Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BilimFelsefe dizisi Bir demet popüler bilimfelsefe kitabı Ë Kerem CANKOÇAK opüler bilim kitaplarının çok önemli bir görevi var: Konunun uzmanı olmayanlara, son bilimsel gelişmeleri aktarmak. Okurlar arasında bilim insanları da olabilir lise öğrencileri de. Günümüzde artık bilim o kadar branşlaşmıştır ki aynı bilim dalında olanlar bile, kendi konularının dışındakini takip etmekte zorlanır. İşte popüler bilim kitaplarının önemi burada devreye girer. Örneğin bir fizikçi, biyolojideki ya da nörolojideki son gelişmeleri popüler bilim kitapları okuyarak takip etmeye çalışır. Bir lise ya da üniversite öğrencisi, popüler bilim kitabı okuyarak hangi dalda uzmanlaşmak istediğine karar verir. Belli bir yaşa gelmiş, işinde gücünde olan ama aynı zamanda okumayı seven bir insan, yaşadığı dünyayı anlamaya çalışırken popüler bilim kitapları okumak durumunda. SUSAN BLACKMORE’UN MEM MAKİNESİ Dawkins 1976’da yazdığı ünlü kitabı Gen Bencildir’de “mem” kavramını ortaya atar. Bu kurama göre insan kültürünün, görünüşte tıpkı genler gibi kendini kopyalayan ve hayatta kalmak için rekabet eden, mem olarak adlandırdığı birimlere indirgenebilir. Kısa zamanda çok tutulan bu kavram üzerine binlerce makale yazıldı ve binlerce araştırma başlatıldı. Dawkins, hiç uzlaşmaz sanılan doğa bilimleri ile toplum bilimler arasında köprü kurmuştu. Tıpkı genler gibi eşleyici olan “mem”ler de kuşaktan kuşağa aktarılabilen, kültürel yapılar, bir çeşit kültürel genler olarak ele alınınca, bu sayede ilk defa insan bilimleri ölçülebilir, test edilebilir ve değerlendirilebilir bir gözlemlenene kavuşur. Mimik kelimesinden türeyen mem kavramının temel özelliği gelecek kuşaklara taklitle aktarılmasıdır. Genler kendilerini moleküler düzeyde kopya ederek çoğalırken memler toplum içinde taklit edilerek hayatta kalırlar. Hoşa giden bir müzik parçasının, bir mısranın taklit edilmesi, bütün kültürlerde ortak efsanelerin olması gibi, başarılı olan “kültür parçası” taklit edilir, başarısız olan elenir. Memetik alanında en bilinen isim ise tartışmasız Susan Blackmore. 1999’ da Dawkins’ in önsözü ile yayınlanan kitabı Meme Machine, memetik üzerine başvuru kitabı niteliğinde. SOKAL’IN ŞAKASI ÜZERİNE Alan Sokal, Türk okurların yabancı olmadığı bir isim. Jean Bricmont ile birlikte yazdığı kitap 2002’de Türkçede Son Moda Saçmalar Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları başlığıyla yayımlandı. New York Üniversitesi’nde Teorik Fizik Profesörü olan Sokal, 1996’da Social Text isimli bir postmodern dergiye saçma bir makale gönderir. Fizik kuramlarını bilerek çarpıttığı ve saçma bir şekilde sunSAYFA 18 27 EKİM P Özellikle Türkiye gibi temel bilim eğitiminin çok zayıf olduğu, televizyonlarda bilimsel belgesellerin hemen hemen hiç gösterilmediği bir ülkede, içinde yaşadığımız evreni ve kendimizi anlamanın başka yolu yoktur. Türkiye’de popüler bilim kitabı basmak bu yüzden biraz misyonerce bir iş. Bilimfelsefe dizisini okura sunarken amacımız, bir yandan çeşitli bilimsel konuları kitlelere sevdirirken aynı zamanda dünyada alanlarında en uzman kişilerin yazdığı bilimsel eserleri Türkçeye kazandırmak. Bilim kitaplarının yanı sıra felsefeye de giriyoruz. Dolayısıyla felsefe ve bilimin en çok kesiştiği alan olan zihin felsefesine yoğunlaşacağız. duğu bu makalesini Social Text basar ve ardından Sokal bunun bir şaka olduğunu, postmodern dergilerin her türlü saçma makaleyi bastıklarını ispatlamak için bu yola başvurduğunu açıklar. Sonrasında büyük bir tartışma başlar, postmodern felsefeciler ile bilim adamları arasında. “Bilim savaşlarında”nda yeni bir sayfa açılmış olur ve Derrida gibi ünlü postmodernistlerle Weinberg gibi Nobel ödüllü fizikçilerinin de dahil olduğu sert tartışmalar yaşanır. Düşün tarihine “Sokal vakası” olarak geçen bu olayın devamı Şakanın Ardından’ın ilk kısmını oluşturuyor. Kitabın ikinci bölümü ise detaylı bir bilim felsefesi tartışması içeriyor. Son olarak üçüncü bölümde Sokal, bütün bu tartışmaların akademik düzeyde kalmadığını, aslında bunun politik bir mesele olduğunu, günlük hayattan örneklerle anlatıyor. Bu son kısım kitabın en politik kısmı. Sokal, bir teorik fizikçiden beklenmeyecek ölçüde politik birisi. Farklı makalelerinden derlediği bu kitabında da, sık sık “kendi alanı olmayan” bu konulara politik nedenlerle girdiğini vurguluyor. Sokal”a göre “bilim düşmanlığı” ve “bilimlerin postmodern yazarlar tarafından kötüye kullanımı”, son tahlilde akademik bir mesele değil, politik sonuçları olan ciddi bir toplumsal olgu. Sokal, bu postmodern yazarların söylediklerinin bu kadar geniş bir çevrede ilgi çekmesinin nedenlerini araştırıyor kitabında. Bir bilim adamı titizliğiyle postmodern argümanları masaya yatırarak, bu yanlış argümanların izini Kuhn ve Feyerabend’in eserlerine kadar sürüyor. Sokal’ın amacı, genel anlamda kanıt ve mantığa duyulan saygı olarak özetlediği bilimsel bir dünya görüşünü savunmak. Sokal, Bilim düşmanlığının, göreciliğin ve sahte bilimlerin en büyük zararının, özellikle Türkiye gibi “Aydınlanmanın ‘modası geçmiş olduğu’ varsayılan Michael McGuire işinin henüz taMarcus Chown gelen verileri değerlendirerek kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlayan serotoninin dini aktivitelerde arttığını saptıyor. Kişi, diğerlerinden ne kadar pozitif işaret alırsa kendini o kadar iyi, gerekli ve canlı hisseder. Bu büyük ölçüde beyindeki kimyasal değişiklikler nedeniyledir. Bu tür sinyaller alıp verme olasılığı dini toplantılarda misliyle artar, çünkü dinsel topluluklarda ilişkinin zorunlu temeli olan ve stres yaratan hiyerarşi geçici olarak ortadan kalkar. Bizler “hiyerarşik primatlarız” diyor yazarlar. Ayrıca dinin ilkel biçimlerinin sadece insan primatlarda değil, en yakın kuzenlerimiz olan şempanzelerde de görüldüğüne örnekler veriyorlar. Din bir tür doğal “beyin sakinleştiricisidir” onlara göre. Dinin en çok güç aldığı bir diğer fikir de “öteki dünya” inancı yazarlara göre. Gelecekte ne olacak, şu çalının ardında bir aslan mı var, ailem güvende olacak mı gibi sorular, insanları yüz binlerce yıl boyunca strese sokmuş sorulardır. Çünkü bu soruların nihai bir cevabı yoktur. Hayat belirsizdir. Homo Sapiens (ve daha da öncesi) yüz binlerce yıl hep bu stresle yaşadı. Oysa dinin bu strese çok güzel bir yanıtı var: merak etmeyin bu dünyada ölseniz bile öteki dünyada sizi sonsuz bir hayat bekliyor. Böylelikle çok büyük bir stres kaynağı ortadan kalkıyor, serotonin seviyesi yükseliyor. İşte dinin en büyük gücü bu: Huzurlu ve sakin, stressiz bir hayat sunuyor. CHOWN’DAN BİR KİTAP DAHA: ATOMLARIN DANSI Biraz Kuantumdan Zarar Gelmez kitabıyla tanınan Marcus Chown’un Atomların Dansı, sonsuz küçükten sonsuz büyüğe, evrendeki hemen her olguyu mercek altına yatırıyor ve her bölümde gündelik bir gözlemden yola çıkarak, bu gözlemin nihai gerçekliğiyle ilgili daha derin bir konuya dikkat çekiyor. Atomların Dansı, kuantum fiziği, kozmoloji, evren, Büyük Patlama gibi zor konuları herkesin anlayabileceği dilde yazılmış olmasına karşın, aynı zamanda meslekten akademisyenlerin bile kendi konularını daha iyi anlamalarını sağlayacak kadar da bilimsel bir kitap. Kitabın her bölümünde günlük hayatta karşımıza çıkan basit soruların yanıtları var: “Neden dünyamızın her yerinde demir var, neden karbon bileşimli olan bizler varız, neden ayağımızı yere bastığımızda boşluğa düşmüyoruz, bizleri oluşturan atomlar kuantum dünyasında yaşıyorken bizler neden kuantum dışı bir dünyada yaşıyoruz, neden yaşlanıyoruz, neden etrafta uzaylılar yok” gibi. Chown, dünya üzerindeki profesyonel astronomların yüzde 99’unun yanlış yanıt vereceğini iddia ettiği “Gece neden karanlıktır?” gibi çok basit soruların yanıtlarının, bize içinde yaşadığımız evrenle ilgili ne kadar büyük bir hikâye anlattığını açıklıyor. Alan Sokal mamlanmadığı Üçüncü Dünya ülkelerinde” görüldüğünü söylüyor. TANRI BEYNİ, MICHAEL MCGUIRE VE LIONEL TIGER Antropolog Lionel Tiger ile psikiyatr Michael McGuire’ın birlikte yazdığı Tanrı Beyni, din olgusunu nörolojik açıdan inceleyen ve böylelikle Türkçe kaynaklar içinde, din olgusunu toplumsal, ekonomik ya da tanrısal kaynaklı değil de, bir “doğa olayı” olarak etraflıca ele alan tek kitap. Dinin doğasını araştıran iki bilimci, kendi uzmanlık alanlarından yola çıkarak beyne odaklanıyor. Evrimsel biyoloji temelinde, din konusunda hayati sorulara yanıt arıyorlar: Dinin amacı ne? Nasıl ortaya çıktı? Kaynağı nedir? Neden bilinen bütün kültürlerde aynı biçimlere sahip? Bütün dinlerin mantıksızlıklarla dolu olduğunu yazarlar da doğruluyor. Hatta dinlerin tarihte birçok felaketlere yol açtığını, insanları birbirlerine kırdırdıklarına dair birçok örnekler var kitapta. Öte yandan, dinin olumlu birçok yanı var yazarlara göre: En başta serotonin seviyesini arttırarak stresi düşürmek. Yazarlar, laboratuvar sonuçlarından Lionel Tiger 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1132