şamandı. Onun miras bıraktığı, kendi elyazısıyla yazdığı şiirleri bu romanda kullandım. Onun kişiliğini bazı açılardan andıran bir yaşlı şair karakteri koydum romana, Asaf karakterini. Galiba Feyyaz’ın ruhu bu romanda dolaşmak istedi. Asaf suretine büründü ve Esra’ya doğru yolu gösteren, onu aydınlığa çıkartacak Şaman rolünü üstlendi. Ben edebiyatı insanların aralarında hayatla ilgili notlarını kıyaslamaları diye tanımlıyorum. Okurla yazar arasında, elbette yazarla başka yazarlar arasında, giderek metinler arasında, hatta geçmişle gelecek arasında, böyle halkalardan oluşan bir zincirin içine, bir çembere giriyorsunuz, tanımadığınız kişilerle el ele tutuşuyorsunuz ve hayatla ilgili notlarınızı paylaşıyorsunuz. Edebiyat tamamen bu bence. Feyyaz’la hayata dair not kıyaslaması yapmak ve sohbet etmek büyük bir zevkti. Sanırım o sohbeti bu romanda başka bir boyutta yeniden yaratmak istedim, belki sonsuzluğa imkânsız bir ayna tutmak, giderek hayatın bütününü tek bir kitaba sığdırmak gibi çılgın arzulara kapıldım ve o arzular Ada’daki Ev romanını daha çok zenginleştirdi. Bana kalırsa hepimizin Ada’da bir evi var, sadece hayalimizde bile olsa. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Ada’daki Ev/ Nilüfer Kuyaş/ Can Yayınları/ 482 s. 9 ŞUBAT 2012 ? SAYFA 17 anlığı i güduyla. mesi ? 1147 “YALNIZLIĞI GÖZE ALMAK” Kim ait, kim sürgün hissediyor diye soracağım ama aslında müslimi gayrimüslimi kimse kendini ne tam ait ne tam sürgün hissediyor gibi romanda... Ada’daki Ev için bu duyguyu yansıtan bir roman diyebilir miyiz? Evet, kesinlikle öyle. Aidiyet ve sürgün temalarını derinden derine bilhassa işlemek istedim romanda. Zaten o yüzden bir ada öyküsü. Biliyorsunuz ada; edebiyatta, bütün sanatlarda hep kendi başına küçük bir dünyayı temsil eder, yani mikrokozmos simgesidir, aynı zamanda ütopya simgesidir, yani ideal toplumu da simgeler. Esra için de Büyükada toplumsal ve kişisel bütün renkleri bağdaştıran, bütün çelişkileri barındıran bir mikrokozmos. Mesela etnik azınlıkların, gayrimüslimlerin, çoğunluk nüfusla yan yana iç içe barış içinde yaşayabildiği bir geçmişi var Ada’nın. Bu, tabii Türkiye’nin artık kaybettiği bir ütopya, içindeki bu renkleri ve unsurları söküp atmış, kendini tekdüze hale getirmeye çabalamış ve bu yüzden çok şey kaybetmiş, kültürel olarak yoksullaşmış bir ülke Türkiye, hâlâ da bu düşmanlıkları körükleyerek yaşıyor maalesef. Esra o kayıp ütopyayı bir an bulur gibi oluyor Ada’da. Arkadaşı Vassa Büyükada kökenli bir Rum aileden, ama göç etmiş, sürgüne gitmiş, şimdi geriye dönüp tekrar oraya yerleşmesi bir umut ışığı gibi. Yaşlı şair, Asaf, ailesinin Ermeni kökenli oldu CUMHURİYET KİTAP SAYI 1147
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle