Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Emel Güz’den ‘Ruhum Gövdemde Değil’ Bu işte bir kadın şair var Emel Güz Ruhum Gövdemde Değil isimli şiir kitabında “Çocukluk sömürülmelidir kendim olmadım/ korktum kalbimi açacaksınız diye/ dokunmak değil gövde yalanmış/ gördüğüm şey ben kendini bende bulan şey/ şiir çocukluğun yerleşme aşamasıymış” diyor. Güz’ün dizelerinden anlaşılıyor ki, şiiri hayatı anlamak ve ölüme direnmek adına yazıyor. Ë Aslı SOLAKOĞLU adın bedeninin kutsallığı, doğurganlığını da kapsayan ve hiç de onaylanamayacak tuhaf bir bütünlük içinde bugüne kadar taşınagelmiş. Eril düşüncenin üstünlüğü olarak da basitçe tanımlanan bu nahoş kutsallık, bu çağın kadının başına çorap örmeye devam ediyor. Yüzyıllardır, kendimizden sonrasına taşımaya devam ettiğimiz kültürel ve dini kodlar yüzünden, bir tabu alanı olarak yüceltilen kadın bedeni, aynı zamanda üzerinde erke dair oyunların oynandığı serbest bölge olarak da kabul görmüş. Bunlar zaten bildiğimiz, zaten pek çok kadın söyleminin dile getirdiği şeyler. Bunlar aslında kadınerkek ayrımı olmadan çoğumuzun bilip de sustukları. Bu böyle ama bence işin ilginç yanı devamında: Birbiriyle çelişen ama iç içe geçtikçe kendini büyüten bu iki “mesele”, yani kutsanma ve böyleyken kullanılarak karalanma, diğer bir söyleyişle övülürken yok sayılma, kadının da kabul ettiği daha da ilginç başka bir “mesele”ye dönüşmüş. Dönüşmekte ve dönüşüyor hâlâ. Kadın, bu meselesinin farkına vardıkça, kadın kendi içinde yaratılan ya da yarattığı bir başka kadının farkına vardıkça dönüşmeye devam ediyor. O kadını benimsedikçe ya da benimsemedikçe, onunla kavga edip barıştıkça dönüşüm virajını alıyor ve parlıyor; unuttukça olduğu yerde duruyor ve sönümleniyor. NEDİR KADINI KENDİNE DÜŞMAN EDEN BU DERİN MESELE? İşte Emel Güz’ün Ruhum Gövdemde Değil, günlükşiir kitabını daha okumaya başlamadan bu düşünceler beliriyor ve bu sorular yanıp sönüyor aklımda. Edebi metinlerin yanıt vermediğini bilmeme rağmen, böylesi bir açlıkla okumaya başlıyorum. Öyle ya, işin içinde şiir var, yazının akıttığı acı var. İşin içinde kadın ve gövdesi var. İşin içinde, belki de ilkel dönemlerden bugüne sarkan bir yalnızlık var. İşin içinde kadın olma bilincinin, insan olma bilincinin içinde kurtarıcı gizil bir güç olarak belirmesi var ya da işin içinde tersinden okudukça düzleşen insanlık durumları var ve daha neler neler var bu işin içinde! Zaten kitabın ilk metninde ve ilk şiirinde de yukarda andıklarımla, beni duyan bir şairin sesiyle karşılaşıyorum:“Vaktinde çalan saatler gibiSAYFA 8 1 EYLÜL 2011 K şünün, diyor aslında. yim” ve “Zamanın diline düştüm” diyeBen de çağrısına kulak veriyorum ve rek Güz’ün, görünenin aksine, kişisel olGüz’ün peşinden o yola düşüyorum bu mayan tarihiyle bir hesaplaşmaya girdiğikitap eşliğinde. Kitabın gerçekliği içinde ni okuyorum. Çocukluğundan, gençlieğilip doğruluyorum. “Nedir alın yazısı ğinden konuyu açmış olmasına, “Babamın kâğıt ömrüne sözcük doğdum” dedenilen şey? Alın yazısı şiir yazısı mı?” mesine rağmen; sadece kadınlığını, şairlisorusunu düşünüyorum en çok. Daha ğini değil, varlığını toptan olumlama yoönce de sıklıkla aklımdan geçen başka lunun, öncelikle kendi geçmişiyle hesapbir soruyu yanıma alıp yürümeye devam laşma olduğunu duyurmasına rağmen ediyorum: Hayatın içinde devinip durböyle düşünüyorum. mamızın nedeni aslında şiire yaklaşmak Güz’ün, şairliğini sorgulayış tavrındaki için mi? Bütün gevezeliğimiz bu yüzden kadın soluğunun derinliğini görüyorum mi? çünkü. Devamında, bu durumu öncele“Sesimi duy!” ey şair, “Yaşımı gövdemeden altını çizmiş olmasını fark ediyome giydiremem.” rum ve bütün bu geçmiş izlerini dizeleŞİİR OLABİLME UMUDU... rinde okuduğumda, sorgulamasını, kişisel geçmişini insanlık tarihi içinde eriteDüşünün, ömrünüzden kaç ömür darek yapma yolunu seçtiğini düşünüyoha çıkar? Şunu da düşünün, hayattan yarum. “Şair Cinsiyeti” şiirindeki dizelerde na mısınız yoksa ölümden mi? Yoksa saolduğu gibi: “Şiir aklımda kadınlar can dece kendinizden yana mısınız? Yaşamıçekiştikçe/ kin ve nefret oldum kendinız içinde nerdesiniz? Bir kadınken same/ bak ve anla/ kalbimin yılanı aklıma dece kadın kalmayı mı istediniz? Yoksa uzuyor… bütünlük müzesinde kayıp çabir kadınken insan olmaya mı çalıştınız? ğında/ ayırdım kendimi kadın ve erkek/ Denediniz mi? O bilge kadınla karşılaştıbirleşti kendiyle bendeki şiir/ sonra nız mı hiç yaşantılarınızın bir yerinde? utanç sonra kalp sonra siz/ suçluluk duyÇok mu zor oldu hikâyenizi ona anlatgum çocukluğum/ yüzümün kaybettiği mak? Çok mu yaktı sizin tabanlarınızı da iyilik/ mümkün mü şiirden o ateşin külleri? kalbime.” “İnsan böyle bir şey işte. Yankısını bulamayan sesEmel Güz, şiir yazmayı, sizlik kimi zaman” diyor hayatı anlamak için bir Güz. Tam da bu yüzden güç, ölüme karşı bir direnç düşünün, sesiniz hangi ayolarak görüyor. “İki dize nadan geri döndü önce? önce ben böyle değildim” Nerde kırıldı aynayla beraderken bu direncin gücüber? Sesinizi orada bıranü gösteriyor. Değişimin kıp, terk edip gittiniz mi çapraz hallerini, insanlık siz de? Yoksa her burkulhallerinin içinde eritip dimada, her kırılmada o yere yalektiğin sonsuzluğunu mi döndünüz? Ne bulduimliyor. Dünden bugüne nuz, o ses aynı ses miydi? uzayan köprünün üzerinde Sizi bekliyor muydu ya da yürüyor, kendi yolunda. o geçmiş fotoğrafını yırtıp Bilge bir kadının kendini attınız ve yeni aynalar mı kendinden ötede arayışıyarattınız kendinizden? Bu nın çığlıklarını duyacaksıkadar cesur olabildiniz mi nız dizelerimde diyor sanhiç? ki. Ben ya da başkası, siz “Konuştuğum iç hayaya da başkası, bu kitaptaki Emel Güz’ün, şairliğini sorgulatımdan/ vicdan çıktım güo yaşlı, bilge kadını dinle yış tavrında kadın soluğunun ne” dediğiniz bir gün oldu yin, ona kulak verin ve dü derinliğini görülüyor... mu? Yoksa “Niye ciddiye aldım kendimi/ şiirin ucuz boyasıyken kadın” derken mi buldunuz kendinizi? Oysa rüyalarınızda “hayata insan çıkmak hayalim/ yüzeysel bir cevap gibiyim” sözcüklerini ezberlemiştiniz. Ezber bozmak için gittiğiniz manavlardan, kasaplardan çıkarken durak manzaralarıyla, tozlu balkon demirleriyle karşılaşmıştınız. Ne görmüştünüz oralarda? Ne görmüştünüz de, tozlu ezberleri yine o balkonlara taşıdınız filenizle? Hadi söyleyin! “Birileri bir şeyler biliyorsa söylesin!” Diyelim ki, eğer bilmek diye bir “şey” varsa, o bilmeye yaklaştınız. Yolculuğun bir yerlerinde, bilge kadınla karşılaştığınız o yerde belki de, “Yeniden Ölmek Treni”ne bindiğinizde, Emel Güz gibi siz de, “Hangi Balkon Hangi An Hangi İrade” başlığını atacaksınız ömürlerinize. Düşünün ki, o yere geldiğinizde içinizdeki şair size seslenecek ve “ölünce insanın gittiği yer kendisi” diyecek. Tam da ölümlerden ölüm beğenemediğiniz zamanlarda “kaçmak zorunda olduğum bir anım var” diyeceksiniz siz de ve bineceksiniz trene. Sadece gidiyor olmanın hafifliğine sarınacaksınız, üşümemek için. Sonra yine o şairle karşılaşacaksınız yataksız kompartımanınızda, “annemdeki sır benim/ yok karşılığım Türkçede” diyecek size. İşte bu yüzden düşünün ve bulun içinizdeki o şairi. Düşünün ki, olsun ya da olmasın, o karşılıkları bulmak için biniyorsunuz trenlere ve büyütüyorsunuz çocuklarınızı. Dilinizi, düşüncenizi, kendinizi bulmak için gidiyorsunuz her yere. Geleceği kurmak için ya da geleceği görmek için ya da kim bilir belki de gelecekten kopmak için, “Ateş Halkam” dediğiniz “çerçevesinden sızan kadın”lara sesleniyorsunuz hep; onlara güveniyor, onlardan yardım istiyorsunuz: “Boşluğum yitik dize/ alnımdan çiviyi sök.” Sadece kendinizi değil, işte o “Ateşten Halka”ları düşünün. Anaları, babaları düşünün. Sevgiden olma insanların acıdan türeyen ama umutla büyüyen yaşamlarını düşünün. “Dünden bugüne yaşlandım” bilinciyle yazan bir şairin, “Düşünüyorum babamı/ babam bana benzer!” diyerek, teşhisini kendi kendine koyduğu hastalığı düşünün. O hastalığın, hangi devrin hangi acısından size uzadığına bir bakıverin. Olmaklar düzleminden bakıverin dünyaya bir kere de. Ne olup olmadığınız arasına bir ip gerin, kirli çamaşırlarınızı asın oraya. Her kirde karşılaştığınız yüzünüze seslenin siz de şair gibi: Kimsin? Emel Güz’ün, “Şair olmanın ‘aslında olmamak’ olduğunu bilmek ve kimseye ulaşamamak, insana yokluğunun bir kez daha sessizce haykırılmasından başka nedir ki? Nedir ki şair olmak, piyasanın içinde olup da tavrınla dışında kalabilmek değilse? Yalnızlık kazanma sanatı değilse nedir ki şair olmak? Kâğıttan kalıplar kullanarak, her şiirde yeniden biçimlendirdiğim bu çokyüzümle, her şey doğal olabilir mi?” dediğini duyun. Bunları duyun ve düşünmeye devam edin: Nedir ki en doğal haliyle insan olmak? Koşulsuz, karşılıksız sevmek değilse nedir ki sadece insan olabilmek? Önce kendini sevmek, utandırılan kadınlığından insan yaratmaya çalışmak süreci değilse nedir ki yaşamak? Bunları düşünün ve şairleri sevin. Varlıklarıyla, sözcükleriyle sizi bunca düşündürebildikleri için ama en çok acılarınızı bildikleri için sevin şairleri ve asla bir gün şiir yazabilme, şiir olabilme umudunuzu kaybetmeyin! Ruhum Gövdemde Değil/ Emel Güz/ Yapı Kredi Yayınları/ 120 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1124 CUMH