25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Zeynep Çavuşoğlu’yla ‘Kalp Tutulması’nı konuştuk ‘En büyük fatura kalbe çıkandır’ Mükemmel tabloyu yapmak isteyen ressamın fırçasından sıçrayan endişelerle örülü bir hayat ve babası tarafından çok küçükken terk edilmek, annenin bu konuyu sonsuza dek kapaması. Erkeklerle ilişkilerinin miladı; er ya da geç gidecekler kanısında. Sevmek, sevilmek isteyen bir kadın. Biçare mi? Değil ama yalnızlıktan ödü patlıyor. Cehennemi bu! Kalbi dayanamıyor, nöbete tutuluyor: “Dünya çok dar. Nefes alamıyorum! Anlamımı kaybettim” diyor. Bataklığın içinde açan bir nilüfer çiçeği ve bir yaşam savaşçısı diye niteliyor yazarı. Sevildiğine inanmayan bir kadın, hayat ona göre azgın dalgalar, volkanlar, depremler ve tsunamilerden ibaret. Kimi fark etse de etmese de kendini arayan biri, kendinin peşinde Süreyya. Kalp Tutulması adlı romandan sesleniyor okurlara mükemmel resminin yanı başından. Zeynep Çavuşoğlu romanını anlattı. Ë Gamze AKDEMİR eyin ve ruh sahibi olmanın ötesinde, sanatçı ve kadın olmanın neresinde Kalp Tutulması? Kadın da sanat da yaratıcı gücü temsil eder. Yaratıcının ve yaratanın ortaya çıkması için öncesinden bir kaos gerekli. Yaratma eylemi bir boşluk nezlinde ve belki de artık yaratılması gerektiği inancından doğar. Tutulma, yaratma eylemini gerçekleştirecek bir değişim, ani bir yıkım ve hatta bir yok oluş biçiminde kabul edilebilir. Bu sadece yaratıcı insanlar için değil, hayatın her alanında insanların değişir ve dönüşürken hissettiği bir duygu. Onu anca kalp tutulması olarak tarif edebilirdim. “HEPİMİZİN ŞEYTANI VAR!” Süreyya’nın ebedi yorgunluk, müzmin mutsuzluk, bomboşluk hissi... Ruh ve beden arasında helak olan, hele ki kent insanının empati kurmada hiç zorlanmayacağı, susmayan o yalın “tantana”yla türbülansa tutulmuş bir uçak gibi zangır zangır ve bir o kadar sağır edici bir endişe sessizliğiyle haşır neşir kalbe faturası. Bu faturanın ayrıntılarıyla yaşamda harcama ve harcanma kalemlerine yakın plan dersem… Hiç yanılmamış olursunuz. Herkes faturanın akla çıktığına inanır, oysa en büyük fatura her zaman kalbe çıkandır. Tutulmalar izlekte giderek sıklaşıyor ve şiddetini arttırıyor... Her bir tutulma bir milat, bir aşama, yepyeni bir resim ya da ana resme iri bir fırça darbesi... Kalp tutulması tam bir aşk ve yaşam krizi… Şeytanına hükmetmeyi öğrenmek yolunda sıkı bir staj… Hepimizin şeytanı var bu hayatta. Fakat hikâyemdeki Süreyya karakterinin ki neredeyse her gün yaşanan bir durum haline gelmiş. Diğer insanlardan daha geç kabulleniyor olması onu uçurumlara sürüyor. İnsanlar şeytanlarıyla yüzleşip, onları kabul etmeli. Herkesin şeytanı aynı tazyikte yerleşmiyor hayatlarına. Süreyya’nınki çok güçlü bir şeytan, hatta hikâyenin bazı kısımlarında neredeyse lanetlenmiş gibi. Kalp tutulması yaşamın en yoğun hissedilen yerlerinde yaşanan en büyük kriz… Süreyya’nın huzursuzluğu… Nedenini bilmediği, sahiplenilmekten hoşlan B mayan, sebebi belirsiz, yalnız kalmak isteyip de hep birilerine tutunma ihtiyacı duyan huzurluğu ve sevdiğine hapsolan bir kadınbirey hali. “Siyahla beyazın birbirini gırtlakladığı yer” dediği griden haz etmiyor! “Değişkenlikti beni ben, eserlerimi eser yapan” demesi de bundan (mı?) Onu diğerlerine benzetmek, hayatın renklerini soldurmak demek. Yaşadığı şeyler, çoğu zaman bir kâbustan ibaret olsa da onu resim yapmaya iten dürtü o. Vahşi, durdurulamaz, acı dolu bir duygu. Süreyya bu işkenceyi kabullenmek zorunda kalıyor. Başka bir çaresi de yok. Çünkü Süreyya’nın elinden o işkenceyi almak, onun herşeyini almak anlamına gelir. Bataklığın içinde açan bir nilüfer çiçeğine benzetiyorum onu. Nefes alabilmek için kendi kendine yarattığı bir savaş. Pes etmiyor olması da onun gerçek bir savaşçı olduğunun göstergesi. O bir yaşam savaşçısı. Gri yerler onun için daha başaçıkılamaz olurdu. Yeniçeri ordusunun savaşa gidemedi diye isyan çıkartması gibi. Bir savaşçıyı durduramazsınız. “SEVİLDİĞİNE İNANMIYOR, SEVGİSİZLİK KORKUNÇ BİR HİS” Kırmızıyı ise seviyor... İlk sevdiği adamın rengini de öyle netleştiriyor, kırmızı... “Mahremiyet Gardiyanları” resminin önünde tanıştığı, tutsağı olduğu, sahibi değil aidi olduğu kırmızı... Aşkıyla boyunun ölçüsünü aldığı, ehlileştiği, aynı anda çılgınlaştığı hatta dayağını da yediği adam... Adamlar… Cemal ve Ömer… Genç Ömer... Onun kendisini istemesini, hiddetlenmesini istiyor... Duyguları yükseltip oldukları yerde, havada bırakmak istiyor... Yeni dünyalara girip çıkmak arzusunda... Cinselliği de nöbet gibi, tutulma gibi yaşıyor… Aşklarına histerik desen değil ama sükunetin emaresi de yok... Usul usul kopuyor kıyamet! Süreyya görünenin aksine güven duygusu arıyor. Fakat bu onun belki de asla bulamayacağı bir duygu. O her ne yaparsa yapsın sevildiğine inanmak istiyor. Biri gelsin ve hiç gitmesin... Fakat bunun mümkün olmadığının o da farkında. Yine de aramaktan asla vazgeçmiyor. Çok üstüne düşülüp de sevgi gördüğünde depresifleşiyor, hayattan sıkılıyor. Ömer ile yaşadığı bu. Cemal’in yaşattığı gibi ona uzak davranıldığında da korkup panik duygusuna kapılıyor. Terazisi ve dengeleri çok oynak ve değişken… Hayatla olan dengesini ancak bu şekilde tutturabiliyor. Süreyya gibi bir kadın için ondan uzak bir adamla tatmin olması mümkün değil. Onun aradığı isimler de değil. Cemal, Ömer değil konu. Başkaları gelse de o bunu yapmaya devam edecek. Ama her yeni gelen de hırpalama dürtüsü olduğu kadar, sevme ve sevilebilme ihtimalini de göz önünde bulunduruyor. Süreyya’nın hayat ile olan derdi kendisi. Sevildiğine inanmıyor. Sevilmediğini karşısındakine ispatlamak için ruh dalgalanmalarına giriyor. Karşısındakini bir seviyor, bir kışkırtıyor, bir yakınlaşıyor, sonra yeniden kaçıyor. Sevgisizlik korkunç bir his… Fakat Süreyya’ya kimse onu sevdiğini açıklayamıyor. Kendini buna değer bulmuyor. Herkesin zaten çekip gideceği inancında olduğundan hayatına giren insanları hırpalıyor. Bunda babanın rolü çok büyük... En sevdiği gitmiş, diğer leri neden gitmesin ki... Evet, dünyasına vizeyle zar zor girilebiliyor, en yakınlarına dahi her daim yabani! Sürüden bir tamam ayrı, aykırı... Derdi düşü mükemmel resmi yakalamak… Ta göbeğinde olduğunu en sonra fark edeceği o muhteşem tablonun peşinde... Sonra hayatına bir şekilde darbe vurmuş insanları, ifadeleri çizen bir ressam, bununla mutlu oluyor. Boşluk duygusu Süreyya’nın en büyük acısı… Kendini ve içini boş hissediyor. Etrafında, hayatında her kim olursa olsun, ona nasıl davranırsa davransın bu asla değişmiyor. İçini bir takım insanlarla doldurmaya çalışmıyor aslında, o insanlara karşı hissettikleriyle doldurmaya çalışıyor. Yüksek duyguların peşinde olduğundan doğal ve insanı diğer duyguları hissetmekten saymıyor. Gri renklerin içerisinde kendini dünyanın beş büyük felaketi içerisinde hissediyor. Sıkılmak ve sıradanlık onu mutsuz ediyor. O bu boşluk hissi ve olağan hayattan kurtulmak için bu gel gitleri yaratıyor zaten. Kimse bir tablo resmederken yalın duygularla yapamaz. Resmedecek noktaya gelmek de bundandır. Bir duygu sizi öyle bir ele geçirmeli ki onu katı birşeye dönüştürebilin. Bunun da o duyguyu kendine yaşattıranla çok alakası var. Süreyya da böyle bir kadın… Onun için hayat azgın dalgalar, volkanlar, depremler ve tsunamilerden ibaret. “Bir misyonu olmalı herkesin bu hayatta. Hayata dair bir katkısı olmalı. En azından benim olmalı” diyor… Nedir Süreyya’nın misyonu? Süreyya’nın misyonu kendini anlatmak. Herkes birşeyler yaparak kendini anlatır. İnsanlar kimlikleriyle yaşar. Kendimizle ilgili edindiğimiz fikirlerin çoğunu genç yaşlarda ediniriz. Süreyya bunu yapamamış biri. Dolayısıyla hala kendini arayan biri. İstemsizce de olsa sadece kendinin peşinde bir kadın. Fakat bu kendinin peşinde olması da onun gibileri anlamak, hayatın diğer renklerini görmek, farklı bakış açılarıyla düşünmek açısından hayata başka bir anlam katıyor. Kimileri onun hikayesinden esinlenir, kimileri onun gibi olmamanın peşine düşer, kimileri Süreyya gibi birinden kendi cevaplarını çıkartır. Böyle insanlar değiştirmişlerdir hayatı. Çünkü onlar değişikliğin sembolleridir. Bize hayatın bilmediğimiz yönlerini anlatırlar. Değişebilecek olmak bence bu hayatta herşeyden daha büyük bir esin kaynağı ve iç rahatlatıcı. Sanat hayatı anlatır. Anlatmak katmak değil mi? Su… Kızı… Kendi… Ömer… Babası… Sürprizli, metaforik bir son bekliyor okurları… Çok açık etmeden son soruda bu metaforik hattı anlatır mısın? Süreyya’nın kendi özünü ve geçmişini aramasında çizdiği yol bütün bu insanlar. Yaşadığımız şeyler önemli fakat onları kendimize nasıl, neden ve niçin yaşattığımız asıl olan. Süreyya’nın hayatına bir otobüs şoförü, sıradan bir memur, bir bankacı ya da zengin bir iş adamı girse de bu onun yaşayacaklarını değiştirmezdi. Kısaca hayat ona yüklediğimiz anlamlardan ibaret. Onu nasıl yaşayacağımıza bir karar veriyoruz. Duygular bizim, düşünceler bizim. Elimizde her ne varsa o doğrultuda çiziyoruz hayatlarımızı. Başımıza gelenlerden elbette biz sorumlu değiliz, fakat olayları nasıl algıladığımız ve kendimize ne yaşattığımız bizim hayat hikâyemiz. gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Kalp Tutulması/ Zeynep Çavuşoğlu/ Sayfa 6 Yayınları/ 320 s. AĞUSTOS 2011 SAYFA 17 “Duygular bizim, düşünceler bizim. Elimizde her ne varsa o doğrultuda çiziyoruz hayatlarımızı” diyor Zeynep Çavuşoğlu. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1123 25
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle