Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA Söylediğin Zaman”, Deniz ile Cihan’ın hüzünlü şarkısını anlatıyor. 70’li yılların sonunda Ankara’da, üniversitede tanışan Deniz ile Cihan’ı ortak tutkuları olan müzik bir araya getirir. Deniz, Ankaralı bir ailenin isyankâr kızı, Cihan taşradan gelmiş bir genç adamdır. 12 Eylül öncesinin en karanlık günlerinde yolları kesişen bu iki genç arasındaki ilişki birini tutkulu bir aşka götürürken diğeri devrimci düşlerinin rüzgârına kapılır. Yaşanmamış bir aşkın izdüşümü, aradan otuz yıl geçtikten sonra farklı bir boyutta ama aynı tutkuyla bu iki insana yansır. Kitabı Rahim Gür değerlendirdi. Kati Hirşel... İstanbullu Alman... Kuledibi’nde sadece polisiye kitaplar sattığı bir kitabevi var, yan dükkânı da devraldı alacak Kati! Evinin borçlarını yeni bitirdi. Saç rengini değiştirdi. Sevgilisi yok ama umudu var. Dizi izlemez, televizyonla işi olmaz. Migreni var. Kendi deyişiyle şişkoca. İrili ufaklı panik ataklar eşliğinde hayatla çekişmekte usta. Şehrin kargaşasına alışık ama şikâyetçi. Üstüne İstanbul’un mahşeri koridorlarında koşaduran bir maratoncu, müzmin bir didikleyici, polisiyenin vücuda gelmişi. Hirşel bu kez ucu siyasetçilere uzanan, cinsel fanteziler, şantajlar, kasetler, kamera kayıtlarıyla içli dışlı medya ve çete dünyasının derinliklerine dalıyor. Esmahan Aykol ile “Tango İstanbul”u konuştuk. Ünü dünyayı sarmış Türkiyeli bir primadonna, bir diva... Onunla ilgili her türlü fotoğrafı, ses kaydını, gazete kupürünü toplamayı hayatının amacı edinmiş, tutkulu hayranı bir müzik öğretmeni... Annesinin izini süren genç bir kadın... Eski fotoğrafların ayrıntılarında gizli, derin bir sır... Sadece Diva’nın yaşamının değil, Türkiye’nin yakın tarihinin puslu, karanlık bir kesiti... Oya Baydar yeni romanı “O Muhteşem Hayatınız”da, her biri kendi kimliğini arayan kahramanlarıyla, insanın ve Dersim coğrafyasının derinliklerine, saklı gerçeklerle yüzleşmeye ve dahi hesaplaşmaya davet ediyor. Oya Baydar ile kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Bol kitaplı günler... İnci Aral’ın romanı “Şarkını P H indistan’da üç bakan (Kültür ve Sanayi, Kadın Sorunları ((!))), Ekonomi bakanları), Meclis toplantısında kameralara yakalanmışlar: Cep telefonu ekranından internete bağlanmış, porno filmi seyrederken istifalarını sunmak zorunda kalmışlar. İnsanlar sakız çiğnerken yürüyebiliyorlar mı bilemiyorum, yürürken cepten mesaj çekebildikleri görülüyor. Yolda, sokakta, kalabalık caddelerde ellerindeki cihazın ekranına kilitlenmiş, iletişim sarhoşu dolaşanlara gitgide daha sık rastlar olduk. Kimbilir her gün, kaç kişi bu nedenle birilerine, dahası araçlara çarpıyordur. Yaptırımlar işe yaramışa benzemiyor: Sürücüler “boş” elleriyle, “dolu” bakışlarıyla, otomobillerindeki araçlardan birine değilse ötekine yoğunlaşmayı sürdürüyor. Bir yaya olarak, trafik ışıklarına artık güven duyulamayacağını öğrendim: Karşımdakinin dalgınlığı beni mezarlığa, daha iyi mi kestiremiyorum, hastaneye taşıyabilir. Barthes’ı, Sebald’i, en son Angelopoulos’u böyle yitirdik. Kaldı ki hastaneye düşmek meğer daha da tehlikeliymiş! Le Monde’da bir ay kadar önce yayımlanan bir inceleme, cerrahların ve anestezi uzmanlarının arasında, ameliyat sırasında, cep telefonuyla haberleşenlerin ve internette “surf” yapanların sayısının gö ervasız Pertavsız ENİS BATUR Aletlerin Protezi rülür ölçüde arttığını gösteriyordu okurken donayazdım. Régis Debray, günümüz insanının aletlerin protezi haline girdiğini söylüyordu geçenlerde. Tersi geçerli olsa ne fark eder, biri ötekinin protezi, bağımlısı, hastası, mütemmim cüzü durumuna çoktan gelmedi mi? Sanırım, araçlara yapışmanın bir hastalık türü olarak vaftiz edilmesinin, tanımlama ve tanılama aşamasının geldiğini kabul etmeliyiz artık. İletişim bir gereksinme olmalıyken önce bir tutkuya, sonra bir sapkıya dönüştü: İki uyku arası sözümona haberleşmeden, ekranlardan herhangi birinin önüne mıhlanmadan yaşayamayanların nüfusu patladı. Gecikmeden, illeti kuşatacak yeni tıp kolları, klinikleri, eczane rafları açılacak, açılmalı. Yeni bir aracın, I phone 5’ün tanıtımı yapılıyor şimdi: Sabahtan akşama konuşulabilecekmiş alet ile: Soru soracaksınız (“şemsiye gerekiyor mu bugün?”, “randevularım hangileri?”, “karıma gecikeceğimi bildir”), emir yağdıracaksınız, yanıtlayacak, işe koşacak. Böylelikle belleğimizin yükü azalacak, iki protez de programlanacak. Bu kuşatımın sonuçlarını ortak mekânlarda gözlemleyebiliyoruz: Sinema, tiyatro, konser salonlarında vazgeçemiyorlar: Birden, yanımızdaki aracının ışığını yakarak mesaj alıp almadığına bakmayı aklından geçirebildiğine göre burada değil tam. Kahvelerde, lokantalarda oturma süresini araçlarına gözatmadan, başvurmadan geçirebilen pek az insan görebiliyoruz. Kalabalığın ortasında böyle olanlar, birbaşlarına evlerinde, işyerlerinde kimbilir hangi akıntılarda sürükleniyorlardır. Kimileri, ‘sosyal medya’lar ortaya çakalı beri, ipin ucunu hepten kaçırma evresindeler: Aralarında bizi “yöneten”lerin yeralıyor olması düşündürücü. Benim gibi bu bağlamda enikonu rahat birinin yakınmaları yersiz bulunabilir; ne de olsa, telefon ve bilgisayarla pek sınırlı, geri kalanıyla hiç, ilişki kuranlardanım. Gelgelelim, bu gezegende yaşıyorum, yakın ve uzak çevremi geniş çapta etkisi altına alan hastalığın bana bulaşması değilse bile sonuçlarını yüklememesi elimde mi? Yararları, yararlılıkları yadsınamayacak araçların, kullanım ölçüsüzlükleri nedeniyle düpedüz zararlı, tehlikeli, sapkın nesnelere dönüşmesinden hepimize düşen okkalı paylar sözkonusu: Başkan, bakan, hekim, hâkim, görevliler ve sorumlular şirazeden çıktıklarında nasıl denetlenecekler? Önce uzaklaşan, sonra kaybolan bireyler nasıl bir toplum yaratacak? Uğraşımın, ilgi alanlarımın doğal sonucu, “benzer”lerimle ilişkideyim daha çok. Çoğunun kitap okuyamaz, müzik dinleyemez, sessiz oturup düşünemez, gönlünce üretemez hale geldikleri sır sayılmaz: Durmadan konuşuyor, haberleşiyor, internette ‘yüzüyor’, Twitter’den ya da Facebook’tan uzak duramıyorlar. Hep birlikte, bir girdabın ortasında, yalnızlaşılıyor. Patetikten patolojiğe mesafe: Bir adım. ? TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr Régis Debray Theo Angelopoulos Roland Barthes İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Reklam Müdürü: Ozan Altaş ?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1188 22 KASIM 2012 ? SAYFA 3