19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Heinrich Böll’den ‘Yolcu Sparta’ya Varırsan Eğer’ Tarihin vicdanını anlatmak Heinrich Böll, İkinci Dünya Savaşı yıllarını anlattığı eserlerinde, anlamsız yere ölüme giden, katılmak zorunda bırakıldıkları savaşı gönülsüz sürdüren insanların korkularını, nefretlerini ve savaşın onların yazgılarını nasıl çizdiğini anlatır. Yolcu, Sparta’ya Varırsan Eğer’de yer alan öyküler, savaş alanlarında değil de okuldan bozma hastanelerde, tıklım tıklım askerle dolu trenlerde, istasyonlarda, bombalanmış kentlerde, yoksul evlerdeki küçük insanların acılarını dile getiriyor. Böll, bu öykülerinde yalın ve rahat diliyle okuyucuyu hiç zorlamadan savaş yılları ve sonrasının atmosferini ve duyguları ustaca aktarıyor. Yolcu, Sparta’ya Varırsan Eğer, adı dile getirilmeyen büyük bir savaşta küçük roller oynayan adsız insanların yaşamlarına davet ediyor okuyucuyu. ? Fadime USLU aşamın gerçeğinin edebiyat öznesine dönüşebilmesi için genellikle zamana ihtiyaç duyulur. Yaşanmış olayları sıcağı sıcağına anlatmaya çalışmak yazarı baskılayabilir. Duygular öylesine güçlüdür ki kimi zaman yazarın kalemi duyguların esareti altında kalıp eserin estetik düzeyi gerçekliğe feda edilebilir. Edebiyat yazarı vakanüvis değildir. Bunun için yaşadığı dönemde gerçekleşen olayları olduğu gibi aktarması beklenmez ondan. Edebiyat, kendi gerçeğini çoğu kez zamanla hesaplaşarak kurar. Fakat şimdi, bir istisna kitapla karşı karşıyız. Heinrich Böll’ün Yolcu, Sparta’ya Varırsan Eğer adlı öykü kitabı zamanla hesaplaşma niteliğinde. Böll, İkinci Dünya Savaşı’na katılmış. Savaşın hemen ardından da yaşadıklarını sanki aradan uzun yıllar geçmiş gibi acıyı damıtarak soğukkanlı bir tutumla öyküsünün öznesi haline getirmiş. İlknur İgan tarafından dilimize kazandırılan kitap, ilk kez Almanya’da 1950’de yayımlanmış. Kitaptaki öyküler, zamana karşı verilen bir hesap aynı zamanda. GÖRSEL AYRINTI VE SÖZDİZİMLE BESLENEN İRONİ Yazarın yapıtıyla yaşamı arasındaki ilişkiyi irdelemek çağdaş eleştirinin kaçındığı bir yaklaşım. Ancak Heinrich Böll kitapları üzerinde konuşmaya başlamak yapıt yazar ilişkisini açığa çıkarmak için değilse bile değinmeden de geçilemeyen bir konu oluyor. Yolcu, Sparta’ya Varırsan Eğer kitabında bu anlamda pek çok öyküyle karşılaşıyoruz. Liseyi bitirince çalışma kamplarına, piyade olarak doğu ve batı cephelerine gönderilen, esir düşen, sıcak savaşın dehşetini neredeyse bütün hatlarında bulunarak yaşayan Böll’ün özel hayatında karşılığı olan olaylar, durumların anlatıldığı öykünün dokusunda işleniyor. Aynı anda toplumun ruhuna sinen güvensizliği, korkuyu ve paniği gösterebiliyor yazar. “Bacağımın Değeri” başlıklı öyküsü, mayına basarak yaralanan bacağından, savaş sonrası işsizlik günlerinden izler taşırken iktidarın topluma bakışını da betimliyor. İki kişinin diyaloğu üzerine kurulan, üç sayfadan ibaret öyküde insanlığın karanlıkta kalan yüzü deşifre ediliyor. Fertlerini bütçe hesaplarının birer figürü olarak gören devlet mekanizmasını ironiyle ele alan anlatıcı SAYFA 4 ? 2 ŞUBAT İkinci Dünya Savaşı’na katılan Heinrich Böll’ün Yolcu, Sparta’ya Varırsan Eğer adlı öykü kitabı zamanla hesaplaşma niteliğinde. Kitap ilk kez Almanya’da 1950 yılında yayımlanmış. sanlık değerlerine tanıklık ediyor. Anlatıcının acısını kısa süreli de olsa yatıştırıyormuş izlenimi vermelerine karşın, eserler iktidar mücadelesinin zaman içerisindeki panoramik görüntüsünü imliyor. “Horoza benzeyen” Yunan savaşçısıyla resimlerde boyanmış Kutsal RomaGermen İmparatorluğunu anıştırdığı “büyük elektörden Hitler’e” varan bir iktidar panoraması bu. Yazar, mekânın doğal koşullarıyla anlatı zamanındaki hali arasında kendiliğinden oluşan karşıtlığın içindeki ideolojik önvarsayımları öykü kişisinin gözü aracılığıyla gösteriyor, zihni aracılığıyla da belirgin kılıp somut verilerle destekliyor. DURUMUN YALIN GERÇEKLİĞİ Gözün hangi koşullarda, nereden baktığını sık sık hatırlatıyor yazar. Öykü kişisi, henüz ölmemişler bölümüne götürülürken an’ı işaret eden süre, geniş zamana açılıyor. Bilinç durmaksızın savaşa hazırlayan iktidar arzusunu eleştiriyor. Bu, sanatı ideolojik aktarımın işlevi olarak kullanan iktidarın eleştirisi aynı zamanda. Anlatıcı, savaşçı heykelinin başında barışı simgeleyen defne yapraklarından oluşan tacı seçiyor. “Irk portrelerini” Hitler’in kavgasıyla örtüştürüyor. Zaman, mekân görüntüleri kişinin belleğinde sarmal bir düzende işliyor öyküde. Sedyede yatarken hastaneye çevrilen okulda her şeye yabancılaşmıştır anlatıcı. Oysa bu okul, savaşa katılmadan önce gittiği lisedir. Kolları kopmuştur, sağ bacağı yerinde değildir. Fakat belleği sapasağlamdır. Alaycılığı ilerleyen fiziksel zaman boyunca elden bırakmaz. “Hümanist lise” diye tanımladığı okulun kendi lisesi olduğunu anlar. Ancak kabul etmek istemez, çünkü bozulmuş bir alandadır. Gerçeği kabul etmek, savaşa katılmadan önceki temiz geçmişine ihanet değil midir? Liseyi bitirir bitirmez cepheye götürülmüştür. Duvar tahtasına Avrupa’nın geçmişi boyunca kullanılan el yazılarıyla yazdığı kendi cümlelerini fark etmesi, bedenindeki organların eksikliğini duymasıyla eşzamanlıdır. Böll, öykü kişisinin zihni aracılığıyla mekân ve uzamda çatışmayla sonuçlanan karşıtlığı varsayımlarla yaratıyor. Varsayımlar ise şiddetin yıkımı etrafında dönüyor. Kuşkusuz, edebiyat efsanelerinden Böll’ün başarısı berrak bir akılla sağduyuyu anlatmasıyla ilgili. Yazar, öykü atmosferini odaklandığı durumun yalın gerçekliğini göstermeye yönelerek kuruyor. Koku, tat, renk, ses, doku ayrıntıları anlatılan nesnenin kendi durumu olmaktan sıyrılıp özü söyleyen durumun parçası haline geliyor. Öykünün biçemi bile sözü edilen meselenin bir parçasına dönüşüyor. Cephede ya da cephe gerisinde, savaş sonrasında ya da esir kalınan tedirgin günlerde içinde yaşanılan zamanın; an’ın öyküsünü anlatıyor Böll. Asla karamsarlığa kapılmıyor. Taban tabana zıt olanı aynı alanda karşı karşıya getiriyor; ölümü betimlerken yaşamın ereğini, yokluğun içinde varlığı duyuruyor. Koşullar dayanılmaz olduğunda dahi umudun ışığını yakmayı başarıyor. Yazar, savaşın adını bütün çıplaklığıyla anıştırmasına karşın hiçbir öyküsünde anmıyor. Bunu savaşı kimliksizleştiren bir tavır biçiminde yorumlayabilir miyiz? Adı ne olursa olsun sivillere yönelik sonuçları değişmeyen savaşların karşısında tarihin vicdanı olarak duruyor Heinrich Böll. ? Yolcu Sparta’ya Varırsan Eğer/ Heinrich Böll/ Çeviren: İlknur İgan/ Can Yayınları/ 206 s. ? Y karakter, iş bulma kurumundaki görevliye şunları söylüyor: “…Önce iki kişiydik ama diğeri karşı tarafın açtığı ateşle vurulup öldü, artık bir maliyeti kalmadı. Gerçi evliydi ama sağlıklı ve çalışabilir, korkmayın. Yani öteki acayip ucuzdu. Daha dört haftalık askerdi, biriki posta kartı ve biraz asker tayınından fazlaya mal olmadı. Hiç olmazsa doğru dürüst vurulup ölen iyi bir askerdi” (s.6061). Bu satırları okuduğumda Kötü Bir Yılın Güncesi’ni anımsadım. Coetzee, devlet mitini incelediği yazısında “Devlet ölümü belgeleme işine tam bir ciddiyetle eğilir (…) yurttaşın nasıl yaşadığı veya nasıl öldüğü devletin umurunda değildir. Devlet ve devletin kayıtları için önemli olan, onun diri mi, ölü mü olduğudur” diyor. Böll’ün öyküsünde devlet yetkilisinden yitiren bacağı karşılığında iyi bir iş isteyen vatandaş, “… eğer ben bacağımı kaybetmemiş olmasaydım hepsi ölecekti, general, albay, binbaşı, güzelce sıraya uyarak öleceklerdi ve siz onlara maaş ödemek zorunda kalmayacaktınız.”(s.61) dedikten yıllar sonra onun ironiyle aktardığı düşüncesi Coetzee’nin eleştirel denemesiyle bü tünleşiyor. Böll, kitabına adını veren öyküsünde ironiyi bir başka biçimde, görsel ayrıntı ve söz diziminde örtülü bir biçimde kullanıyor. Yapısöküm yönemi için ayrıntılı bir incelemenin konusu olabilecek bu öyküde özellikle kullanılan mekân, mekânın öykü kişisiyle ilişkisi, kişinin kesintisiz ironisi kendi başına değerlendirilebilecek unsurlar. Öykü sahnesi, savaşta yaralanan anlatıcı konumundaki kahramanın hastane olarak kullanılan bir okula getirilmesiyle açılıyor. Bir sedyede yaralılar bölümüne taşınan “anlatıcı”, geçtiği yerde Almanya’yla birlikte Avrupa uygarlığının kökenlerini işaret eden sembolleri görüyor. Başlangıçta kendi durumuna yönelen dili sanat ürünlerini anlatmasıyla değişiyor. Feuerbach’ın Medea’sını, Parthenon frizinin alçıdan kopyasını, Caesar, Cicero, Marcus Aurelius ve Zeus büstlerini, Hermes sütununu çarpıcı unsurlarıyla dile getiren anlatıcı, bir sanat yorumcusundan farksız. Orada öylece duran eserlerin değerleri vurgulanırken onlar, zamana; kayıp giden in 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1146 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle