Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hüseyin Yurttaş’la ‘Molekül’ üzerine ‘Değişseydim insanlıktan çıkardım’ İnsan, yaşadığı sürece merak etmeye ve düş kurmaya devam eder. Ancak yaşlılıkta, sık sık geriye de bakar. Yaşadıklarını anımsar ve bu kez anıların buğulu aynasında görür kendini. Molekül de Hüseyin Yurttaş’ın dönüp baktığı çocukluk ve gençlik anılarını bize taşıyan bir kitap. Ufak tefek biri olduğu için arkadaşlarının Molekül adını taktığı Yurttaş’la kitabını konuştuk. ? Bahri KARADUMAN olekül’de, doğup büyüdüğünüz köyde yaşadıklarınızı anlatıyorsunuz. Kitap, bir yerde özyaşamöykünüzün bir bölümü. Okurunuzun “Kendinizi anlatan, anılarınızdan söz eden bir kitabınız var mı?” sorusundan yola çıktığınız anlaşılıyor. Bu geçmişe bakış sizin için keyifli mi yoksa yorucu bir yolculuk mu oldu? Son şiirlerimden birinde “çocukluk eskizidir hayatın” diyorum. Gerçekten de çocukluk belirleyici. Çocuklukta yiyip içtiklerinizi ömür boyu seversiniz örneğin. Güzel bir çocukluk bütün tarihi ve coğrafyasıyla hep dönülmek istenilen sıladır. Eğer büyük korkular, acılar yaşamışsanız onları da, bütün olumsuzluklarıyla ömrünüz boyunca sürüklersiniz. Ancak sevgiler ve güzellikler yaşadığınız olumsuzlukları örtüp aşabiliyorsa, çocukluk ya da gençlik, içinizde bütün diriliği ve tazeliğiyle rüzgârınıza göre sallanan bir dal olarak kalacaktır. Benimki öyle. Tabii ki o günleri yazmak kolay olmadı. Mutlu anları anımsarken ve anlatırken bile gözleri doluyor insanın. Ya çekilen acılar, yaşanan çaresizlikler, olumsuzluklar? Eski yaraların kabuğu kanıyor elbette ve usulca, incecik bir kan sızıyor. “Keyifli olduğu kadar yorucu çalışma oldu” demek doğru olur. “YEREL SÖZCÜKLERİ SEVEREK KULLANIYORUM” Köy yaşamı, köy çocuğunun yaşam koşulları yazınımızda çok işlenmiş bir konu. Bunlarda daha çok Doğu ve Orta Anadolu köyleri anlatıldı. Sizin köyünüzde de genelde aynı sorunlar, aynı yokluklar var. Ege köylerinin ayrıcalığı “ağa” zulmünün olmaması, arada bir köyünüze sinema perdesinin kurulması, karagöz ve kukla oynatıcılarının, kokucuların, macuncuların gelmesi. Bugün için gençlere önemsiz gibi gelebilir ama bunlar o günler için çok önemliymiş diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz? Ege’de doğrudan doğruya “ağa zulmü”nden söz edilemez belki ama bizde de ağalar vardı. Köyün ve Yenifoça’nın en değerli arazileri, yerleri, zeytinlikleri ağaların ve beylerindi. Annem de babam da onların işinde gündelikçi olarak babam bağ belleme, çapalama ve zeytin silkmede; annem zeytin toplamada, tütünde çalıştı. Oralara fazla girmedim. Ağalar devleti çok iyi kullanır. Bizimkiler de öyleydi. Köyün su kaynaklarının bulunduğu Pınarderesi’ndeki kavaklığı bütün köylüler onların biliyordu. Kadastro geçince anlaşıldı ki, burası Maliye’ninmiş. Böyle örnekler çok. Batı köyleriyle Doğu köySAYFA 10 ? 19 OCAK M leri arasında elbette bir fark var. Ancak bu sömürüdeki ortak konumlarını değiştirmiyor. Ege biraz daha demokratik yaşıyor. Doğa bile oradaki en yoksul insana tek başına, kimseye müdana etmeden yaşama olanağı sunuyor. Onun için oyunlar bile Doğu’da birlik ve dayanışma bloğu halinde zıplanarak oynanır; Batı’ya geldikçe bu çözülür, serçe parmağına kadar iner bu bağ ve Ege’de tek başına oynama biçimine dönüşür. Bazı zeybekler vardır ki, meydana başkasının çıkmadığı bir tek başınalık koşuluyla oynanır. Yani, doğanın tanıdığı olanaklar insanların ağaya, beye bütünüyle bağımlı kalmasının önüne geçiyor denebilir. Öte yandan sinemanın köylere ulaşması, zaHüseyin Yurttaş man zaman karagöz perdesinin kurulması; sihirbazların, kokucuların ve macuncuların gelmesi çok değişik renkler. Çerçiler gedillerden alınıp verilenler var bu sözlirdi örneğin. Bir ata ya da eşeğe iki cükler arasında. Dringa, kesin olarak camlı dolabı yüklemiş olurlardı. Makabilmiyorum ama Rumca olsa gerektir. ra, yumak, iğne, düğme filan satarlardı. Yerel sözcükleri, Türkçemizi bir maden Kapalı ekonomi daha tam çözülmemiş gibi kazmak ve işlemek diye algıladığım demek ki. Yumurta, zeytinyağı karşılığı yazma serüvenimde o sözcükleri unutusattıkları olurdu mallarını. Bunlardan luşa salmaya gönlüm elvermiyor ve onyumurta karşılığında halk hikâyeleri alları severek kullanıyorum. dığımı bile anımsıyorum. Ferhat ile Şi Radyonun köy kahvesinde durduğu; rin, Kerem ile Aslı, Hazreti Ali’nin kitapsız, gazetesiz günler; evlerde elektriCenkleri, Kan Kalesi, Hayber Kalesi. O ğin, suyun olmadığı yıllar. Özverili anne, ıssızlıkta her ses, her görüntü, her renk efe hikâyeleri, masallar, destanlar, askero kadar önemliydi ki. Dünyaya açılmış lik anılarını anlatan konuşkan bir baba. meraklı çocuk gözleri için hele… Tek öğretmenli iki göz odalı küçük bir Köyünüz Foça’nın Kozbeyli köyü. okul. Bu ortamda çalışkan, sevimli bir Çocukluğunuzu anlatırken “çingil, geÜsen. Yazarlığınızın, ozan kimliğinizin zek, pavkırmak, tokuç, dringa, sunma altyapısını oluşturan sevgi dolu köy orta(buket), geren, çöğür, söbü, hafifçik, mı. Tanıdığım Hüseyin Yurttaş, hiç deyuryumuşacık, temiz tendiris” gibi yöreğişmemiş, desem ne dersiniz? sel sözleri sıkça kullanıyorsunuz. Bunla Değişseydim insanlıktan çıkardım rın çoğu sözlüklere girmemiş. Yörenizin gibi geliyor. O saflığı, o içtenliği, o yadilsel zenginliğini neye bağlıyorsunuz? lınlığı hep korumaya çalıştım.Çocuklu Kozbeyli pek çok Ege köyünden ğum benim sandıklarda sakladığım sırfarklı olarak bir Türk köyü. Rumların ça takımım gibi. Onunla şimdi bile pek kurduğu ve yaşadığı, Türklerin sonrasık haşır neşirim. Bir kediyi, bir kuzuyu, dan yerleştiği bir köy değil. Yenifobir çiçeği, bir böceği yine aynı coşkuyla, ça’nın üzerindeki Şaphane dağındaki içim kaynayarak seviyorum yine. Özleşap madenini işletmek amacıyla Fatih’in diklerimi tam özlüyorum. Anılarım bübu yöreyi almasından sonra önce o matün yalınlıklarıyla önüme açılıyor. Yaşadene çok yakın Yolmuç denen bir yere dığını iliğine kemiğine kadar yaşayan, Sahuranoğulları tarafından yerleştirilen yaşamak isteyen ve bunu da beynine kaTürkTürkmen oymakları tarafından zıyan bir yapım var. Hüseyin Yurttaş kurulmuş; yüz yüz elli yıl sonra ise korda bence o sayede var. san korkusundan şimdiki yerine taşın“OKUMAKTI BENİ KURTARAN” mış bir köy. Rumlar yarıya bağ dikip ortaklık etmek için gelmişler. Yirmiyirmi Küçük yaşta okumak için gurbet beş hane kadar. yollarına düşüyorsunuz. Giderken anAnnemin kullandığı birçok sözcüğe nesi üzülmesin diye ağlamayan, gözyaşYaşar Kemal’in romanlarında rastladım larını uzak yalnızlıkların karanlıklarına ben. Türkçe, Anadolu’ya kaç koldan saklayan Hüseyin Yurttaş, Menemen’de birden akmış, gelmiş. Bazı sözcükler ortaokulu bitirip öğretmen okulu sınakullanım yaygınlığı gösteremeyince yevını kazanıyor. “Okulumuz, bir öğretrel kalmışlar ya da öyle sayılmışlar. Dili men okulu olduğu kadar, sanata ve sadaraltmamak, genişletmek, geliştirmek nat çalışmalarına da çok geniş yer veren gerektiğini düşünenlerdenim. Komşu ve yeteneklerimizi özgürce geliştirme mize olanak sağlayan bir yerdi” dediğiniz Edirne Erkek İlköğretmen Okulu, yaşamınızda büyük önem kazanıyor. O yılların okullarına, eğitimöğretim anlayışına bugünden bakınca neler söylersiniz? Önce Edirne’nin soğuğuyla daha da artan gurbet acısını ve yalnızlığını hiçbir zaman unutamadığımı belirtmeliyim. Sıla ve sevdiklerin. Hepsinden ayrı düşmüşsün. Çocukluğun gerilerde kalmış. Bir düş sanki. Parasız yatılılığın çaresizlik dolu günlerini, acılarını, yalnızlıklarını aşmamızı sağlayan ise hepsi eşit koşullarda bir arada yaşayan insanlara mahsus yapmacıksız, içtenlikli yaklaşımlarla kurulan paylaşıma dayalı arkadaşlıklardı öncelikle. Okul yönetimi ve öğretmenlerimiz çok anlayışlı, babacan insanlardı. Parasız yatılı o günlerde kurduğumuz dostluklar bugün de aynı içtenlikle sürüyor. Yaşlanıp gittik ama aramızdaki bağları koparmadık, hâlâ buluşuyoruz ve buluştuğumuzda yine o delişmen çocuklar olup çıkıyoruz. Edirne Erkek Öğretmen Okulu, bize altı yıllık eğitimle verilen öğretmenlik formasyonunu sıkıştırılmış eğitim gibi üç yılda verdi. Köylere öğretmen olacağımız ve orada nasıl çalışıp çabalayacağımız bize o kadar çok anlatıldı ki, ruhumuza işledi bu. Düşünün, bir gece rüyamda kendi köyümdeki okul lojmanın çevresini öküz çiftiyle sürüyorum. Güya oraya çocuklarla bir şeyler ekecekmişiz. Bilinçaltına işlemiş dediğim buradan belli. Resim öğretmenimiz Tayyip Yılmaz’dı. Edirne resimleriyle ünlü, sanat kesimlerinin tanıdığı Tayyip öğretmenimiz bize resmi sevdirdi. Tunca ve Meriç boyları bizim resim çalıştığımız doğa parçalarıydı. Bir müzik odamız vardı. Külüstür de olsa bir piyanomuz. Hepimiz mandolin çalmayı iyi kötü öğrenmiştik. Saz, keman çalanlarımız vardı. Dursun Salkım bizden iki sınıf öndeydi. Türk Sanat Müziği söylerdi. Erkan Bugatir diye bir arkadaşı vardı, o Hafif Batı müziğinden çoğunlukla İngilizce parçalar okurdu. Okul bahçesinde bir birinin, bir ötekinin söylediği kimi günleri anımsıyorum. Okumak, yazmak önemliydi. Kendisine yapmadığımızı bırakmadığımız halde bizi kazanmayı başaran genç öğretmenimiz Kemal Özkan’ın edebiyat tutkumuzu ustalıkla yönlendirmesi bize çok şey katmıştır. Kitapta anlattım; oradaki yöneticiler bizim hakkımızı yemedi, yedirtmedi ve bizi hep korudu. Bize eğitimin daniskasını verdiler. Ayrıntılara girmeyeyim. Oradan çıktığımızda biz birer “öğretmen”dik… “Gurbetçi bir martının ödünç beyazlığı/ düşüyor Meriç’in sularına” dizeleriyle şiirini yazdığınız Edirne’yi çok sevdiğiniz anlaşılıyor. Sanata, özellikle şiire yönelmeniz o yıllarda biçimleniyor. Okul bitiyor ve kendinizi “uzun yollar yolcusu” olarak nitelediğiniz öğretmenlik yılları başlıyor. Sonra yolunuzun Attilâ İlhan’la kesişmesi ve yazın dünyasının kazandığı bir Hüseyin Yurttaş. O yılları anlatır mısınız? On sekiz yaşını tamamlamadan ? öğretmen okulunu bitirdiğim ve ? ya ğım yaşını d kes yer Bindik diğimiz indik. S Özalp’i şadım i şulların dolu ik ve er öğ merkez (Ödem çen top uzayan dünya i kış gece maktı b yan. İşi nat orta kurmak şeye ka ta diren bir Hü gözden hakkı o men ok verek o “Çocuk ranlığım 1968’d zetesin yazarıy sohbetl mamızd nim içi Demok Edebiy yayımla gelişim miş zar leyen A le Attil onun ç le eleşti den dah meye ç lersekİzmir’d venimiz rüvenle Ben, ed sanata ihanet e pacak h manlar sanattı, büyük Kita düşler k lere do doğrul dım” d tisini d ci ve ço iletiye n Çoc “Düşle çekten bir zara yükten sahip o gezinen yaptığın mek ise anlamın ter. Yo rakır sa çok ve Zaman yana ça hep üre mak ge eder; tü Mole yınları/ 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1144 CUMH