25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Andy Warhol Felsefesi Bir çağdaş sanatçı söylemi Andy Warhol, Andy Warhol Felsefesi adlı kitabında, başta aşk olmak üzere şöhret, zaman, ölüm, atmosfer, unvanlar gibi neredeyse harcıâlem denebilecek konu ve kavramlara değiniyor. Aslında bu ve benzeri kavramlara değinerek kişisel yorumlara uzanıyor. Ë Kaya ÖZSEZGİN anatçının dünya görüşü ve yaşam felsefesi, sanatından bağımsız olabilir mi? Doğal olarak yaşamla iç içe olan sanata kendi kimliğini yedirme uğraşındaki sanatçı, buna kendi dünya görüşünün ve yaşam felsefesinin damgasını vuracaktır. Genel kural böyle olmasına böyledir de, PopArt akımının gözde isimlerinden Andy Warhol, kendi adıyla andığı felsefesini dile getirirken birkaç sayfa dışında sanattan fazlaca söz etmiyor. Sanattan söz ettiği yerlerde de dolaylı bağıntılar içinde yapıyor bunu. Andy Warhol Felsefesi adını taşıyan kitapta toplanan metinlerle ilgili olarak Truman Capote, bu yazılar bütününü “sürekli bir eğlence ve esinlenme” kaynağı olarak görmüştü. Herkesin kitap yazdığı bir ortamda onlardan “geri kalmamak” gerektiğini düşünmüş ve 1964’te ilk teyp kayıtlarını yaptığı kitabına başlamıştı Warhol (s.107). YAŞAMA UYUM SAĞLAMANIN OLANAKLARI Ayrı bölüm başlıkları altında düzenlenen kitap boyunca, kendisiyle yanında çalışan “B”nin karşılıklı söyleşileri yer alıyor. Gerçekte önemsiz ve sıradan görünen, çok kimse için (çok sanatçı için) üzerinde durulması pek de gerekmeyen konulara yoğunlaşılıyor. Bunda, yalnız ressam ve grafiker olarak değil, hatta ondan çok daha önce bağımsız film yapımcısı olarak ün yapmış olmasının payı bulunduğu söylenebilir. Warhol’u ilgilendiren temel sorun, yaşadığı ya da tanık olduğu olgulardan “kendince” sonuçlar çıkarmak ve bu yolla yaşama gene kendince uyum sağlamanın olanaklarını araştırmak. Bunu yaparken kendini genel oluşumlardan ayrıksı tutan bir insan karşısında bulunduğunuz izlenimi ediniyorsunuz. Şöyle diyebiliyor örneğin: “Ben aynaya bakınca, başkalarının beni gördüğü gibi görmüyorum kendimi, tek bildiğim şey bu.” Çünkü kendini görmek istediği şekilde bakar kendine (s.19). Her günün yeni bir gün olduğu ilkesinden yola çıkan birinin, yaşamda aradığı ya da hiç de arar görünmediği halde öyle bir izlenim yaratmış olması da doğal. Çünkü yine kendi ifadesiyle önceki günü hatırlamaz ya da hatırlamak istemez. O, gerçekten bugünü düşünür. Ona göre, Lévi Strauss blucinlerinden daha önemli bir şey olamaz. Daha ileri gider, üstünde bluciniyle ölmek ister. Tüketim ekonomisinin egemen olduğu bir toplumun içinden gelen ve ekonominin yarattığı koşulları yücelten Warhol gibi bir figürün söyleyeceği başka ne olabilir? SAYFA 14 25 AĞUSTOS kaynaklanır. Nitekim kendisi de ünlü olmasaydı, Warhol olduğu için vurulmayacağı kanısında (1968’de vurulmuştu Warhol). Herkesin, kendini “düğmesinden açtığı bir yeri ve zamanı” bulunduğu kanısını da saklı tutar. “Yanlış” insanların ona hep “doğru” görünmüş olması, seçimlerin ya da tercihlerin hep tartışılır olmasıyla mı ilgilidir? Olabilir. Örneğin o, film çekimlerinde hep “yanlış” adamları kullanır. En “kolay” yolu seçmesi de bundandır. “İŞ SANATI” Andy Warhol’un benimsediği kavram, sanattan çok “iş sanatı”dır. Çünkü o, kendi deyimiyle “ticari sanatçı” sınıfına girmektedir. Her ne demekse “sanat” denen şeyi yaptıktan sonra iş sanatına geçmiştir o. “Sanat işadamı” ya da “iş sanatçısı” olmak, onun seçtiği yoldur. Çünkü “iş dünyasında iyi olmak, en büyüleyici sanat türü”dür (s. 104). İş alanında işlev sahibi olmayı, işe yarar bir ürün ortaya koymayı ilke edinmiş olanların benimsediği bu görüş, Warhol’un uygulamalı sanat dallarında çalışanlarla kendini özdeş konuma koyduğunun göstergesi olarak alınabilir. İlk bakışta biraz aykırı gibi görünse de anamalcı bir ekonominin içinden bakan Warhol’un, para kazanmayı ve ticareti “en iyi sanat”olarak tanımlaması şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü “yeşil banknotlar dışında hiçbir şeyden anlamadığı”nı söyleyecek kadar doğru sözlü. Örneğin ikiyüz bin dolarlık bir resim alacağınıza, bu parayı bağlayıp duvara asmanızın daha yerinde bir davranış olacağını söyleyecek kadar. Her şey üzerine konuşup da ölüm konusunu iki cümlede geçiştirmek de öyle. Burada Warhol’un sanatçı tanımının altını çizelim: “İnsanların ihtiyaç duymadığı şeyleri üreten ve bu şeyleri onlara vermenin, nedense iyi bir fikir olduğunu düşünen kişi”dir sanatçı. Bu nedenle, duvarları ve içi boş bir mekânda yaşamayı önerir insanlara. Nitelik mi dediniz, o nicelikten yanadır. Niceliğin her yerde “en iyi ölçü” olduğu kanısında (s.160). “Kötü” filmleri sever ve öyle filmler yapmaktan yana. “Yeni sanat”, icra edilince yeni sanat olmaktan çıkar. Önemli olan, “bakış açısı”dır, zekâ değil büyük olasılıkla. Bütün bu “uç” görüşlerin “Pop’un papası” olarak ün yapmış bir sanatçıdan gelmiş olması, ele alınan konuların “absürd” yönünü yeterince gölgelemiyor değil gene de. Warhol böyle düşünüyorsa, ona göre o şey, öyle demektir. Okurun itirazı söz konusu olamaz. Ayrıca sanatçının duygularından bağımsız “mekanik” bir sanat üretimi açısından bakıldığında bu söylemin yeri ve anlamı daha da pekişmiş oluyor. Warhol adı, kimsenin yabancısı olduğu bir ad değil. 1988’i 1989’a bağlayan günlerde erken dönem illüstrasyonlarını içeren bir sergisi yapılmıştı İstanbul’da, ölümünün (1987) hemen arkasından. Bu sergiyi on küsur yıl arayla izleyen ikinci sergi de açılmış olduğuna göre Warhol üzerine yaygın biçimde paylaşılan kanıları bizim de paylaşmamız tescillenmiş oluyor bir bakıma. Andy Warhol Felsefesi, bir anekdot kitabı değil ama o tür bir kitaptan daha baskın bir ilgiyle okunabiliyor. Kitabın bazı sayfalarında dipnot numarası verildiği halde açıklama notu düşülmemiş olması, basım hatasından kaynaklanıyor olmalı. Andy Warhol Felsefesi/ Andy Warhol/ Çeviren: Elif Gökteke/ Sel Yayıncılık/ 256 s. S Hayır, öyle değil işte, başka şeyler de söylüyor o. “Taraftar kitlesi” dediği bir kitlenin içinde bulur kendini; “benim sahnem” dediği bir yapının, hiç beklemediği bir zamanda ortasına düşer. Her şey abartılı o sahnede. “Süperstar” sözcüğünün medyaya yerleştiği bir dönemde, bu sıfatı benimseyen ünlülerden biri olma şansını elde etmişti. İnsanların hangi duygulara sahip olduklarını unuttuğu bir dönemde, yani 1960’larda o da başka insanların büyüsüne kapılır. Her şey “mükemmel” görünmeli. Warhol’un sinemada ve sahne yaşamında öne çıkmış isimlerin portrelerini ipekbaskı tekniğiyle çoğalttığı yıllarda aradığı da böyle bir mükemmellik değil miydi? Andy Warhol’un aşkı ve seksi ticaret olarak görmüş olması, bu aşamada şaşırtıcı olmayacaktır (s.55). İnsanlar, gözlerini yumup âşık olmalıdır. Warhol’un önerisine uyup siz de öyle yapın. Fantezi aşk, gerçek aşktan çok daha iyidir ona göre; nitekim sinemada bunun öne çıkan örneklerine çokça tanık olmuşuzdur. En “heyecan verici çekimler, hiç birleşmeyen iki zıt kutup arasında” kur gulanan çekimler olacaktır. Şu sözler şaşırtıcı değil: “Bütün özgürleşme akımlarını çok seviyorum, çünkü o özgürleşmeden sonra öteden beri mistik olan şeyler anlaşılır ve sıkıcı hale gelir.” O nedenle asla evlenmeyi aklından geçirmez. İçinizdeki kimyasallardan bazıları bozuluyorsa bu, aşkın belirtisidir, çünkü size bir şeyler anlatır (s. 59). Onun seks konusundaki düşünceleri de iki insan cinsi arasındaki ilişkinin dışında: Örneğin bir seks filmi yapmak yerine, bir çiçeğin başka bir çiçeği dünyaya getirmesini filme çekmeyi tercih eder. Dahası seks, seks özleminden başka bir şey değil. Her zaman kıskançlık krizine tutulması, Warhol’a göre doğal ve olağan bir duygu: Sol eli güzel bir resim yapıyorsa sağ eli kıskanır, sol bacağı güzel bir step dansı yapıyorsa sağ bacağı kıskanır. “YANLIŞ” İNSANLARIN “DOĞRU” GÖRÜNMESİ Estetiğin uğraş alanı olan güzellik konusunda Warhol’un görüşleri, sanat alanını kapsamaktan çok insan güzelliğiyle ilgili. Herkes hayatının bir döneminde güzeldir (s.73). İnsan bazen bebekken güzel oluyor, büyüyünce güzellik kalmıyor ama sonra daha yaşlanınca yeniden güzelleşebiliyor. Açıkçası, güzelliğin ne olduğunu bilmediğini itiraf etmekten de geri kalmıyor. Ancak güzel bildiğimiz kimseler bile, öyle bir zaman gelir ki bize itici görünür. Loş ışıklara ve hileli aynalara hayranlığını dile getirdiğine göre (s. 75) başta kendi portresi olmak üzere öteki portrelerinde ışığın yarattığı hileli efektleri anlamak kolaylaşıyor. Kişinin onu “nasıl taşıdığıyla” ilgili olduğuna göre, güzelliğin değişmez formülünü tanımlamak ise zorlaşıyor. Bütün kuşkulu ve kesin olmayan söylemlerine karşın, şöyle bir kesin yargıya tanık olabiliyoruz: “Güzelliğin seksle hiç ilgisi yok. Güzelliğin güzellikle ilgisi var, seksin de seksle ilgisi var” (s.79). Ayrıca herkesin güzellik anlayışı herkesinkinden farklı. Şöhret, Warhol’un söylemleri arasında kendini model aldığı özel bir anAndy Warhol’un benimsediği kavram, sanattan çok “iş lam taşır. Onun ünlü olsanatı”dır. Çünkü o, kendi deyimiyle “ticari sanatçı” sınıfına girması, bu ismi taşımasından mektedir. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1123
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle