Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? rini önceleyerek her türlü iktidara karşı itirazlarını dillendirir. Öyle ki kendi partisinden olanların bile zaman zaman tepkilerine maruz kalır. 45 yaşında senatör seçilen Mehmet Feyyat 6 sene senatörlük yapar. Babası Kürt, annesi Türkmen olan Feyyat; Meclis’te daha çok Kürt varlığını öne alan konuşmalar yaptığını belirtir. Senatörlüğünün sona ermesinden sonra 1 aylık Hasdal Cezaevi döneminin peşi sıra iki oğlunun da içeride olduğu (Ömer Adil ve Hakan Feyyat 80 sonrası tutuklanarak Davutpaşa Askeri Cezaevi’nde yatarlar) koğuşa konur. 810 kişilik koğuşun durumuna ve içerideki tutumuna ilişkin verdiği bilgilerde Mehmet Feyyat; bir baba, eski senatör ve koğuşun en yaşlısı olma rollerini dengeleyerek “birlikte yaşayabilmenin” küçük bir örneğini verir; “solcusu, sağcısı ve dincisi olsun tüm gençler askeri darbeyi yapan üst kademedekilerden daha şerefli ve namusluydular.” diyerek… Koğuştakilerin DevSol, DevYol ve MHP’lilerden oluştuğunu söylerken, “yemeği bölüştürme”sini şöyle aktarır: “ ‘Siz zaten solcusunuz gıdaya ihtiyacınız yok. Ölüme kadar devrim dersiniz. Yemeğin suyu yeter size artar bile’ derdim. MHP’lilere ‘Size kemikler yeter’ derdim. İmama da ‘Etleri yiyin ki kafanız çalışsın’ derdim, böyle gülerek, şakalaşarak.” Bu ifadelerin içinde saklı olan “denge”, belki de insan olabilmenin ilk şartını hatırlayabilmekten geçiyordur. Mehmet Feyyat’ın hayatı boyunca bu ve buna benzer bıçak sırtı durumlarda hep bir denge”yi gözetmeye çalıştığını görüyoruz. Adalet kavramının kutsallarının en başında geldiği bir hukuk insanı değil sadece Feyyat, o bu kavramın tecelli edebilmesi için tarafını hep “insan”dan yana kullanmayı seçmiş bir denge üstadı aynı zamanda. Bunu da mizah denilen zekaya dayalı bir kanaldan yapıyor. Böylelikle, siyasal anlamda inanç farklılıkları söz konusu olduğunda asla yan yana gelemeyecek, yan yana duramayacak insanları bu özellikleri sayesinde bir arada tutuyor ya da kendini bir tampon olarak ortada konumlandırarak oluşabilecek olumsuzluk ve/veya şiddetin engelleyicisi olmaya çabalıyor. Bu tutumlarından belki de en belirgin olanlarından biri de Ahtamar Kilisesi’nin açılış süreci ve sonrasında yaşananlar; Feyyat’ın konuşmasında satır aralarında gezinen o denge kurucu, bağlayıcı söylem: “Akdamar adasındaki kilisenin açılışına iki kez gittim. Orada ne kadar hacı, hoca, imam varsa toplayıp götürdüm adaya. Dedim ki, ‘Müslüman din adamları öncelikle buraya gelip, kilisede iyi bir sosyal terbiye aldıktan sonra hacca gitmeli ve dini vecibelerini ifa etmelidirler. Aksi takdirde dini vecibeleri kabul olunmaz. Hz. İsa bizim de peygamberimiz. Önce ona uğrayacağız. Sonra Hz. Muhammed’e layık olmaya çalışacağız. İster havra, ister kilise, ister sinegog. Hepsi Müslümanlığa geçişin terbiye okullarıdır.” Kitabın son tarihsel bölümü olan 19791990 yılları aralığı, elbette 12 Eylül sürecini Feyyat’ın kişisel tarihi içerisinden panoramik olarak fotoğraflar. Henüz vebali ödenmemiş zamanların ve cinayetlerin de sorumluları konusunda tarih algısıyla söz alır yine: “Cumhuriyetin kuruluşundan beri siyasette asker vardır. 12 Eylül’ü yargılarken cinayetleriyle, işkencecileriyle yargılamak gerekir.(…) Bildiğim bir şey varsa, en çirkin cinayetler ve işkenceler, ki Osmanlı’dan günümüze kadar işkence ne “Bazı insanlar vardır, onlar resmi tarihin içinde başka bir tarihin de yazıcılarıdırlar aslında. Vecdi Çıracıoğlu (altta), bu insanlardan biri olan Mehmet Feyyat (üstte) ile kitabı birlikte yaptıklarından bahsediyor sunuş metninde. Çıracıoğlu’nun kastettiği ‘birlikte yapmak’; hem kolektivizme vurgu yaparken diğer yandan 88 yaşındaki anlatıcının konuşma eyleminin sarihliğini de işaretlemekte. Ülke tarihinin son 70 yılına ışık tutan bu çalışmada okur başka bir ışığın da takipçisi olacaktır çünkü.” yazık ki ülkemizde her zaman süre gelmiştir, mezaliminin en yüksek noktaya tırmanışı da 12 Eylül’de görülmüştür.” Sistematik işkenceden ve faili meçhullerden bahsederken bu ülkenin ilerici aydınlarını, devrimci demokratlarını ve bilhassa Kürt halkının ‘eşitlik özgürlük’ mücadelesinde çektiği acıları düşünmeden geçemiyoruz. Parlamenter sistemin açmazlarını da çok iyi bilen Feyyat; sadece kendi yandaşlarına hizmet götüren anlayışı, bilinçli bir şekilde geri bırakılmışlığı satır aralarında defalarca dile getirir söyleşi boyunca. Ancak bence çok önemli bulduğum çözümlemelerinden birini, bu sözlerin devamında sarf eder ve bugün çoğu siyasetçinin dillendirmeye cesaret edemeyeceği cümleleri kendi üslubunca sıralar: “Bir Cumhuriyet Halk Partili olarak, Barış ve Demokrasi Partisi’ne sempati ve sevecenlik dolu bakıyorum ve oradaki 10 hanım milletvekilini de 10 Atatürk gibi görüyorum. Onlar laikliği Kürtlerin içine sokmuşlardır. Onların Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmeleri laikliğin tam simgesidir.” Vecdi Çıracıoğlu, Feyyat’ın kişisel tarihini tasnif ederken toplumsal kırılmaların yaşandığı dönemlere ayrı bir özen göstermiş. Bu dönemleri 1990’da noktalandırması sonraki “Görüşler” bölümünü de “güncel” tutmuş böylelikle… “Görüşler”deki ‘Kürtler’, ‘Ermeniler’, ‘Azeriler’ ara başlıkları halklar bağlamında ayrı ayrı açılmış kitapta. Bu bölüm Mehmet Feyyat’ın otobiyografisinde belki de ilmi siyaset yapmadan, en duru şekilde konuştuğu, anlattığı bölüm olarak aklımızda kalacaktır; bir de “devlet” konusundaki görüşlerinin yanında önerdiği adlar dikkatli okurun gözünden kaçmayacaktır: “Atatürk keşke bugünleri tahmin edebilseydi de kendisine “Ataanadol”, Türkiye Cumhuriyeti’ne de, “Anadol Cumhuriyeti” deseydi!” Kimbilir, uzun vadede bu cümleler değişen Türkiye için düşündürücü olabilir ve Vecdi Çıracıoğlu’nun aylar süren çabası sonucu konuşturduğu “anlatıcı”sının adı daha uzun yıllar halkın adalet mücadelesinde anılır. ? “Halkın Savcısı: Mehmet Feyyat”/ Yayına Hazırlayan: Vecdi Çıracıoğlu/ Skala Yayıncılık/ Temmuz 2012/ 393 s. 22 KASIM 2012 ? SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1188