04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YUNUS NADİ ÖYKÜ ÖDÜLÜ: YEKTA KOPAN Yekta Kopan ‘Geride kaldıkça büyüyor insan’ kendiliğinden gelişen bir süreç mi? Kitabı bir bütün olarak görürüm. Okuma sürecindeki ruh ve düşünce halinin bir sürekliliği olsun isterim. Yıllar içinde yazılan öykülerin derlenmesiyle oluşan ilk kitapları saymazsanız hep bir bütünlük amacım oldu. Bu bütünlük amacı bir yandan kitabın yazılış süreciyle ve bu süreci okurlarla paylaşmak istememle de ilgili. Okur, öykülerden oluşan bu sergi salonuna girdiğinde farklı tablolar, renkler, desenler görüyor elbette. Ama kitabı kapadığında belli başlı imgelerin, renklerin ve hatta cümlelerin zihninde yankılanmasını istiyorum. Yine de şunu söylemeliyim; yazma sırasında hesapkitap yapmam. Kitabı oluşturmaya başladığımda çerçeve de kendiliğinden oluşur zaten. Sonrasında şu imgeyi tekrar edeyim, bu izleği daha belirgin hale getireyim gibi bir kaygım olmaz. O noktada her şey kendiliğinden gelişir. “Yokluk”ta, “yok olma”da sizi etkileyen, hangi hal oldu? “Yok olma durumu”, “bir yok oluşun ardından gelen arayış”, “ortadan kaybolan” ya da belki de “kaybeden olma...” Aslında yokluğun bendeki etkisi tam da kitabın adıyla örtüşüyor. Yaşamımızı bütünleyen şeyler var; kişiler, mekânlar, sesler, duygular… Hep orada olacaklarını sanırız, sadece sevgiyle değil nefretle de bağlanırız, arızalarıyla da sahipleniriz. Sonra günün birinde bir bakarız, aralarından biri gidivermiş, çıkmış hayatımızdan. “Bir de baktım yoksun,” dediğimiz andır o an. Sorunuzun doğrudandolandırmadan cevabı da o anda gizli; arkada kalan olduğunu, kaybeden olduğunu anlamak. Sadece ölümle yaşanan bir kayıp da değil, gençliğinizin vazgeçilmezi bir binanın artık yerinde olmadığını gördüğünüzde de anlarsınız ki kaybeden, eksilen sizsiniz. Maddi bir kaybın ötesinde varoluşsal bir hesaplaşma süreci de başlar o anda. Emek Sineması’nın yıkımı da böyle değil mi; bireysel hafızaların toplamıyla oluşan bir büyük hikâyenin yok edilmeye çalışılmasına gösterilen isyandan daha haklı ne olabilir ki? “Bir de baktım yoksun,” dediğiniz her anda, hikâyelerinizin azaldığını, bir yerlerinizin budandığını anlarsınız. Birçok kez bu kitabın babanızın vefatının ardından doğduğunu dile getirdiniz. Bu nasıl bir süreçti? Bu öyküler “babaoğul”un hesaplaşması diyebilir miyiz? Aslında yazdıklarımın bendeki karşılıklarını bu kadar açıktan söylemeyi sevmem. Beni ilgilendiren okurdaki karşılığının ne olduğudur. Ama dediğiniz gibi bu sefer, kitap hakkında “fazlaca” konuştum. Kitabın nasıl doğduğunu anlatıp durdum. Ne yalan söyleyeyim, babamın ölümü ile hesaplaşabilmem için buna ihtiyacım vardı. Babaoğul hesaplaşmasından çok bir oğlun babasının kaybı üstünden ölümle hesaplaşması diyebiliriz buna. Şimdi düşünüyorum da, durmadan “Bu kitap babamın ölümüyle doğmuştur”, diyerek gerçekleştirmişim bu hesaplaşmayı. Önceki kitaplarımdaki pek çok öykümde, ya da İçimde Kim Var adlı romanımda babaoğul hesaplaşması temel izleklerden biriydi. Farklı kurmaca karakterler üstünden bir dönemin babaoğul ilişkilerine bakarken bir yandan da iktidarla hesaplaşmaya çalışıyordum. “Düş Eş” adlı öykümü babamla birlikte okumuştuk. Metnin babamdaki karşılığını ve onun yaşadığı hesaplaşmayı görmüştüm. Bu okuma sahnesinin Bir de Baktım Yoksun’un yazılma sürecine katkısı vardır. Babamın ölümünden sonra kilitlenip kalmıştım, elime kalem alabildiğim zamanlarda da sızlanıp duran şeyler yazıyordum. “Geride kalan” olduğumu kabullenemiyordum galiba. Oysa hem hayat hem de büyümek böyle bir toplam; annelerbabalar ölür, kediler kaybolur, binalar eskir, eşler terk eder, arkadaşlar birer fotoğrafa dönüşür… Geride kaldıkça büyüyor insan. ? Bir de Baktım Yoksun/ Yekta Kopan/ Can Yayınları/ 160 s. Bir de Baktım Yoksun‘la Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazanan Yekta Kopan’ın kitabındaki tüm öykülerin izlekleri bir şekilde birbirine dokunuyor: “Yok olma”, “arayış”, “babaoğul” ilişkisi... “Okur kitabı kapadığında belli başlı imgelerin, renklerin ve hatta cümlelerin zihninde yankılanmasını istiyorum” diyor. Ë Elif BEREKETLİ ir de Baktım Yoksun’da tüm öykülerde kaybolan, yok olan bir şeyler sezinleniyor; yanı sıra birçok ortak imge söz konusu. Bu durum, önceki kitaplarınızda da böyleydi. Bu izlek ve imge bütünlüğünün niçin gerekli olduğunu düşünüyorsunuz? Yoksa bu B YUNUS NADİ ÖYKÜ ÖDÜLÜ: AYŞEGÜL ÇELİK Ayşegül Çelik Kağıt Gemi adlı dosyası, Ayşegül Çelik’e Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazandırdı. Kağıt Gemi’nin şimdiye kadarki yolculuğundan farklı olduğunu belirtiyor Çelik; çalışmasının ödüle değer görülmesinin kendisini çok heyecanlandırdığına da vurgu yapıyor. Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görülen Ayşegül Çelik’le dosyasını konuştuk. Ë Selda GÜNEYSU ağıt Gemi adlı çalışmanız size, Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü getirdi. Yunus Nadi’nin adına düzenlenen ödülün sahibi olmak nasıl bir duygu? SAYFA 6 K Çok değerli bir ödül bu, beni çok heyecanladırdı. Edebiyat ödülleri teşvik amaçlıdır ama insanda yarattığı bir paylaşmışlık duygusu var. Kağıt Gemi benim şimdiye kadarki yolculuğumda farklı bir çalışma oldu. Yunus Nadi Ödülü’nü bu öykülerle almış olmak heyecanımı artırıyor. Bize biraz Kağıt Gemi adlı çalışmanızdan söz eder misiniz? Ne tür öyküler var Kağıt Gemi’de? Ben her zaman insan aklının içe dönük yanlarını yazmak istedim. Kalemim hep böyle işledi. Hepimizin içinde zamanın oluşturduğu koyu tortular var ve hepimiz karşımızdaki kendi gördüğümüz kadar tanıyoruz. Oysa dışarıdan görünen suretin arkasında, başka biri duruyor. Gerçeği de, hayali de kıran, parçalayan bir şey bu. İnsanın içinde duran kendisinin de bilmediği o halini merak ederim. Kağıt Gemi‘ye kadar yazdıklarımda hep bu vardı. Galiba bazı nedenlerle, bazı yol ayrımlarına ulaştım. Galiba, daha önce yalnızlığını, eksilişini yazdığım insanın, o yalnızlığı nereden bulup sahiplendiğini daha iyi anlıyorum. Artık sıra bunu anlatmaya gelmiş. İnsanın insana, toplumun insana olan üstünlüğünü... Birbirimizi nasıl hiç durmadan incittiğimizi... İnsanların, kendi elleriyle birbirini nasıl kıstırdığını, birbi “Ödülü ‘Kâğıt Gemi’ ile almak heyecanımı arttırıyor” rimize yönelttiğimiz o derin, o köklü şiddetin nedenlerine... Tıpkı şu “Çirkin Ördek Yavrusu” öyküsünde olduğu gibi... Hikâyede mutlu son, küçük ördeğin kuğuya dönüşmesiyle gelir. Oysa çirkin ördek yavrusu kuğuya dönüşmek zorunda değil. O çirkin ördek yavrusu ve kimsenin onu çirkin ördek yavrusu olduğu için hırpalamaya hakkı yok. Zaten dünya ahalisi olarak, güzelin veya doğrunun gerçekte ne olduğuna ilişkin vardığımız bir ortak nokta da yok. Yeni doğan bebeğin bile algısını biçimlediğimiz için olasılıklar konusu karanlık. Kaç öykü yer alıyor kitapta? 12 veya 10 öykü var. Bilerek yaptığım bir şey değil ama ben yazılarımda “perde öykü” kullanıyorum. Yani adına öyle deniliyor. Bir öykü başlıyor ve bölünerek başka öykülere akıyor. Sayısı okura kalmış, kaç öykü diyorsa o kadar vardır. Nasıl sayarsanız öyle. Yaşamdaki ayrıntıları, hani çoğu kez farkına varamadığımız, kaleme almak çok güzel bir duygu olsa gerek değil mi? Ben “Yazmazsam olmazdı” diyenlerdenim. Yazmasam ne olurdu bilmiyorum. Çünkü elim kalem tuttuğu andan beri yazıyorum. Bunların gün ışığına çıkması ya da bir bütün oluşturması gerekmiyor. Sadece yazıyorum. “İçten olduğun sürece ayakkabı bağını bile çala bilirsin” diye bir söz var. Yazmamın asıl sebebi, yazarken yaşadıklarımdır. Günümüzde, “Edebiyattan yoksun ürünler rafları süslüyor, edebi yönü ağır basan eserler ise tozlu raflarda bekliyor” yönünde eleştiriler yapılıyor yazın dünyamıza ilişkin. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Yazmak okumaktan ayrı bir şey değil. Çocukluğumuzda “Boş zamanlarınızda ne yaparsınız” diye soranlara, “Kitap okuyoruz” derdik. Yalan da değildi bu. Gerçekten okuyorduk. Ben ilkokula giderken, 1520 kitaptan oluşan bir kitaplığım vardı. Annem ve babam düzenli olarak okur, bana da kitap alırlardı. Bir ben öyle değildim ki... Arkadaşlarım da okurdu. Çok eğlenceli çocuk kitapları vardı. Klasiklerden yapılmış nefis uyarlamalar vardı ve okumak bizim için iş gibi bir şey değildi. Nasıl okula gidiyor, bahçede oynuyorsak, eve girdiğimizde de bir köşeye oturup kitap okuyorduk. Günümüzde okumak, prim yapan bir iş değil. Okumak moda değil. Sanırım biraz da çağın gereği. Artık hızlıca elde edilen somut sonuçlar daha önemli. İnsanlar okumayınca üretim de sekteye uğruyor. Her şey kolay, komik ve hafif olsun istiyoruz. Bu yüzden 600 sayfalık romanların 5 cümlelik özetleri dolaşıyor internette. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1055
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle