Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mario Bellatin’den ‘Güzellik Salonu’ Güzel ölüm para eder! Güzellik Salonu, Meksikalı yazar Mario Bellatin’in Türkçedeki ilk kitabı. Sıkı bir egemen cinsiyet eleştirisinin yapıldığı romanda Bellatin, güzellik salonu sahibi, anlatıcısını salgın hastalıklardan mustarip, hastanelerde hor görülen, Homokatilleri Çetesi’nin saldırılarına maruz kalan ve toplum dışına itilen erkek hastalar için bir bakıcıya, huzurlu ölmeleri için de salonunu Ölüm Evi’ne çeviriyor. Hastalık, ölüm ve cinsiyet kavramlarının sorgulandığı roman az lafla çok iş yapılabileceğinin de göstergesi. Ë Eray AK erulu bir ailenin çocuğu olarak Meksika’da doğan Mario Bellatin, yurtdışında tanınan bir yazar olmasına, hatta İspanyolca son yirmi beş yılda yayımlanan en iyi yüz kitap arasında kendine Güzellik Salonu’yla iyi bir yer bulmasına rağmen onu çok fazla tanımadığımız açık. Bir iki cümleyle de olsa yazarın yaşamından bahsetmek herkes için iyi olacak. 1960’ta dünyaya gelmiş yazar. Meksika’da doğmasına rağmen, dört yaşında ailesiyle birlikte gittiği Peru’da teoloji, sonrasında Küba’da ise senaryo yazarlığı eğitimi almış. İlk kitabını da 1986’da kaleme almış. Asıl önemli olan ve bizi ilgilendiren kısmı, yani yazarlık hayatı da bundan sonra başlamış. Tanındığı topraklarda adını birlikte andıkları isimler de bu bağlamda gerçekten dikkat çekici. Yazı dili Becket’le kıyaslanmış mesela. Kaleminden çıkan dünyalar ise sinemacı David Cronenberg ve ünlü ressam Frida Kahlo’nun dünyalarına benzetilmiş. Bellatin’e bu isimlerden yola çıkarak dahi referans olabilir insan. Ancak yine de kitap kuru sözden evladır ve edebiyat kumarda tehlikeye atılamayacak kadar ciddi bir iştir. Bu yüzden usul usul Güzellik Salonu’nun kapılarına dayanmak gerekir. EGEMEN CİNSİYET ELEŞTİRİSİ Güzellik Salonu konusu bakımından her şeyden önce “öteki” diye tanımladığımız bazı şeylerin ucundan yakalamaya çalışıyor. Türkiye’de içi henüz tam olarak doldurulamamış bir kavram olsa da romanın kahramanını, onun “konuklarını” ve sürdükleri yaşantıyı anlamlandırabilme adına “öteki” kelimesi sanırım doğru olacaktır ya da bir diğer yönüyle bakacak olursak “egemen cinsiyet” eleştirisi başlıca derdi bu romanda Bellatin’in. Anlatının kadın giysileri giymekten hoşlanan, bir güzellik salonu sahibi ve adı belirsiz anlatıcısının merkezinde gelişiyor olaylar burada. Bununla birlikte, arkadaşlarına musallat olan bir Homokatilleri Çetesi ve onlara ettikleri, ayrıca toplum dışına itilen tipler mağdur konumundaki insanları meydana getirenler. Güzellik Salonu’nun kahraman/lar/ı böyle yaratılınca, doğabilecek trajediyi izlemek adına gerisini doğal seyrine bırakmak da yeterli olurdu aslında ama Bellatin hikâyesiyle tüm bu olayları bir trajediden sarsıcı ve huSAYFA 14 1 EYLÜL P zursuzluk yaratan bir romana evirmeyi başarıyor. Güzellik Salonu’na konu olan “kahramanlardan” biraz daha bahsedecek olursak tıpkı toplumdaki ezilmişlikleri ve görmezden gelinmişlikleri gibi adlarından yoksun hepsi burada da. Hikâye, aslında bu çok küçük gibi görünen ancak çok şey anlatmaya mahkum ayrıntıyla da nasıl bir toplum eleştirisi yaptığını anlatıyor bize. Aslında bakılırsa adının Güzellik Salonu olduğuna aldırış etmemek gerekir romanın, çünkü içinde geçenlere bakarak konuşacak olursak “ironik” bir durumla karşı karşıya olduğumuz çok açık. Anlatıcının sahibi olduğu güzellik salonu zamanla salgın hastalıklardan mustarip, hastanelerde hor görülen, Homokatilleri Çetesi tarafından saldırılara maruz kalan ve toplum dışına itilen erkek hastalar için bir bakımevine, hatta ölüm evine dönüşme hikâyesi etrafında can buluyor hemen yukarıda bahsedilen tüm bu sorunlar ve roman. Güzellik salonundan Ölüm Evi’ne dönüşüm ise bir o kadar kolay ve kendiliğinden, diğer yanıyla ise sancılı ve zorlama bir şekilde meydana geliyor. Kolaylığı, içinde insanlık taşıyan herkesin zor durumda olan birine yardım edebilmesinde, zorluğuysa bunun başkası tarafından yapılan bir zulmün bedeli olarak anlatının kahramanına ödetilmesinde yatıyor: “Bir hastayı ilk kabul edişim yanımda çalışan bir gencin ricasıyla oldu. Daha önce Homokatilleri Çetesi ya da şehirde dolaşan saldırganlar tarafından yaralanmış birine yardım ettiğimizi anlatmıştım ama o zaman tek yaptığım, geçici bir barınak sağlamaktı. Yaralılar bir süre sonra kendi özgür iradeleriyle salonu terk ediyorlardı. Ama bu sefer kendi iş arkadaşlarımdan biri, yakın bir dostunun ölümün eşiğinde olduğunu ve onu hiçbir hastaneye almadıklarını anlattı. Ailesi de hastayla ilgilenmek istemiyordu. Maddi olanaksızlıklar yüzünden tek seçeneği şehirdeki bir nehrin köprüsü altında ölmekti. Gerçekten de birkaç evsiz onu oraya götürmüş, titreme nöbetlerini yatıştırmak için etrafta buldukları kartonlarla üstünü örtmüşlerdi. İş arkadaşım onu almam için bana yalvardı. Sonuçlarını düşünmeden kabul ettim. Bunu başka bir zamanda istemiş olsaydı, güzellik salonumun bir Ölüm Evi’ne dönüşmesine asla izin vermezdim” (s. 38). MEÇHUL HASTALIK Bahsedilen hastalığın ne ve nasıl olduğu ise meçhul. Anlatıcının kendisi de bu ölümcül hastalığa yakalanır sonraları ancak buna rağmen belirtilerinden başka bir ayrıntı vermez bize yazar. Bu hastalık nereden gelir, nasıl bulaşır, korunma önlemleri nelerdir? Buna dair hiçbir bilgiye yer verilmemiş romanda. Ciltte yaralarla başlar ve ardından aniden vücut direnci kaybolur. Sonu ise belli: Ölüm. Hastalığın yayılmada böyle bir yol izlemesi, José Saramago’nun Körlük’ünü akıllara düşürüyor. Körlük’te, arabasıyla trafik ışıklarında yeşil yanmasını beklerken kör olan birinin, bu “hastalığı” tüm kente yaymasıyla ortaya çıkan karmaşa ve bu karmaşanın Saramago gözünden eleştirisi yapılıyordu. Güzellik Salonu’nda da nereden ve nasıl geldiği belli olmayan bir hastalıktan, ölümden cinsiyete, yaşamdan cinsiyetçilere ve toplumun ahlak anlayışına kadar uzanan bir yığın konu bombardımana tutuluyor. Güzellik salonu Ölüm Evi’ne dönüştükten sonraki süreçte ise insanların aslında “mutlu bir ölüm” için neleri gözden çıkarabileceği gözler önüne seriliyor. Huzurlu bir ölüm için paralarını ortaya dökenler, Ölüm Evi’ne girebilmek adına anlatıcının peşinden yalvararak koşan tipler bu “huzurlu ölüm” isteğini bize açıktan belli edenler. Anlatıcımız da bakmak zorunda kaldığı bu ilk vakadan sonra bahsettiği hastalığa yakalanan “konuklar için en iyi şeyin uygun şartlarda gerçekleşen çabuk bir ölüm” olduğuna karar verir. Hatta hastaların ölümü o kadar çabuk gerçekleşmelidir ki onları yaşama bağlayacak en küçük hareket ve mutluluk da yine anlatıcıkahraman tarafından yasaklanmıştır. Ölüm, bu bağlamda romanın genel havasına sinmiş en önemli etken konumda yerini alıyor. Tüm bunların yaşandığı Ölüm Evi’nin kendisi de çok önemli hikâye için. Hatta, hikâye mekânla birlikte var oluyor dense abartıya kaçmış olunmaz. Mekânın, hikâyeye can katan en önemli ayrıntısı ise anlatıcının özel ilgisi akvaryumlar. Akvaryumlar ve içindeki balıklar tıpkı anlatıcının değişken ruh hali gibi sürekli bir devinim halinde. Ölüyor, yerlerine yenileri geliyor, bakımsızlıktan nefes alamayacak durumdayken sil baştan bir değişimle yepyeni yuvalarına kovuşuyor, daha sonra anlatıcının ruh haline göre başka balıklara yem edilip ya da bir şekilde öldürülüp sonra tekrar yenileniyor. Ölüm Evi’nin kendisi gibi bu akvaryumlar da. Sürekli bir devinim ve değişim, gidenlerin yerlerine yenilerin gelmesi, güçlü balıklar tarafından güçsüzlerin yok edilişi yazarın anlatmak istediği yaşantıların bir diğer alemdeki görüntüsü gibi adeta. Genel olarak “Ölüm Evi’nin kendisi” ve “sadece kendisi” ile ilgili ayrıntıları ortaya dökse de anlatıcı, zaman zaman oradaki insanların yaşamları da anlatının gidişatına belli bir durakta inecek bir “yolcu” olmak şartı ve “ücreti mukabilinde” misafir olabiliyor. Bu kısa misafirliklerin de hikâyeye bir katkısı olmak zorunda tabii. Bellatin’in bu konuda ne kadar hassas olduğu, hikâyenin sayfaları arasında dolaşırken daha da bir netleşiyor. “Yoğunluktan” taviz vermeyen bir görüntü sergiliyor Güzellik Salonu’nda Bellatin ve işte tam olarak bu yüzden hikâyeye giren her “kelimenin” bir anlam taşıması gerekiyor. Haliyle “konuk” da olsa karakterlerin de. Bu anlatıya misafir olma durumu ise daha çok Ölüm Evi’ne yerleşenlerin yaşam içinde ne gibi zorlukları aşmak zorunda kaldıklarını ortaya dökmek gibi bir yük sırtlıyor. Ancak odak hiçbir zaman değişmiyor. Bu yönüyle “bencil” bir anlatıcı ile karşı karşıyayız bu hikâyede. Ancak anlatıcının bu bencilliğini metnin eli açıklığıyla kıyasa sokmak dahi mümkün değil. Kısacık bir metin olmasına karşın içi tıka basa dolu bir hikâye Güzellik Salonu. Az lafla çok iş yaptığı için de bir o kadar kıymetli. O yüzden Güzellik Salonu’nu “yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz.” e.erayak@gmail.com Güzellik Salonu/ Mario Bellatin/ Çeviren: Şevin Aksoy/ Notos Kitap/ 54 s. Mario Bellatin’in kitabı Güzellik Salonu, kısa bir metin olmasına karşın içi tıka basa dolu. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1124