19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ian McEwan’dan ‘Masumiyet ya da Özel İlişki’ ‘Masum’ değiliz hiçbirimiz! Çağdaş İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından ve Türkçede de birçok kitabı bulunan Ian McEwan soğuk savaş yıllarında, gerçek bir olaya dayanan romanı Masumiyet’le okuyucuların karşısında. McEwan romanında, hayata ilk adımını gizli bir proje için geldiği Berlin’de atacak ‘İngiliz’ kahramanı Leonard’ın başına gelenler üzerinden ‘masumiyet’ fikrini sorguluyor. ? Eray AK kinci Dünya Savaşı sonrası ABD ve SSCB arasında tüm dünyanın yakından tanık olduğu, hatta bizzat yaşadığı “soğuk savaş” dönemi hakkında anlatılan tonla hikâye var. Yalan haberler, karalama ya da kendini yüceltme amaçlı yapılan propagandalar, haber toplama faaliyetleri, casus maceraları, gizli servisler… Bunları çoğaltmaya kalksak eminim sonu gelmez. Tüm bunların yanında insan yaşamına etki noktasında taşıdığı önemi de var tabii soğuk savaşın ve bu olayların. Tarihte gerçekleşenlere bu yönüyle baktığımızda daha da yara almış bir dünya gözler önüne serilir. Her savaşta olduğu gibi “devletlerin” yaptığından “insanlar” etkilenir. Ancak bu soğuk savaş döneminin etkileri yıllar boyu devam etti. Günümüzde bile en küçük sürtüşmede akıllara getirildi, tekrardan başlama ihtimali dünyaya korku saldı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından başlayan ve yıllarca devam eden bu süreçten en derinden etkilenen ülkelerin başında ise Almanya gelmişti. Savaş yaklaşık on milyon asker ve sivil Alman’ın ölümüyle sonuçlanmıştı. Oder Nehri’nin doğusundaki geniş topraklar kaybedilmiş; yeni sınırlar dışında kalan başka ülkelerdeki on beş milyon Alman, bu ülkeler tarafından sınırdışı edilmiş; birçok büyük şehir tahribe uğramıştı. Geriye kalan ulusal bölge ve Berlin ise Müttefikler tarafından dört askeri bölgeye ayrılmıştı. Batı bölgelerini kontrol eden Fransa, Birleşik Krallık ve Birleşik Devletler bölgelerini birleştirip 23 Mayıs 1949’da Federal Almanya Cumhuriyeti’ni kurdular. 7 Ekim 1949’da da Sovyet Bölgesi, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne dönüştürüldü. Bunlar; “Batı Almanya” ve “Doğu Almanya” ve Berlin’in iki parçası “Batı Berlin” ve “Doğu Berlin” olarak anıldı. Çağdaş İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından ve Türkçede de birçok kitabı bulunan Ian McEwan da Almanya tarihinin dönüm noktası sayılabilecek bu olaydan doğan bir romanla çıkıyor karşımıza: Masumiyet ya da Özel İlişki. McEwan romanında ikinci savaş sonrası devam eden soğuk savaş yıllarında, bu soğuk savaşa hizmet etmek amacıyla hazırlanan bir projede yer almak üzere Berlin’e gelen “katıksız” SAYFA 8 ? nu en çok da izin için gittiği kendi ülkesinde duyumsar: “Berlin’de çok sevmiş, çok bağlanmış, aynı zamanda kendini çok büyümüş hissetmişti. Şimdi eski bildik hayatı onu girdap gibi içine almıştı. Birdenbire âşık olmaktan çıkıp oğul olmuştu tekrar. Çocuktu. Yine eski odasındaydı, annesi çoraplarının haline yanıyordu.” (s. 122) Leonard’ın Maria’yla yaşadığı ilişki kendisini büyütmenin yanında kendisini ona öğretir aynı zamanda. Ona olan aşkı sayesinde günlük yaşantısının ve alışkanlıklarının sıkıcı ve çoğu gereksiz bağlarından kurtulurken, aynı zamanda kendi karanlık yönleriyle de karşılaşır. Bunları tam olarak tanımlayamadığı için de hemen her şey hâlâ bir oyundur onun için. Bir şey hariç: Maria’ya duyduğu aşk ve bu aşk da yolunu iyice alıp evliliğin sınırlarına kadar dayanır. Nişanlanmaya karar veren çift nişanlandıkları gece yaşamların aslında nasıl bir ince ipliğe bağlı olduğunu bizlere gösterir. O güne kadar ortalarda olmayan eski koca Otto ortaya çıkar. Romanın ve yaşamların gidişi de bu bağlamda ters yöne sürüklenir. SARSILMAZ BÜTÜNLÜK Gerilim hikâyelerinde alışık olduğumuz üzere sarmal “dallar” yerine, her biri kendi içinde krallığını ilan etmiş birçok “merkez” üzerine inşa etmiş romanını McEwan. Bu merkezler de yazarın şaşmaz kurgusu içinde birbirine sıkıca kenetlenmiş ve ortaya tek kelimesi dahi atılamayan şiirler kadar kuvvetli, sarsılmaz bütünlükte bir metin ortaya çıkmış. Bir çöpü bile boşa kullanmamış McEwan. Silah çıktıysa patlamış, sadece bir sahnede boy gösteren, sıradan gibi görünen bir kahraman bile işlevini tamamlayıp sıyrılmış romanın sayfalarından. Bunun yanında; Batı ve Doğu Almanya’daki sosyal yaşantının ötesinde savaşın yıkıcılığını gösteren önemli sahneler de girmiş romanın içine. Savaşın ardından yeniden inşa edilen Berlin fotoğraflarının berisinde, hâlâ bombardıman ve kurşun izleri taşıyan binalara, eskiden gösterişli yapıların bulunduğu söylenilen yerlerde şimdi esen soğuk rüzgârlara da tanıklık ediyoruz romanda. Masumiyet bir gerilim romanı, evet ama kuru gerilimden mümkün olduğunca kaçmaya çalışmış yazar. Yazdıkları bir gerilim romanından beklendiği gibi zaman zaman tüyleri diken diken edip zaman zaman mide bulandırsa da sosyal ve siyasal arka planı da hiç mi hiç elden bırakmıyor yazar. Romanın “edebiyatla” kurduğu güçlü bağın temellerinin de McEwan’ın tüm hikâye boyunca vazgeçmediği bu tutumundan ileri geliyor. Bir de insan derinliklerinde durmadan dönen dehlizlerin de net bir anatomisini çıkarmış yazar. İnsanı tanıma noktasında da önemli sorular sordurtuyor okuyana ve psikolojinin damarda akan kan kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Masumiyet’in alabildiğine sinematografik bir roman olduğunu da söylemek gerekir ki bu Amerika’yı yeniden keşfetmek olur çünkü beyazperdeye aktarılmış roman. Ama romanın yarattığı etkiden daha kuvvetli olabileceğini sanmıyorum. Romanı Türkçeye kazandıran Roza Hakmen’in yetkin çevirisini de ayrıca ele almak gerekir. Masumiyet‘i onun kaleminden okumak da bir başka keyif. ? [email protected] Masumiyet ya da Özel İlişki/ Ian McEwan/ Çeviren: Roza Hakmen/ Yapı Kredi Yayınları/ 232 s. İ bir İngiliz’in dış dünyaya ilk adımını ve bu adım çevresinde gelişen olayları anlatıyor. “ALTIN OPERASYON” Soğuk savaşa hizmet edecek proje ise dünya tarihinin “gerçek” odalarına açıyor kapıyı. Tarihte yaşanmış ancak gizli servis işi olduğundan pek yankı bulmamış bir olaydan alıyor yazar ilhamını: “Altın Operasyon”. Berlin Tüneli diye de anılan bu proje CIA ile MI6’nın ortak girişimi olarak doğmuş. Amaç ise yeraltından açılacak dev bir tünelle Sovyet hatlarına sızıp yapılacakları önceden öğrenebilmek. Bu projenin kendisi bile aslında soğuk savaşın insanları nasıl bir cendereden geçirdiğine güzel bir örnek. Bir devletin büyük bir kaynak ayırarak sadece ve sadece önceden haber edinebilmek için yaptıkları, “Altın Operasyon”un haricinde de kitabı okurken çok farklı boyutlarıyla gözler önüne seriliyor. Bu projeyi yürütebilmek için seçilenlerden biri de daha önce doğduğu ülkeden hiç ayrılmamış, çekingen, düzenli ve tertipli tam bir İngiliz olan kahramanımız Leonard. Leonard’ın bu proje için seçilip Berlin’e gelmesi sadece proje için değil onun yaşamı için de bir dönüm noktası olacaktır. Hiç ayrılmadığı ülkesinden Berlin’e gelişi ona ailesinden uzakta kendi ayakları üzerinde yaşamaya çalışmanın ne demek olduğunu, gece hayatının, eğlencenin, dostlukların ve âşık olmanın ne menem bir şey olduğunu öğretecektir. Bunların dışında çok farklı, her insanın yaşamak istemeyeceği şeyleri de tecrübe edecektir Leonard; cinayeti mesela. Bu da zaten romanın sorguladığı “masumiyet” fikrinin nasıl hikâyenin merkezlerinden biri haline geldiğini gösterecek bize. Leonard’ın Berlin’de geçirdiği süreyi “dünyaya ilk adımı” olarak nitelemek gerçekten hiç abartı değil. Leonard öncesinde, ülkesinde geçirdiği sürece ailesinin yanından hiçbir şekilde uzaklaşmamış, elektronik mühendisi olarak görev aldığı posta servisindeki işi biter bitmez yine evine koşan, hiçbir kadınla ten temasına girmemiş bir karakter. Ancak Berlin’e daha adım attığı gün farklı bir dünyanın kapısını çaldığının kendisi de ayırdına varır. Ona bu farklı dünyaların kapısını aralayan ise bir nevi iş ortağı da diyebileceğimiz, aynı projenin farklı kademelerinde görev yaptığı Amerikalı Bob Glass olur. HAYATININ AŞKI McEwan, Bob Glass karakterini Leonard’ın tam tersi şekliyle çizmiş bize. Leonard ne kadar düzenli tertipliyse Glass o kadar dağınık, Leonard ne kadar düzgün konuşmaya çalışıyorsa Glass o kadar patavatsız ve küfürlü, Leonard ne kadar kibarsa Glass o kadar kaba, Leonard ne kadar soğuksa Glass o kadar sıcak, Leonard ne kadar sinekkaydıysa Glass o kadar sakallı… Hemen her yönüyle zıt karakterler taşır ikisi de ancak yaşam onları Berlin’de aynı projede çalıştırmaya ve arkadaşlık etmeye zorlar. McEwan, bir İngilizAmerikan parodisi ve karşılaştırması yapabilmek için yaratmış sanki bu iki zıt karakteri. Leonard’ın Berlin’de geçirdiği süre boyunca da en yakınlarından biri olur zaten Glass. Kahramanımızın yaşamında meydana gelecek en büyük değişiklik de Glass’la çıktığı bir gece eğlencesinde meydana gelir. Leonard hayatının aşkı Maria’yı Doğu Berlin’e gittikleri bir gecede bulur. Maria otuz yaşında, küçük bir İngiliz askeri oto tamirhanesinde, daktilo ve tercüman olarak çalışıyor. Yılda iki üç kere habersiz gelip para isteyen, bazen de onu döven, Otto adında bir kocası var bir de. Annesi ve babası ise Rus bölgesinde oturuyor. Yani tek başına ayakta kalmaya çalışan bir kadına âşık olur Leonard. O da kendinin tam aksidir. Kendisi gibi yirmili yaşlarının ortasına kadar anne kucağında gelmemiştir Maria. Ancak kendisini büyütecek insanın da Maria olduğunun bilincindedir. Berlin’de geçirdiği sürede de büyüdüğünü hisseder zaten. Bu Ian McEwan’ın romanı beyazperde’ye de aktarılmış... 2 ŞUBAT 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1146 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle