25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Attilâ İlhan’ı anıyoruz ‘Toplumbilim bilmeyen sanatçı, yanlış değerlendirmelerden yola çıkar’ rin konusu, “teleks” türünden bir biçim oluşturmuştur. Bu şiiri nasıl “İncesaz” şiirleri gibi yazamaz idiysem, bunun tersi de doğrudur. Ozan yaşamınız boyunca etkilendiğiniz ozanlar oldu mu? Bu etkileşimi nasıl özümsediniz? Çıraklık yıllarımda, halk şiirinden Dadaloğlu, Dertli, Bayburtlu Zihni beni özellikle etkilerdi, önemli bir Nâzım Hikmet dönemi geçirdim, klasik Türk şiirinden iki ozanın şiirime güç kattığını sanırım: Baki ve Nedim. Devrimci romantizm konusunda görüşleriniz? Devrimci romantizm, Stalinci dönemde, Jdanov’un geliştirdiği şemacı bir sanat anlayışının iki ayağından biriydi, özellikle Gorki’nin sosyalist gerçekçi şemaya uymayan eserlerini korumak için icat edilmişti. Sizce sanat taraflı mıdır? Yoksa taraflı olması sanatın yüceliğine ters düşer mi? Elbette taraflıdır. Sanatçı gibi sanatın da toplumsalsınıfsal konum ve gelişmeyle önemli ilişkileri var. Akıllı sanatçı bunun bilincine varır, durumu özümser, eserine estetik bir çerçeve içinde yansıtır. Akılsızı, ya slogana düşer ya da biçimciliğe. Günümüz koşullarındagenelde Dünya, özelde Türkiye sanatın ve sanatçının işlevi nedir? Bu soruyu ayrıca şiirin ve ozanın işlevine indirgersek sizce ne yapılmalı? Sanatçının işlevi, doğa, toplum, insan ilişkilerini, ayrıca insanın kendi kendisiyle ilişkilerini, diyalektik bir yöntemle işleyerek gerçekleşir. Dünya’da da Türkiye’de de durum budur. Sizce sanat ve toplumbilim arasında bir ilişki kurabilir miyiz? Kuşkusuz. Sanatın toplumbilimle ilişkisi, sanatçının içinde yaşadığı toplumsal ortamı doğru değerlendirmesinde önemli ve yararlıdır. Toplumbilim bilmeyen sanatçı, yanlış değerlendirmelerden yola çıkar, en çok da toplumsalsınıfsal ilişkilerin işlenişinde yanılır. Toplumbilimin yanına ekonomiyi de koymak gereklidir. “BASKI DÖNEMLERİNDE, ÖZGÜRLÜK SAVAŞIMINI YÜRÜTMEK HEP OZANLARA DÜŞTÜ” Toplumcu şiir adına slogan şiir anlayışı, bugünkü şiirimizi nasıl etkiledi? Çok kötü. Slogan şiiri de, gerçekte, bir biçim şiiridir. Ozan belirli kalıpları tekrarlamakla yetinir. Estetik bir yaratıcılık içinde görünmez. Bu da hem şiirde kişiliği siler hem de şiirin etkisini azaltır. Türk şiirinin bugünkü gelişimini nasıl açıklarız? Türk şiiri, 1940’larda CHP diktasının yönlendirmesiyle Garip üçlüsünün, 1950’lerde soğuk savaş ve Menderes diktasıyla İkinci Yeni sirkinin eline düşmüştü. 1960’ları uzun süredir baskı altında tutulan toplumsal ve toplumcu şiirin değerlendirildiği yıllar oldu ama genç toplumcu ozanların, özgün bileşimler yapabildiklerini söyleyebilmek son derece güç. Ancak yetmiş yıllarının sonlarına doğru, bazı toplumcu ozanların durumu kavradıkları görülüyor. Bu da bir ümit. Yirminci yüzyıl başından bu yana tarih sahnesinde pek çok “izm” görüldü. Bunlar başlangıçta büyük gürültüler koparırken bir de bakıyorsunuztam da kendilerine sağlam bir köşe tutmak sevdasındaykenkısa sürede eskiyor ve yerini kendinden sonra gelen daha yeni, daha “modern’‘ “ve işte sanatın bu en gerçek doruğuna” terk ederek sahneden çekiliyor. Bunu sanatın tüm kollarında görüyoruz. Sizce bu çeşitliliğin nedeni nedir? “İzm” çeşitliliği özellikle Batı’da görülmüştür. İki nedenden: On dokuzuncu yüzyıldan itibaren burjuvazinin şiirde (genellikle edebiyatta) içeriği tutuculuğa dönüşmüştür. Bu edebiyata ilgiyi azaltır, oysa güçlü bir yayım sanayi de gelişmiştir. Bu sanayiyi ayakta tutabilmek için “izm”li yeniliklerden hayır umar. Öbürü bilimdeki gelişmelerin edebiyata (sanata) uygulanması “izm”lerin çoğalmasına neden olmuştur: Freud ve psikanalizin gerçeküstücülüğü doğurması gibi. Duvar’da, kitaba ”başlangıçta daima şairler vardı” diye giriyorsunuz ve şöyle sürdürüyorsunuz: “Bir şairler kuşağı nice eziyet, yokluk ve çarpıntıyı göze alarak demokrasi mücadelesinde sonraki siyasi kütle mücadelesine öncelik etmeğe uğraşmışlardır.” Bu görüşle ozanlardan fazlaca şey beklemiyor musunuz? Bir sınıfın görevini ozanlara yüklemek olmuyor mu? Ülkemizde, özellikle siyasal baskı dönemlerinde, özgürlük savaşımını yürütmek hep ozanlara düşmüştür. Duvar’ın önsözünde onu belirtmek istedim. Aslı aranırsa, 1940’larda, özgürlük savaşımını sürdürecek ya da üstlenecek bilinçli bir işçi sınıfı ortada görülmüyordu. İşçi sınıfından geçtim, burjuvazi bile, bürokratik diktanın kanatları altında semirmeye çalışıyor, onunla açıktan iktidar mücadelesine giremiyordu. Ozanların savaşımı, Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet çizgisini sürdürmekten, daha ziyade entelektüel düzeyde bir özgürlük savaşımı vermekten ibaretti. Bunu çok pahalı ödediler. Divan edebiyatının ve Türk müziğinin etkilerini, şiirlerinizde kolayca görebiliyoruz. Bildiğim kadarıyla geçmiş sanatın mirasından yararlanmanızda Paris’in büyük etkisi söz konusu. Bu konudaki görüşleriniz? Paris’te Fransızların ve öteki Batılı ülkelerin, geçmiş sanat ve müziklerini ne kadar iyi kolladıklarını saptadım. En ilerici, en çarpıcı geçinenleri bile, geçmiş büyüklerine toz kondurmuyor, yaptığı yeni bileşimlerde onlardan yararlanmaya çalışıyordu. Bizdeki geçmişe sövgü eğiliminin komprador kültürünün, ülkeyi alaturka ve alafranga diye ikiye ayırmasından doğduğunu düşündüm. Gerçekten de klasik Türk şiiri ve müziğiyle ilgilenmemde, Mustafa Kemal liderliğindeki demokratik Türk devrimiyle ilgilenmem de, Fransa’da iken başlamıştır. Yağmur Kaçağı’nda, yaşamınızın belli bir döneminden sonra Jdanov’dan kapma “inek toplumculuğunu” bıraktığınızı yazıyorsunuz. Bu görüşü biraz daha açabilir misiniz? Jdanov’un görüşlerinin, ona ait olduğunu bile bilmezdik biz, sanırdık ki toplumculukta sanatın kuralları vardır, bu kurallar böyle konmuştur, değişmez. Olayı Paris’e gidince asıl yerine koyabildim. Jdanov’un çok ünlü birkaç yazısını inceledim, Rusya’daki sanatçılara uyguladığı yöntemleri öğrendim, tek kelimeyle sosyalistlik adına sanatçıların nasıl gem, dizgin ve üzengiyle yönetildiklerini gördüm, oysa toplumculukta, hele diyalektik yöntemin kendisinde bu türden dogmatizmlere yer yoktu, bu fikre vardıktan sonra, toplumsal gerçekçiliği kendi yorumuma göre uygulamaya başladım. Tutuklunun Günlüğü’ndeki şiirlerin bir bölümü divan şiiri geleneğini gösteriyor. Kitabın birinci bölümü ise ‘teleks’ şimdiye dek şiirimizde görülmeyen bir biçim. Neden böyle bir yöntem izlediğinizi açabilir misiniz? Yukarıda açıklamaya çalışmıştım. “Teleks” çağdaş toplumsal içeriği çağdaş bir biçimde vermeye çalışan bir şiir. Divan şiirinden yararlandığım şiirlerde, bu şiirin daha çok sesini ve havasını işe koşuyorum, şiirlerin içeriği yine çağdaş sorunlardır, hatta biçimleri de çağdaş içeriğe uygun olarak klasik biçimlerden farklıdırlar. Gazel gazele, rübai rubaiye benzemez, mısrada aruz ritmi ve sesi var fakat aruz vezni yoktur. Zaman zaman romanlarınızdaki kahramanlar şiirlerinizde karşımıza çıkıyorlar. Örneğin, Yasak Sevişmek’te “Çalar Saat Bu” ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz? Sanatçının dünyası bir bütündür, oradaki kişilerin bazen şiirlerde bazen romanlarda ortaya çıkmasında yadırganacak bir şey yok. Birbirini tamamlıyor. Talat Sait Halman, Milliyet Sanat‘taki bir yazısında, “okuru fazla düşünmek şairi bir takım ödünlere, basitleştirmelere, moda merakına sürükleyebilir. Gerçek şairin görevi, kendi iç dünyasındaki dürüst heyecanlarını dilin en sağlam kanıtlarıyla yaratmaktır”diyor. Sizce gerçekten ozan sırf kendi için mi yazmalı? Ozanın kendisi için yazması diye bir şey olamaz, söylemek, yazmak vs işin içine girince, o iş başkalarına ulaştırılmak için yapılıyor demektir. Aslında sanatçı toplumsal bir antenden başka nedir ki, ayrı ayrı doğadan toplumdan insandan aldığı mesajları kendi kişiliğinde yuğurarak yeniden aynı yörelere dağıtır. İletişimin gerçekleşebilmesi, sanatçının çağdaşlarıyla özdeşleşebilme yeteneğine bağlıdır. Attilâ İlhan 11 Ekim 2005 günü kaybettiğimiz usta şair Atilla İlhan’la gerçekleşen söyleşi, şairin sanat, toplum, edebiyat ve şiir üzerine düşüncelerini bir kez daha bizimle buluşturuyor. İlhan’ı anarken söyleşide, kendisinin Türkiye, dünya ve insana dair düşündüklerinin şiirine nasıl yansıdığına da tanık oluyoruz. Ë İlkiz KUCUR İlk şiirimi ilkokulun üçüncü sınıfında yazdığımı, birkaç kere belirtmiştim.1933 filan olmalı. Şiirin adı “İlkbahar”dı, sadece “çiçekler” ve “kelebekler” kafiyelerini hatırlıyorum. Bir yıl sonra, tarihte okuduğumuz için olacak, “Attila” diye bir şiir daha yazmıştım, o zaman İzmir’de Karşıyaka’da oturuyoruz, yalıdaki evde, babama okudum, beğenmedi. İyi ama bu anlattıklarım şiire başlamak sayılabilir mi? Şiir kitaplarınızı belirli bir dönemin ürünü olarak görebilir miyiz? (Şiir içeriği, tekniği, dokusu olarak) Bu görüşe katılıyorsanız, bu dönemleri ve tipik özelliklerini açabilir misiniz? Üç dönemde ele alınabilir: “Duvar” dönemi, “Sisler Bulvarı”, “Yağmur Kaçağı”, “Ben Sana Mecburum” ve “Bela Çiçeği” dönemi ve sonrakiler. Birinci dönemde, halk şiiri havası egemen, ikinci dönemde şehir şiiri ağırlığını koyar, üçüncü dönemde klasik Türk şiirinden yeni sentez denemeleri geliştirilir. “BAKİ VE NEDİM ŞİİRİME GÜÇ KATTI” Şiirlerinizin konuları, şiirinizin biçemini etkiliyor mu? Bu etkileşim ne türde oluyor? Elbette. İçeriğin biçimi belirlediği bilinen bir şey. Bunu daha dar çerçevede ele alırsak konunun da biçemi belirleyeceği meydana çıkar. “Teleks” gibi bir şiiSAYFA 8 27 EKİM 2011 Ö zgeçmişinizi ve şiirle tanışmanızı anlatır mısınız? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1132
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle