25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ş ‘Öyle çok şeye güvenmemiz gerekiyor ki iir Atlası CEVAT ÇAPAN Tomas TRANSTRÖMER/ Şiirler/ Çeviren: Cevat ÇAPAN günlük hayatımızı yaşayabilmek için’ ve o anda cereyandan yüzlerini buruşturuyorlar içerdekiler. dışarıda, suların üstünde, iki haydutun çektiği tek kürekle ilerleyen çöp gondolu beliriyor. Liszt öyle ağır birkaç nota yazmış ki, incelenmek üzere Padova’daki Maden Enstitüsü’ne gönderilse yeridir. Yere düşen göktaşları! Yerde kalmayacak kadar ağır, ancak bata çıka geleceğin içinden, Nazilerin yıllarına kadar inebilirler. Geleceğin yere çökmüş taşlarıyla iyice yüklü gondol. Tomas Tranströmer Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan İsveçli şair. Onu artık herkes tanıyor. Aşağıdaki şiirler 1994’te İyi Şeyler Yayınları arasında yayımlanan Ateş Karalamaları kitabından alınmıştır: Yurttaşlar Kazadan sonraki gece, çiçekbozuğu bir adam gördüm düşümde daracık sokaklarda şarkı söyleyerek dolaşan. Danton! Öteki değilöyle yürüyüşlere çıkmazdı Robespierre. Her gün bir saat sabah tuvaletine ayırır, geri kalan vaktini de Halk’a. Bildiriler cennetinde, erdemin dişlileri arasında. Danton (ya da onun maskesini takan adam) ayaklıklar üstünde dururdu sanki. Aşağıdan gördüm yüzünü: engebeli ay gibi, yarısı aydınlık, yarısı yas içinde. Bir şeyler söylemek istedim. Göğsümde bir ağırlık: o kurşun ağırlık saatleri işleten, akreple yelkovanı döndüren: I. Yıl, II. Yıl … Sanki kaplanların kafeslerindeki talaştan yayılan ağır bir koku Veher zaman düşlerdeki gibigüneş yok. Ama dar sokakların duvarları aşağı doğru bekleme odasına kıvrılırken parlıyordu, o eğri boşluğa doğru, bekleme odasına, hepimizin … III 1990’a açılmış gözetleme delikleri. 25 Mart. Litvanya’yla ilgili huzursuzluk. Büyük bir hastaneye gidiyorum düşümde. Çalışan kimse yok. Herkes hasta. Aynı düşte düzgün cümleler kuran yeni doğmuş bir kız çocuğu. IV Liszt, belli bir yaşa gelmiş damadının yanında, güvelerin yediği bir Grand Senyör. Bir maske bu. Değişik maskeleri deneyen ve bir yana bırakan deniz bunu uygun görmüş ona. Yüzünü göstermeden araya girmek, insanları ziyaret etmek isteyen deniz. V Peder Liszt alışkın kendi bavulunu taşımaya çamurda ve güneşli havada ve ölme zamanı gelince, kimse karşılamayacak onu istasyonda. Oldukça iyi konyak kokulu ılık bir rüzgâr alıp götürüyor onu işinin ortasında. Başını işten alamıyor hiç. Yılda iki bin mektup! Eve gidebilmek için yanlış yazdığı sözcüğü yüz kere yazmak zorunda kalan öğrenci. Hayatla iyice yüklü gondol, yalın ve siyah bir gondol. VI Gene 1990. Düşümde arabamla 200 kilometre gittim boşuna. Sonra her şey büyüdü. Sağır edercesine şakıdı tavuk büyüklüğünde serçeler. Düşümde piyano tuşları çizdim mutfaktaki masaya. Sessizce piyano çaldım. Dinlemeye geldi komşular. VII Sonunda bir şey söyleme fırsatı veriliyor Parsifal’in başından sonuna kadar sessiz duran (ama dinleyen) piyanoya. İç çekişler … sospiri… Bu akşam Liszt çalarken deniz pedalına basıyor, öyle ki, denizin yeşil gücü yükselip döşemeyi aşıyor ve binanın bütün taşlarına akıyor. İyi akşamlar, güzel deniz! Hayatla iyice yüklü gondol, yalın ve siyah bir gondol. VIII Düşümde okula başlayacakmışım, ama geç kalmışım. Herkesin yüzünde beyaz bir maske vardı sınıfta. Öğretmenin kim olduğunu anlamak olanaksız. Schubertiana I Akşam karanlığında, New York’un dışında, bir bakışta sekiz milyon insanın evlerini görebileceğin bir yerde, koca kent yanıp sönen bir ışık seli, sarmal bir yıldız kümesi yandan bakınca. Bu yıldız kümesinin içinde kahve fincanları itiliyor tezgâhların üzerinde. vitrinler el açıyor gelip geçenlere: iz bırakmadan yürüyen binlerce ayakkabı. Güçlükle tırmanılan yangın merdivenleri, kayar gibi kapanan asansör kapıları, polis kilitli kapıların ardında durmadan yükselen sesler. Metro vagonlarında, o hızlı yeraltı mezarlarında, kaykılmış yarı uykulu gövdeler. İstatistiklere bakmadan biliyorum ki, Schubert çalınıyor bir odada ve birileri için sesler her şeyden daha gerçek şu anda. II Bir yumruk kadar küçülmüş insan beyninin uçsuz bucaksız ovaları. Nisanda kırlangıç dönüyor aynı mahalledeki aynı ambarın oluğu altında geçen yıl yaptığı yuvasına. Transvaal’dan havalanıp Ekvator’u geçiyor, altı hafta uçarak iki kıta arasından, kara parçası üzerinde kaybolmakta olan bir noktaya yöneliyor. Ve bir yaylı sazlar beşlisinin sıradan birkaç notasında bütün bir hayatın izlerini bulan ve bir iğne deliğinden bir ırmağın akmasını sağlayan, arkadaşlarının “küçük mantar” diye çağırdıkları gözlüğüyle uyuyakalan ve her sabah tam vaktinde kalkıp yazı masasının başına oturan Viyanalı şişman bir delikanlı. Böylece harekete geçiyor notaların o olağanüstü kırkayakları. III Yaylı sazlar beşlisi çalıyor. Ve ben ıslak ağaçların arasından geçerken yaylanıyor ayaklarımın altındaki toprak, doğmamış bir çocuk gibi büzülüyor, uyuyakalıyorum, tüy gibi geleceğe yuvarlanıyorum ve birden anlıyorum bitkilerin de düşündüklerini. IV Öyle çok şeye güvenmemiz gerekiyor ki günlük hayatımızı yaşayaCUMHURİYET KİTAP SAYI 1131 bilmek için toprağın altına batmadan. Köyün yanıbaşındaki dağın yamacına yığılan kara güven. Susmak için verilen sözlere ve anlayışlı gülümsemelere güven, kazayı haber veren telgrafın bizimle ilgili olmamasına ve içimizden birinin bir balta darbesi yemeyeceğine güven. Anayolda üç yüz kere büyütülmüş çelikten bir arı kümesinin ortasında bizi taşıyan dingillere güven. Oysa bunlardan hiçbiri gerçekten değmez güvenimize. Başka bir şeye güvenebileceğimizi söylüyor yaylı sazlar beşlisi. Başka neye peki? Başka bir şeye ve bu düşünce yol boyunca bir süre izliyor bizi. Tıpkı merdivende ışıklar söndüğünde, elin karanlıkta yolunu bulan kör tırabzanı güvenleizlediği gibi.. V Piyanonun başına geçip dört elle Fa minörü çalışıyoruz, aynı arabada iki sürücü, biraz gülünç bir görüntü bu. Ellerimiz bir ileri bir geri çınlayan ağırlıkları itiyor sanki, sanki büyük bir çabayla bozmaya çalışıyoruz o koca kantarın korkunç dengesini: mutluluk ve acı eşit ağırlıkta, “Öyle görkemli ki bu müzik”, diyor Annie. Haklı. Ama eylemci insanlara sinsi bir kıskançlıkla bakanlar, katil olmadıkları için kendilerinden nefret edenler, onlar kendilerini bulamıyorlar burada. Ve insan alıp satan ve herkesin satın alınabileceğine inanan niceleri, onla da bulamıyorlar kendilerini burada, onların müziği değil bu. Zaman zaman coşkulu ve yumuşak, zaman zaman sert ve güçlü, salyangoz izi ve çelik tel, kendisi baştan sona bir değişim olan bu uzun ezgi. Tam şu anda derinliklerden yukarı bizi izleyen o inatçı uğultu. Hazin Gondol I İki yaşlı adam, kayınpeder ve damat, Liszt ve Wagner. Grand Kanal’a yakın bir yerde, dokunduğu her şeyi Wagner’e dönüştüren adamla, Kral Midas’la evlenen o huzursuz kadınla birlikte kalıyorlar, Denizin yeşil serinliği sarayın tabanını zorlayıp kendini gösteriyor. Wagner yüzünden tanınıyor, o ünlü Mr. Punch profili beyaz bir bayrağın önünde her zamankinden daha kaygılı. Hayatlarının ağır yükünü taşıyor gondol: iki gidişdönüş. bir yalnız gidiş. II Birden rüzgârdan açılıyor saray pencerelerinden biri Ateş Karalamaları O kasvetli aylarda ancak seninle seviştiğim zaman ışırdı hayatım. Ateş böceği nasıl yanıp söner, yanıp sönerse, insan bir an görüp yitirerek izleyebilir onun uçuşunu karanlık gecede, zeytin ağaçları arasında. O kasvetli aylarda büzülüp cansız kalırdı ruh, oysa doğru sana yönelirdi vücut. Gece gökyüzü kükrerdi. Gizlice sağdık evreni ve hayatta kalmayı başardık. 20 EKİM 2011 SAYFA 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle