Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Liz Behmoaras’tan sarsıcı bir aşk hikâyesi: ‘Sevmenin Zamanı’ ‘Her türlü yıkıma, bağnazlığa, ayrımcılığa inat, inşa etmenin zamanı’ ? Gamze AKDEMİR smail ile Frida’nın aşkları öyle çok da romantik bir hazda ve tatta sunulmuyor okura... İşte iki ayrı dinden, Müslüman oğlan ile Musevi kızın acıklı aşkı misali, karşılarına çıkan klişe engeller şeklinde seyretmiyor... Sivri olan köşeleri, ayrı dünyaların insanı olmamayı sevgiyi üstün kılarak başararak, zaman içinde ehilce törpüleseler de gerek ailevi, gerek milli, gerek kültürel karşılıklı irili ufaklı ayrımları ve tabuları da yerli yerinde... Aslında yazmış olduğum aşka odaklı bir roman, ancak dönem öylesine acılarla dolu ve çalkantılı bir dönem ki kendini bir an olsun unutturmuyor ne okura ne de kahramanlara... Hem bundan hem de sözünü ettiğiniz ayrımlardan dolayı Frida ve İsmail’in yaşamları bir gül bahçesi olmaktan çok uzak. Her ikisi de tıpkı Frida’nın ayağı, sokağının iyi döşenmemiş parke taşlarına takıldığı gibi, söz konusu bu irili ufaklı ayrımlara sürekli takılıyorlar, düşmemek için olağanüstü bir gayret göstererek... Bazen de ciddi biçimde sendeleyerek. Doğrudur, tabularından da pek ödün vermiyorlar, veremiyorlar. İsmail kutsal bildiği değerlerle eğlenilmesine tahammül edemiyor, Frida ise İsmail’in tabiriyle “Dindaşlarını dünyanın merkezi gibi görmeye” eğilimli, en sıradan tartışmada aşırı bir alınganlık gösteriyor. Çevrelerinin kendilerine aşılamaya çalıştığı yarı gülünç yarı korkutucu önyargılar da zaman zaman aşklarına çok sevimsiz bir fon müziği oluşturuyor… “Türkler karılarını aldatır, kıskanır, döver bazen de öldürür”, “Bunlar (Yahudiler) bir hedefe kilitlenmeyiversinler, gözleri artık hiçbir şey görmez! Ne kadar muhteris oldukları malum!” Hem engeller sadece kültürel, ailevi ve milli ayırımlardan kaynaklanmıyor. Çok yoğun bir şekilde çalışıyorlar. Maddi zorluklar da var. “Esas oğlan” yoksulsa “esas kız” “fabrikatör kızı” değil. O da çok mütevazı imkânlarla geçinip gidiyor. Anı yaşarken, geleceklerini hayal ederken, her ikisinin de kafalarındaki en büyük, hatta temel soru: “Nasıl geçineceğiz?” oluyor haliyle. “ROMAN, SAVAŞA ÇELİŞKİLER TÜRKİYESİ’NDEN BAKIYOR” Öte yandan roman hayli zaman sadece Frida ile İsmail’in değil çevrelerindekilerin hayatlarına da epey yaklaşarak, iç içe sürüyor... Başrol kimseye kalmıyor hani! Frida ve İsmail’in her biri kendi İ Musevi bir genç kız Frida’yla Müslüman bir genç İsmail âşık olursa neler olur? Bu sorunun yanıtını bir roman boyunca almaya hazırlanırken şunu bilin ki romantik, acıklı, acımaklı, klişelerle bezeli bir öykü değil okuyacağınız. Elbette duygusal. Elbette gerek ailevi, gerek milli, gerek kültürel, karşılıklı irili ufaklı ayrımlar söz konusu. İsmail’in tabuları da Frida’nın tabuları da yerli yerinde. Gelgitler yaşıyorlar, hem de nasıl! Zaman zaman ırk dayanışmasının vardığı uçlara da yaklaşan romanda, zincirleme savaşların patlak verdiği ya da vermek üzere olduğu, savaşın ve hoşgörüsüzlüğün girdabına kapılmış insanlığın hızla yıkımlara sürüklendiği İkinci Dünya Savaşı yıllarında, karartma Türkiyesi’nin refleksleri her ikisine de ayrı sirayet etmiş iki âşık, iki zihin, iki dünya Frida ile İsmail. Liz Behmoaras’ın yeni romanı Sevmenin Zamanı, bağnazlık ve ırkçılığın yol açtığı yıkımlara ve her şeye rağmen mutluluğu inşa etme gayretlerine dair sarsıcı bir roman. Behmoaras’la “Sevmenin Zamanı” üzerine söyleştik. SAYFA 4 ? 9 ŞUBAT farklı çevresinin ürünü ve ondan kopmuş değil; sorunlar bundan kaynaklanıyor, engeller tam da burada. Dolayısıyla çevrelerindekilerin hayatları en az kendilerinki kadar önemli; yine de ben yazmaya başladığımda başrolleri onlara vermeyi planlamıştım ama roman yazarken her şeyin planladığınız gibi olmayacağını kısa zamanda anlıyorsunuz... Haliyle bazen bir başka kişinin mesela Emma’nın, mesela bağnaz babanın!başrolü çaldığı görülüyor, bazen tıbbiyenin, zaman zaman Moda, Beyazıt, Sultanahmet, Beyoğlu gibi kahramanlarımın sürekli dolaştıkları İstanbul’un belirli semtlerinin… Bazen de ön plana çıkan, savaş ve savaş yüzünden İstanbul’da, Türkiye’de ve tümüyle çıldırmış bir dünyada seyreden siyasi olaylar oluyor. Karartma Türkiye Ayrımcılığın hâlâ var olduğunu ve her zaman için insanoğlunun özünde olacağını vurguluyor Liz Behmoaras. si’nin refleksleri her ikisine de ayrı sirayet etmiş iki âşık, iki zihin, iki kültür Frida ile İsmail... Aşkın arka planı eşiklerinden kıl payı dönülen, dönülemeyen, müslim gayrimüslim herkesi anaforuna çekmiş, daha da çekecek İkinci Dünya Savaşı atmosferiyle bezeli... Hatta savaş atmosferi çok yerde asal eleman şeklinde de... Zincirleme savaşlar... Almanya, Türkiye, Rusya hattında fikir teatileri, Frida ile İsmail’in, Emma ve kocasının... Bu bağlamda savaşa nasıl bakıyor roman, dünyaya nasıl bakıyor’u ayrıca açmalı? Kitapta anlatılan olaylar, iktidarın savaştan uzak tutmaya çabaladığı, bundan dolayı İngilizlerle Almanlar arasında eşit mesafede durmaya çalışılan, “Moskof”un ve komünizmin çoğunluk tarafından tehdit gibi görüldüğü, demokrasinin henüz emeklediği, basında sansürün egemen olduğu, ekonomik dar boğaza girmiş bir Türkiye’de gelişiyor. Anayasada yer alan maddeye rağmen, dinsel azınlık mensubuna hâlâ “ecnebi” deniliyor hem de İngiliz, Fransız, Alman gibi “ecnebi”lerden farklı, daha aşağıda bir yerde görülüyor, bir yandan Nazizmden kaçan Yahudi kökenli hocalara kucak açılıp üniversitede iş verilirken öte yandan Nazi Almanyası’nın güç gösterisine hayranlık da duyuluyor kırklı yılların Türkiyesi’nde. Tüm bunların yanı sıra da hızlı bir kültürel gelişim, Batı’ya açılım var, halkevleri ve halkodaları geliştiriliyor, klasik müzik eğitimine önem veriliyor, tiyatro yaygınlaştırılıyor, Doğu ve Batı klasikleri Türkçeye kazandırılıyor. Roman, çoğu Frida’nın bazen de İsmail’in gözüyle savaşa ve dünyaya, o dönem Türkiyesi’nin tüm bu çelişkilerinin ışığında bakmayı amaçlıyor. Kafatasçıların azıttığı, sağcıların hocaları derslerde sıkıştırmaları, Kemal’i dövmeleri, kendisine okul çıkışında çarpmaları... Frida hem korkuyor hem seviyor ülkesini... Bu duyguyu giderek daha çok hissediyor değil mi? İsmail’in kısa bir tartışma anında Frida’ya söyledikleri romanda müslim, gayrimüslim herkeste yerleşik olan duyguyu öyle güzel imliyor ki: “Bu sonsuz karanlıkta, insanın her türlü hissi altüst oluyor. İstikamet de kayboluyor.” Bu kayıp istikamette, bu istikametsizlikte yolunu, yönünü birbirine doğru buluyor Frida ile İsmail... Doğru bir saptama. Belki de karşılaşıp birbirlerine âşık olmasalardı her şey farklı gelişirdi. Frida belki annesi ve babası gibi atalardan gelme korkuların esiri kalarak “bizler” deyip “onlar”a yani Müslüman Türklere fildişi kulesinden kuşkuyla bakadururdu… İçinde yaşadığı ülkede kendini had safhada yabancı hissetmeye devam ederdi. Dünyada ya da Türkiye’de seyreden her türlü siyasi olayı, “Biz Yahudiler için faydalı mı zararlı mı?” merceğinden değerlendirip gerisiyle ilgilenmezdi. İsmail ise başlangıçta yakınından geçtiği katı bir milliyetçilikten giderek uzaklaşıp “Önce insan, her şeyin üstünde insan… Bunun ötesi yok” demez, annesinin ısrarına rağmen böyle bir talebi “saygısızlık” addedip Frida’nın din değiştirmesine karşı çıkmazdı. Frida babasıyla bilmem kaçıncı tartışmasının ardından rüyasında din adamları tarafından kovalandığını görüp sıçrayarak uyanınca, sevinç ve şaşkınlık karışımı bir duyguyla “İlk defa Türkçe rüya gördüm” diye düşünüyor, İsmail Frida’ya yolladığı bir mektubunda, “Kim bilir belki bir gün Dostoyevski’nin ‘Bu? dala’sını Rusça da okurum, güzel ? ho Bu bulmal doğru rek uza lelerini “AYR ÖZÜ OLA Frid kaygısı yaptığı asimila ğun, yo mesi... çinlene “Nasıl larına b konu d katı, bu duvara kalkars Yanı sı acının bulaşm Ferenc ayrı bir şan... S re dair huriyet nemki yan Fri isyanı.. duygu muallâ zaman Unutur çıkar. H ne...” ö Yıkım. Rom masının pıyor. A bakış a sıkılı! Eve ve herk de ürk da’nın meye g hudiliğ olmasın var” di “öteki” Yahud daha ç Varlık tirmesi ediyor, buluyo renc ile “Biraz bakın o Ayrım man iç hep ola sini yön lu tuta “Bizler ler”i “o denlerd Sade rışması rek sem ziksel ö şınlar v klanlaş Dünya vaşlard oldu ve defasın man iç yor. Bunl çük yaş Özdek bile en 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1147 CUMH