Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ahmet Hâşim’den ‘Gurebâhânei Laklakan’ Bir dönemin penceresinden İlk yayını 1928’de gerçekleşen Gurebâhânei Laklakan‘ın eleştirel basımı, güçlükler içinde geçen cumhuriyetin kuruluş yıllarının çağdaş evrime öncelik veren dünya görüşünü destekleyici yorumlar göz önüne alındığında, özellikle Bacon’da kaynağını bulan “insan doğası”na ilişkin gözlemsel değerlendirmelerle kendini kabul ettiriyor okura. ? Kaya ÖZSEZGİN air olarak ün yapmış olan Ahmet Hâşim’in düzyazıları için “deneme” altbaşlığını kullanmak onun şairliği yanında deneme yazarlığında da iddialı bir isim olduğunu peşinen kabul etmek anlamına gelir ki bu sıfat, belki de şair olup da bu alana yönelik yazılar kaleme almış başka yazarlardan daha fazla hak edilmiş olan bir unvandır. Söz konusu ayrıcalık, biri hariç, tümü dönemin gazete ve dergilerinde (Akşam, Son Saat, Yeni Mecmua, Dergâh) 1920’li yılların sonuna doğru yayımlanmış olan yazıların, dikkatli bir gözlem ürünü olmasından ve tanıklık ettiği dönemin yaşam ve estetik sorunlarına bir şairdüşünür kimliğiyle yaklaşmış olmasından dolayıdır. Akademide iki yıl estetik hocası olarak çalışmasının şaire kazandırdığı birikimle ilgili değil yalnızca bu ayrıcalık, onun ötesinde doğaya ve insanlara şairce bakışın düşünceye yansıyan boyutları egemendir bu denemelere. MONTAIGNE’DEN ESİNLENMELER Ahmet Hâşim, okuruna seçkin bir aydın bakışıyla ama oldukça ağdalı bir dille yaklaşıyor. Denemelerin, okurla arasına koyduğu en büyük engel, zamanına göre de ağır olan bu dildir. Ancak genel bir bakışla yaklaşımı, deneme türünün öncüsü Montaigne’den esinlenmiş olduğu izlenimini güçlendiriyor olsa da kendi tutkularından açıklıkla söz etmiyor gene de; buna karşın değindiği sorunların arka planında nesnel ve çağdaş ölçülerin dışına çıkmamaya özen gösteren bir edebiyatçı ve estetikçi profili bulmamak mümkün değil. Evet, terkiplere boğulmuş bir Osmanlıca, ortalama bir okurun ancak sözlük yardımıyla çözebileceği bir anlatıma eşlik etmektedir deneme metinlerinde. Bu durum, ilk bakışta günümüzün okuruna aykırı görünse de yazarın değindiği konulara gerçekçi ve akılcı bir açıdan yaklaşarak inandırıcı bir ifade kullanması ve daha da önemlisi, deneme türünün gerektirdiği sıcak ve renkli bir ifadeye öncelik tanıması, bu engeli büyük ölçüde etkisizleştiriyor ve okuru kendine çekiyor. Kitabın sonuna eklenen “küçük sözlük”, özellikle genç kuşak okurlar açısından metinlerdeki Osmanlıca terim ve terkiplerin çözümünü büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Kitaba adını veren deneme hariç, geri kalanlar genellikle iki kitap sayfasını aşmıyor. Böyle bir standardın ihmal Türk eserlerine olağanüstü ürünler gözüyle bakmasını eleştirir Hâşim, bunun Türk zekâsını “istihkâr” anlamına geldiğini söyler ki, bu eleştiri günümüzde bize yönelik Batılı aydın tavrı için de geçerlidir. İlk yazıyı izleyen “Müslüman saati”nde işlenen konu da bu çerçevededir: Orada da yazar, yerel zamanı kullanma ölçütlerimizin yersiz biçimde değiştiğine, İstanbul’a gelen yabancıların hayatımızı bozup yeni bir “düstur”a göre yeniden tanzim ettiklerine değinir. Ama bu, hiçbir zaman yeniliklere karşı cephe alanların, eski yöntemlere körü körüne bağlı kalarak direnmelerini haklı göstermez. Örneğin günden güne tiyatronun yerini alan sinema, yaşanan gelişmelerin doğal bir uzantısıdır. Mizahı, öteki sanat dalları yanında ikinci sınıf bir tür olarak değil, insanın “mümeyyiz bir vasfı”nı öne çıkaran bir tür olarak değerlendirir. Batı kültürüne yönelik hareketler karşısında bu hareketlere tepki göstererek eski eserlerin peşine takılıp kalanları sert bir dille eleştirir. “Mâzi muhabbeti” olarak tanımladığı bu eğilim, “yeni şafakların aydınlığına doğru koşan” kuşağın tavrı yanında anlaşılmaz bir durumdur ona göre. MİMARLIK SORUNU Krippel’in Sarayburnu’ndaki Atatürk anıtı üzerine düşüncelerini içeren metin, bu tür eserlere nasıl ve hangi açılardan bakılması gerektiği konusunda, günümüzdeki yanlış ve yakışıksız değerlendirmelere ışık tutması bakımından da önemli bir yazıdır. Hâşim, o sıralarda yeni dikilmiş olan bu anıt hakkında gazetelerde yer alan eleştirel yorumlara cevap oluşturacak görüşlerini sıralar ve dönemin basınında “münakaşaya mevzu teşkil eden” heykelin duruşundaki özelliği bir “estet” bakışıyla gündeme getirir. Oysa Krippel’in de anıta yönelik bu çeşit eleştirilere karşı savunduğu görüş, Atatürk’ün “hareket ve faaliyet içinde” bulunduğunu yansıtma amacına yönelik olmuştu. Yazar da onun bu görüşü19 Ş edilmemesi, bu yazıların daha önce dergi ve gazete gibi süreli yayınlar için yazılmış olsa gerektir. “Gurebâhânei Laklakan”, bir anlamda Hâşim’in dünya görüşünün ve Türk sanatı hakkındaki yanlış yorumlara yönelttiği eleştirinin, yaşanan somut bir olay nedeniyle dışavurumudur: Bursa’ya yaptığı bir ziyaret ve orada tanıdığı “Türk muhibbi ve Türkkâri sanat meraklısı” bir kişiyle görüşmesini anlattığı bu yazısında, bakıma muhtaç hayvanlar için hazırlanmış bir bakım yerinin de bulunduğu Bursa evinde rastladığı ve uzun bir görüşme yaptığı muhatabının eski nü paylaşır ve şöyle der: “Vücuda verdiği keskin hareketle, fikir kahramanlığına bir uzviyet kahramanlığı da izafe ederek tuncun kudret ve ifadesini” bu yönde kullanmıştır Krippel. (Günümüzdeki heykel tartışmalarının sığ içeriklere dayanan örgüsü düşünüldüğünde, bir anıt üzerindeki bu kapsamlı bakışın değeri daha iyi anlaşılmıyor mu?) Ahmet Hâşim’in birkaç denemesine serpiştirdiği sanatla ilgili “mülâhaza”ları, daha çok mimarlık sorunu çevresinde odaklanır. Ona göre, 1908 darbesiyle işbaşına gelen ekip (İttihat ve Terakki), yalnız siyasal bir fırkanın adını taşımaz, “yarım yamalak tarihi malumatın ve ham bir zevkin menbalarından akıp gelen ilmi ve bedii bir cereyanın da ismi”dir. Bir yandan sözde devrimci ve yenilikçi iddialar taşırken, ruh ve anlam açısından garip bir “mâziperestlik”le doludur bu parti. ( Geçmişin beğenisine takılıp kalmayı sık sık eleştirir Haşim. Bu yönüyle onun kalem arkadaşı Yakup Kadri ve “son şarklı” dediği Süleyman Nazif’in görüşlerini paylaşması beklenmedik bir şey değil.) Geleneksel türbe ve medrese mimarisini taklit ederek, mimarlığa cübbe ve sarık giydirmekten yana olanları karşısına alması da bundandır. Gerçi 20. yüzyılın “kendine özgü” bir mimarisi yoktur (gerçekten de yok mudur?) ama eski dönemlerin giysilerinin göze çekici görüneceği gerekçesiyle “ihya”sını düşünmek ne kadar gülünç ise, dini mimariyi yaşatmak fikri de o derece gülünç olacaktır. Açıktır ki Hâşim burada her alanda olduğu mimarlıkta da geçmişin biçimlerine dönmeyi, sosyal ve estetik gelişmelere aykırı bir davranış olarak nitelemektedir. Yazı, şu doğru yargıyla sonlanır: Geçmişe özenme, bir yozlaşma, bir “irtica”dır. “Yeni bina” başlıklı denemenin girişinde gene aynı soruna döner ve geçmişteki biçimlere fazla rağbet, yaşayanları hayatlarından zevk almaz bir hale getirdiği gibi, gelecekten de umudunu koparır. Çağımızın mimarisini “semaya doğru inkişaf ettiren” gelişmeler, bir zevksizliğin ürünü değil, sosyal yaşamın bir gereğidir çünkü. Mimari konusunda yazarın en dikkate değer yorumu ise, “Güvercin” başlıklı denemesindedir. Ona göre güvercinler, Doğu mimarisini tamamlayan unsurlardır. Çünkü bu kuşlar, ne yabancı banka binalarının “sahte” arabesklerine ne de Evkaf hanlarıyla Seyri Sefain iskelelerinin kubbelerine ve süslü saçaklarına aldanırlar. Onlar, Sinan’ı âciz taklitçilerinden ayırmakta tereddüt etmezler. Daha önce gene aynı yayınevi tarafından eleştirel basımları yayımlanan “Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları” (2004) ve “Frankfurt Seyahatnamesi”nin (2004) ardından Ahmet Hâşim’i, bir yaşam ve düşünce adamı olarak bir kez daha gündeme taşıyan bu denemeler, ondaki şair duyarlığının düzyazıya yansıyan örnekleridir. Locke’un anlama yeteneği adı altında sözünü ettiği incelikli düşünme yöntemi, Ahmet Haşim’in deneme yazılarında değerini ve önemini hep koruyan bir ölçüt olarak kendini gösteriyor. Hayata ve insana (bizim insanımıza) dair her şey bu yazılarda yaşanan dönemin olguları eşliğinde yansıtılmaktadır. ? Gurebâhânei Laklakan/ Ahmet Hâşim/ Yayıma Hazırlayan: Nâzım Hikmet Polat / Yapı Kredi Yayınları/ ... s. OCAK 2012 SAYFA 13 ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1144 ? SAYF