18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

’ dediğikulu, yor. O m anlaer söy la daha nızlığımı ben. Çocuküş sank dolu rını aşşullarahsus rla kulardı tmenanlaruğuenlikle mızdaki yoruz men çokek eğitimunu verdi. orada o kaedi bu. di kööküz ocukçaltına esim Edirne nin taresmi bizim dı. Bir olsa in çaleman m bizMüzir arkaen çodu. ötekiyorum. ndisine alde etmenikumuok şey aki yöyee eğitiara giriz birer ç bea” diyi çok llikle eniyor. yollar etmenun Atnyasış. O ? ? yaşımı büyütmeyi de başaramadığım için benim atamam ancak 18 yaşını doldurduğum gün yapıldı. Herkes yerleştiği için bana Van kalmıştı. Bindik kara trene ve İzmir’den ak bindiğimiz trenden kara olarak Tatvan’da indik. Sonra feribotla Van ve Özalp; Özalp’in de köyü. Doğu ıssızlığını yaşadım iki yıl boyunca. Oranın özel koşullarından ötürü acemilik ve çaresizlik dolu iki yıl. Sivas’taki askerlik eğitimi ve er öğretmenlik için Amasya’nın merkeze en uzak köyü. Sonra İzmir (Ödemiş, Foça) köyleri. Köylerde geçen toplam on yıl. Köylerde inadına uzayan ve küçük bir radyodan başka dünya ile bağlantı kuramadığım uzun kış gecelerinde okumak, okumak, okumaktı beni kurtaran ve yarına hazırlayan. İşin en zor yanı, kırsal alanda sanat ortamına çok uzak kalmaktı ve bağ kurmakta karşılaşılan güçlüklerdi. Her şeye karşın yazdım ve okuyup yazmakta direndim. O olanaksızlıklar içinden bir Hüseyin Yurttaş çıktıysa, o emeğin gözden kaçırılmamasını beklemek de hakkı olsa gerek. Attilâ İlhan, öğretmen okulu yıllarında arkadaşlarımla severek okuduğumuz ve kendi aramızda “Çocuk ne yazıyor be!” diyerek hayranlığımızı belirttiğimiz bir isimdi. 1968’de, İzmir’de, Demokrat İzmir gazetesinin genel yayın yönetmeni ve başyazarıyken onu tanıdım. O doyulmaz sohbetleriyle geçen saatler, her buluşmamızda ömür boyu yinelendi ve benim için her biri ayrıca unutulmazdı. Demokrat İzmir bir fidelikti. “Sanat ve Edebiyat” sayfasında şiirleri ve yazıları yayımlanan yetmiş kadar genç şairin gelişimini her biri için düzenlediği yetmiş zarfın içinde sakladığı yapıtlarla izleyen Attilâ İlhan’ı usta bildim. Vaktiyle Attilâ İlhan’a sövüp sayan, bizi de onun çevresinde bulunmamız nedeniyle eleştiren kimi zevatın, şu sıralar bizden daha çok ona sahip çıkıyor görünmeye çalışması ise Attilâ İlhan’ca söylersek “calibi dikkat”tir. Daha sonra İzmir’de bizim Dönemeç dergisi serüvenimiz var. Onu başka çıkışlar ve serüvenler izledi. Şunu söylemek isterim: Ben, edebiyata ve daha geniş anlamda sanata tutkuyla bağlandım. Ona hiç ihanet etmedim. Yaşamdan koptu kopacak hale geldiğim en dar ve zor zamanlarımda bile tutunduğum tek şey sanattı, sanattır. Belki de hayatımın en büyük doğrusu bu! Kitabınızın son bölümünde “Büyük düşler kurmanın, ulaşılması güç hedeflere doğru durmaksızın yürümenin doğruluğunu yıllar geçtikçe iyice anladım” diyorsunuz. Bu sözler yapıtın iletisini de içeriyor. Deneyimli bir eğitimci ve çok okunan bir sanatçı olarak bu iletiye neler eklersiniz? Çocuklara ve gençlere zaman zaman “Düşlerinizi büyük tutun” derim. Gerçekten de düşleri büyük tutmaktan hiçbir zarar gelmez. O büyükten, en büyükten küçük saydığınız bir bölümüne sahip olduğunuzda, sığ düşler içinde gezinenlerden çok daha büyük şeyler yaptığınızı görürsünüz. Onunla yetinmek ise işte bu düşünceyi terk ettiğiniz anlamına gelir ki, düşler devamlılık ister. Yoksa sanatçılar doyuma ulaşıp bırakır sanatı. Bırakmayan giderek daha çok ve daha iyi yapıtlar verir ve büyür. Zaman verimli geçirildikçe sanatçıdan yana çalışır çünkü. Bütün zamanlarda hep üretenler kazandı. Bunu unutmamak gerek. Üreten, var olmaya devam eder; tüketen, tükenir gider. ? ‘Vatan Olan Gurbet’ Almanya’ya İşçi Göçünün 50. Yılı Vatan Olan Gurbet: Almanya’ya İşçi Göçünün 50. Yılı‘nda iktisatçı Kenan Mortan ile hukukçu Monelle Sarfati, zengin bir kaynak sunmasının yanında, hem Türkiye’deki hem de Almanya’daki ortamın göç olayında ne denli etkili olduğunu, göç edenlerin buradaki sorunları kadar Almanya’daki gruplaşmalarının yapısına dair bilgiler veriyor. ? Gülten KAZGAN isafir işçilik” diye başlayan bir olayın nasıl, niçin kalıcılığa dönüştüğünü, bütün güçlüklere rağmen vatandaşlığa kadar gidebildiğini anlayabiliyorsunuz. Üstelik bu sürecin nasıl Alman toplumundaki, yönetimindeki bütün dirençlere rağmen ortaya çıkabildiğini, sayılarının günümüzde 2.7 milyon kişiye varabildiğini anlayabiliyorsunuz. Kitap çok akıcı, sıcak bir dil ile yazıldığı için de uzun bir kitabı baştan sona hiç sıkılmadan, güçlüklere takılmadan okuyabiliyorsunuz. Kitap, 50. Yılı tamamlayan “göç” bağlantılı çalışmaların çoğalttığı bağlantılı çalışma yazınına önemli katkılar yapıyor, çok yönlü bakış açıları ile. Kitapta ayrıca nelerin eksik olduğu belirtildiği için, nelerin eksik kaldığını da biliyorsunuz. HER MESLEKTEN GÖÇMEN Kitabın malzeme kaynaklarından birini Berlin, Köln ve Ahen kentlerinde 160 kadar her meslekten göçmen ile farklı mekânlarda yapılan söyleşiler oluşturuyor. Bir diğeri, Türkiye’den Göçün Dokümantasyon Merkezi ve Müzesi’ndeki mektup, anı defteri gibi malzemeler. Ayrıca, Türkiye ve Almanya’daki siyaset, hukuk, ekonomi alanındaki değişimlerin göç ve göçmenlerin sosyal bileşimine, Almanya’daki konumları ile bundaki değişimlere ve dönüşümlere etkileri ele alınmış, incelenmiş. Nihayet, kitabın ön sözünde değinilen karşılıklı göç olgusunun bir buçuk yüzyıldır tekrarlanan bir tarihçesi olduğunun hatırlatılması ise, olağan biçimde “Acaba o zaman bu süreç nasıl işledi?” sorusunu akla getiriyor. Gerçi, 1930’lardaki Türkiye’ye Alman (Yahudi kökenli) aydınlarının göçü konusunda çok kitap yazıldı ve okundu. Ancak bunun dışındakiler pek bilinmiyor. Kitap, Almanya’ya giden işçiler ve çeşitli mesleklerden, inanç gruplarından Türklerin öyküleri ile birlikte, göçmenler karşısında farklı sınıflardan, mesleklerden Almanların tepkilerini de yansıtıyor. Tepkilerin iki politikideolojik eksende toplandığını iki canlı örnek ile öğreniyoruz. Biri en uçtaki “En Alttakiler” kitabı ile MüslümanTürk işçisi Ali’nin yaşadıklarını yansıtan yazar Günther Wallraff. Wallraff Ali rolünü oynarken böylece Türk işçilerinin yaşadıklarını okura yansıtıyor; Ali toplumun en altında kalanları simgeliyor. Walraff’ın evinin girişine “Bu eve rasizm (ırkçılık) giremez” diye yazmış. Diğer uçta yer alan Thilo Sarrazin’in “Almanya Kendisini Yok Ediyor” başlıklı kitabındaki fikirleriyle de başka bir yaklaşım ile karşılaşıyorsunuz. Hem baskı üzerine baskı yapan kitabın 14. baskısında Türklerin ve Arapların geri kalmışlığını “genetik özelliklerine bağlayan” paragrafın çıkarıldığını, hem de Sarrazin’in Alman Sosyal Demokrat Partisi üyesi olduğunu, bu değişimi Parti Başkanı’nın uyarısı üzerine yaptığını öğreniyorsunuz. Dış dünyada çoğu kişide “sosyal adalete verdiği önem” ile hayranlık uyandıran bir partide bir ırkçının yer almasına şaşırdığınız gibi, bu kitabın milyon adet üzerinde satış yapıp, Thilo’yu milyoner yapmasına da şaşıyorsunuz. “Demek ki, işin bir de bu boyutu varmış” diyorsunuz. GÖÇÜ ETKİLEYEN OLAYLAR Göçü etkileyen olayların çeşitliliğine şaşırmamak mümkün değil, hem dünyanın ve Türkiye’nin yaşadığı olaylardan etkileniyor, hem de Almanya’nın yaşadığı olaylar kadar aldığı göçe ya da göçmenlere ilişkin çeşitli önemlerden. Örneğin petrol krizinden, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden başlayıp, Doğu Almanya’nın Batı’ya katılmasından geçip, Almanya’nın önce göçü önlemek yolunda aldığı önlemlere geliyorsunuz; onu izleyerek Alman hükümetinin Alman vatandaşı olmaktan çifte (Türk – Alman) vatandaşlığa uzanan bir çizgide yürürlüğe koyduğu önlemlerin karmaşası sergileniyor kitapta. O zaman bir soru uyanıyor zihninizde: Göçle gidip, uyum sağlayamayıp, dilini bile tam sökemediği topraklarda, gettolarda yaşamayı sürdüren “marjinaller” acaba niçin hâlâ orada direniyorlar diye düşünüyorsunuz. Yazarların onlara bakışı şöyle: “Marjinaller yani arafta kalanlar, kendilerine hiçbir grup içinde yer aramayanlardan oluşuyor, Almanya’da çoğunluk toplumu onları büktüğünde paylarına düşeni fazlasıyla ödeseler de, plak iğnesini hiç kımıldatmadıklarını gördük. En önemlisi, bu ülkede kurbanlaştırmaya karşı müzikte, dilde, araştırmada ve tiyatroda hep bir yaşama stratejisi geliştiriyorlar. Bastırılmış mevcudiyetlerini topluma bir koro halinde deklare ediyorlar.” Bu değerlendirme de size, “Yahu meğer bizim halk ne yüksek bir uyum yeteneğine sahipmiş” dedirtiyor. Kitabı okurken hem çok zevk alıyorsunuz, hem çok şey öğreniyorsunuz. Kitabın sistemli malzeme zenginliğine ilginç ekleri de var. Sık sık sayfalara yerleştirilen çerçeveler içinde yer alan fotoğraflar ve ek açıklamalar buluyorsunuz. Kitabın sonundaki alfabetik “sözlük”te kelimeler, deyimler, kuramlar, kavramlar bağlantılı açıklamalar bulunuyor. Alfabetik bir “Dizin” de kitabı tamamlıyor. ? Vatan Olan Gurbet: Almanya’ya İşçi Göçünün 50. Yılı/ Kenan Mortan, Monelle Sarfati/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 370 s. 19 OCAK 2012 ? SAYFA 11 “M n Molekül/ Hüseyin Yurttaş/ Say Yayınları/ 236 s. Vatan Olan Gurbet, çok akıcı, sıcak bir dil ile yazıldığı için kitabı baştan sona hiç sıkılmadan okuyabiliyorsunuz. Yukarıda kitabın yazarlarından Kenan Mortan. 1144 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1144
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle