15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ercüment Cengiz’den ‘Gırnatacı’ Hayalle hakikatin romanı Everest Yayınları’nın 2012 ilk roman ödülünü kazanan Ercüment Cengiz, “Gırnatacı” adlı eserinde hayal ve hakikatin yaşama düşen yansısını anlatıyor. Okurunu yapıtının her aşamasında kurgusunun bir parçası yapan Gırnatacı, bıraktığı boşlukları doldurması için okuruna fırsat veren, konusu kadar onu işleme biçimiyle de başarılı bir ilk roman. ? Fadime USLU verest Yayınları’nın 2012 ilk roman ödülünü kazanan Ercüment Cengiz, “Gırnatacı” adlı eserinde hayal ve hakikatin yaşama düşen yansısını anlatıyor. Müziğin ve sinemanın dilini edebiyatın dokusunda ören Cengiz, romanında bu arayışı okuruyla birlikte gerçekleştiriyor. Karakterlerinin bilmediği yaşamsal sırları olay akışı boyunca okuyucuyla paylaşması bir yana, yazar kimi zaman kahramanının kimi zaman da okurunun karşısına farklı kılıklara bürünerek çıkıyor. Gölge kimliğiyle bir tarafta kahramanlarına kendi karanlıklarından kurtulmaları için ışığın yönünü gösteriyor yazar, öte tarafta okura romanın yazılma gerekçelerini anlatıyor. İsimleri tarihe saklanmış kişileri gerçeklikleriyle yaşatmayı hedefleyen roman, kurgu atmosferinde canlandırdıktan sonra onları yine okurunun imgeleminde Pere SAYFA 8 ? 22 KASIM Borrell del Caso’nun 1874 tarihli ünlü tablosu “Eleştiriden Kaçış”ında olduğu gibi betimlendiği çerçeveden çıkarmaya yöneliyor. Gırnatacı tarihi dekoru, geniş coğrafi mekânı ve karakterlerinin dünyalarıyla biçimlediği kurgusunun içine okuru da dahil ederek del Caso’nun düşünce zincirine bir halka daha ekliyor. İKİLİ KARŞITLIKLAR Romanın neredeyse bütün unsurlarında ikili karşıtlıklar çıkıyor karşımıza. Yazar, neşeyle trajediyi, savruluşla bağlılığı, aidiyetle kimliksizliği birbirinden farklı alanlarda surete büründürüp karakterlerine bölüştürerek anlatmasına rağmen bunların birbiriyle ne denli iç içe olduğunu hatta zamanla birbirine dönüştüğünü vurguluyor. Zaman, mekân, kişilerin yaşamı algılayışı, müziğin ve anlatının dili de iki ayrı biçimde değerlendirilmiş. 1955 ve 1893 yıllarında yaşanan olayların sahnelendiği mekânlar Chicago ile Konstantin. (İlginç olan her iki tarihin de ülkeleri için ekonomik ve toplumsal çöküntüyle karmaşanın yaşanması.) Dönem kesitlerinin konuşma diliyle aktarım biçimi arasına doğal olan mesafeyi koymuş yazar. Romanın hikâyesini anlatan kişiyle okuru da iki alanda konumlandırmış. Önce Cengiz, kişilerini tanıtıyor. Natalie ve Barkev Koçeryan çiftini başka mekânlarda başka kaygılarla gösterdikten sonra onları bir araya getiriyor. Birlikteyken Natalie, yıllar önce gittiği müzede tanıştığı Fransız gezgini hatırlıyor. Gezginin müze koridorunda, kafeteryasında söylediği sözleri, davranışları hatta Natalie’ye uzattığı kartvizitteki notu, Hitchcock’un sinema atmosferi içinde bir anda belirivermesi gibi yazarın da bir süreliğine romanda karakter olarak bulunduğunun ipuçlarını veriyor. Uzun 2012 E konuşmasının bir yerinde “... Ben de güpegündüz sizinle sohbet ederek değil, hayatınızın söz konusu olduğu bir roman, bir oyun ya da samimiyetle yapılmış portrenizin ayrıntılarında daha iyi tanıyıp, anlayabilirim sizi. (…) Sahi, var mı böyle bir eser kuzum?”(s.26) diyor gezgin, “Belki de bu yüzden, sanat eserleri, hayatın bizatihi kendisinden daha gerçekçi ve samimi olabilirler, biliyor musunuz?” (a.s.) Okurla görünür bir ilişki kuran Cengiz, kahramanları tanıtıp onların acılarını hissettirdikten sonra hikâyelerinin romana dönüşmesindeki gerekçeyi de açıklar. Gezgin, yazdığı notta işte bu kitabın adını yazar: ‘Genç Werther’in acıları…’ diye fısıldadı mutfakta sadece kendisinin duyacağı kadar bir sesle. Ya ‘Lotte’nin Acıları?’ Büyük üstat kitabında bundan hiç söz etmemişti neredeyse. Peki, ya kimseyle paylaşamadığı ‘Natalie’nin acıları’… Onu kim kaleme alacaktı? Gezginin söylediği gibi, ne olurdu ruhunun bir tercümanı olsaydı. Birisi kaleme alsa, oyunlaştırsa, ya da resmedebilseydi acılı ruhunu, derin yalnızlığını, çaresizliğini…” (s.29). Roman ne sadece Natalie’nin acılarına yönelmiştir ne de Barkev’in. Genç Osman da denilen Üç Kulak Osman’ın hikâyesi vardır menzilde. Yazar her iki karakteri de Genç Osman gibi derinlikle işler. Sadece adıyla değil, yarattığı “özgür adam” tipiyle de Goethe’nin etkileri görülebilir. Werther yapıtında gururlu ve kibirli bir tip çizmesine karşın tutku ve duygularıyla yaşayan Osman pek çok yönde ondan ayrılır. Roman, yapılandırdığı olayı tarihin gerçekliğinden almıştır. Sultan Abdülhamit’in Osmanlı müziğini dünyaya duyurma sevdasından. Kolomb’un Amerika’yı keşfinin dört yüzüncü yıl dönümü nü kutlamak için düzenlenen Jackson Park’ta açılan dünya fuarına Osmanlı da katılmış, kültürünü, sanatını, yetiştirip geliştirdiği ürünleri “Türk Köyü”nde sergilemiş. Sultan Ahmet Çeşmesi’nin bir örneği bile kurulmuş alanda. Kurgunun gözü ise oraya gönderilen bir grup içinden “üç kulak” lakaplı gırnatacı Osman’a odaklanmıştır. Onun geçmişiyle geleceği sarmal bir yapıda incelikle işlenirken kendisine saray tarafından verilen görevle rolün dışına çıkma arzusu vurgulanır. İktidarın, gücün, aile ilişkilerinin dayatarak kurguladığı hayatını kendi eliyle bir anda silip hayalleriyle kuran bir müzisyenin yaşamını bu defa romanın doğasında yeniden kurgulamıştır yazar. Üç kulak Osman’ın üzerinde ne yazarın ne de öteki kahramanların otoriter gölgesi hissedilir. Ercüment Cengiz, klarnet erbabı Osman’ın değişmez özündeki cesareti, gençliğinden hayatının sonuna kadar hiç yitirmediği, varlık nedeni de olan içindeki saf müzik aşkını göstermeye ant içmiş gibidir. Arkadaşlarıyla çevresi, mekân ve doğayla kurduğu ilişkideki katıksız sevgisi, içtenliği; olay ve durumları değerlendirme biçiminden okura yansıyan mizah; hayallerine tutkuyla bağlanması unutulmayacak bir roman kişiliği yapar gırnatacı Osman’ı. Gençlik arkadaşı Kevork’la, onun torunu Barkev’le ilişkisi kanalıyla açılan Osmanlı’dan Amerika’ya uzanan Ermeni meselesinin yankıları romanı boyutlandırır. Osmanlı’da 1915’te yaşananlar köklerini müziği ve aşkı uğruna terk eden Osman’ı dahi derinden etkileyecektir. Olay ve ilişkileri sadece karakterin gözünden gösterir. MÜZİĞİN DİLİ Müzik, zamandan ve tasalardan uzaklaştıran büyülü bir araç hem de ona dönüşmenin hazzını veren amaçtır. Çoğu zaman benzetmelerini de müziğin dilinden kurmuştur yazar. Dilin ritmindeki hız ve yavaşlık durumun iç dinamiğine göre belirlenmiş. Gerilimin doruğa ulaştığı noktada kesilen anlatı zaman sıçramalarıyla, detay ve durum tekrarlarıyla ertelenip geciktirilerek yeniden hız kazanmak için yavaşlatılmıştır. Kurgu boyunca Osmanlı’nın müzikle ilişkisine yer veren Ercüment Cengiz, gırnatacı Osman’ın klarnetine doğu makamında üflediği nefesindeki değişimi, gittikçe caza dönüşümünü irdeler. Klarnetle müzik aşkın kendi betiğini söyler bize. Yazar sinematografik anlatısında görsel detayları işlerken kalemini de bir kamera gibi kullanır. Sahneleri kullanma tekniği, zamanı işleme yöntemi de sinemayla arasındaki bağını güçlendirir. Ercüment Cengiz, daha ilk bölümde hayalle hakikatin arasındaki gizemli çizginin vurgusunu yapar. Roman boyunca elli beş defa hayal; on yedi defa hakikat sözcüğü kullanılmış, özellikle Osman’ın bedeninde hayalin hakikate dönüşme sürecini adım adım işlemiştir. Okurunu her aşamasında kurgusunun bir parçası yapan Gırnatacı, bıraktığı boşlukları doldurması için okuruna fırsat veren, konusu kadar onu işleme biçimiyle de başarılı bir ilk roman. ? Gırnatacı/ Ercüment Cengiz/ Everest Yayınları/ 344 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1188
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle