22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Behice Boran itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Behice Boran kaç yaşında? “Birçok insan, yapmayın; bu hüzün anıtını yok etmeyin dediyse de dinleyen olmadı. (…)/ Şehrin, ülkenin geçmişinden gelip geleceğine ayna tutacak yapılarından biri (Bursa Hapishanesi) yerle yeksan oldu. Yerine Adliye Sarayı dikildi.” (Bak.: Hacı Tonak; “Nâzım Hikmet’ten Deniz Gezmiş’e Bursa Cezaevi”, Bursa Araştırmaları, Kış 2008, sayı 19). 1940’lar Türkiye’de cadı kazanlarının yoğun olarak kaynatıldığı bir dönemdi… (Bak.: Mumcu; 40’ların Cadı Kazanı, um:ag, 21. basım, 2002) 1940’lar, 50’ler, 1970’ler, 80’ler devrimci avcılığıyla geçti sürekli. Günümüzde de kimi solavanak desteğinde sürdürülmüyor mu böylesi avcılıklar? Altına odunlar atılmıyor mu cadı kazanlarının?… alıyor. Gerek kolejdeki notları gerekse İstanbul Üniversitesi’ndeki iki yıllık öğrenimi dikkate alınarak 1934’te ABD’de doğrudan sosyoloji doktorası için çalışmasına olanak tanınıyor. 1939 Mart’ında sosyoloji doktorasını tamamlamış olarak Türkiye’ye dönüyor Boran. İki ay kadar sonra da özellikle Hasan Âli Yücel’in demokrat kişiliğinin etkisiyle Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’ne sosyoloji doçenti olarak atanıyor. Ne var ki bu arada Boran, ABD’de Marksçılıkla tanışmış, Karl Marx’ı tanımıştır… TÜRKİYE’NİN SORUNLARINA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI... Boran, “Kendime ‘Marksist’ deyip demediğimi bilemiyorum,” diye anımsıyor ABD’de doktorasını tamamladığı günleri için. Ardından ekliyor “Ama Marksizmi tereddütsüz benimsemiş ve çok ferahlamıştım. (…) Türkiye’yi kalkındırmak için toplumları değiştirmek için yol nedir, onu bulmuştum.” Gerisini şöyle getiriyor: “Marksizmle tanışmam bana bildiğim bir şeye yeni bir açıdan bakmayı da öğretti. Daha önceleri Türkiye’nin nasıl kalkındırılabileceği, toplumların nasıl değiştiği konuları üzerinde dururken, şu sonuca kendiliğimden varmıştım, fikirler ancak pratiğe, eyleme yansırsa önemlidir. Eğer insanın yaşayışında hiçbir etki göstermiyorsa, o fikre sahip olmuşsun ne, olmamışsın ne? Marksizmi öğrenmeye devam edince anladım ki, …toplumu değiştirmek ve geliştirmek tek başına bireyin yapacağı bir iş değil, örgüt işidir, yani parti işidir.” Ne var ki “Marksizmin ışığında çok uzun yol almak gerekir. Marksizmin ışık tutması başka, insanların o ışığı görüp de gereklerini pratikte başarabilmeleri başka.” (19, 18, 21) Doktorasını yaptığı için fakülteye doğrudan doçent olarak atanan Boran, bu arada, öğretmenliğinin, ablasının kent yerleşikliğinin de katkısıyla doçentliği için zorunlu çalışmayı Manisa’da tamamlıyor: Toplumsal Yapı Araştırmaları/ İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki (Sarmal, Bütün Yapıtları: 3, 1992; ilk yayını: 1945) Ancak Behice Boran’ın yapıtlarından söz edildiğinde, ilk ağızda Türkiye ve Sosyalizm Sorunları’nın (Sarmal, Bütün Yapıtları: 2, 1992; ilk yayını: 1968) anımsanması olası. Gerçekten söz konusu yapıt, Türkiye’nin sorunlarına “giriş” bağlamında kabul edilebilecek nitelik taşıyor. Bu çerçevede, Boran’ın, siyasal kişiliğinin tüm yaşamına yayılan evrilişlerine değgin önemli ipuçlarıyla karşılaşmak da olanaklı Türkiye ve Sosyalizm Sorunları’nda. Nitekim ilk basım için kaleme aldığı “Önsöz”de Boran amacını, “Türk sosyalist hareketinin genel bir teorik çerçevesini çizmek, sorunların tartışılıp açıklığa kavuşturulmasına yardımcı olmak” biçiminde belirlerken, “ama bilimsel düşüncede, yeni olgular, gelişmeler sonucu görüşlerin, varsayımların, teorilerin değişebileceği kabul edilir” diye ekliyor. (18) Çalışmanın önemli sayılacak bir bölümü, ülke sorunlarının saptanışına, değerlendirilip kimi vargılara ulaşılışına ayrılıyor. Bir iki satırla altını çizelim bunların: “18. yüzyıl sonlarından bu yana Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı toplumlarına benzeme yolunda değişme belirtileri göstermesi, Osmanlı toplumunun kendi yapısında benzeri gelişmelerin yer alması sonucu olmamıştır.” “Osmanlı İmparatorluğu’nda toplumsal değişme …toplumun üst yapısında ve bu yapının askeri idari mekanizmasında başladığı için, toplumun değişmesi yukarıdan aşağıya, tepeden inme olmuş ve bu değişmede devlet ve onu somutta temsil eden askerisivil kadrolar önemli rol oynamışlardır.” “Kurtuluş Savaşı yıllarında ve hemen sonraki devrede, aşağı yukarı Atatürk’ün ölümüne kadar, yönetici kadro, emperyalizme –dolayısiyle kapitalizme ve merkeziyetçi bir derebeylik niteliğindeki Osmanlı yönetimine ve geleneksel toplum düzenine karşı verdiği mücadele sonucu, varabileceği en ileri ideolojik noktaya vararak devrimcilik, halkçılık, sonra da laiklik, devletçilik ilkelerini ortaya attı.” “Atatürk ‘iktisadi istiklal’in bu önemini anlamış ve buna kuvvetle parmak basmıştı. Ocak 1923’te İzmit’te gazetecilere verdiği demeçte şöyle diyordu: ‘Yeni Türkiye Devleti temellerini süngü ile değil süngünün dahi istinad ettiği iktisadiyatla kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti iktisadi bir devlet olacaktır. Ve yine İzmir’de Türkiye İktisat Kongresinin açılış nutkunda (17 Şubat 1923) belirtiyordu ki, ‘Tam istiklal için şu düstur var: Milli hâkimiyet, iktisadi hâkimiyetle tarsin edilmelidir (sağlamlaştırılmalıdır)… Siyasi ve askeri muzafferiyetler, ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle tetviç edilmezse (taçlandırılmazsa) husule gelen zaferler payidar olamaz, az zamanda söner.’/ Ne yazık ki Atatürk’ün yukarıya aldığımız son cümlesinde haber verdiği tehlike Türkiye’de gerçekleşmiş, ‘zaferler payidar olamamış’tır; ‘milli hâkimiyet iktisadi hâkimiyetle tarsin edilmelidir’ hükmü yerine getirilememiştir.” (29, 30, 31, 39, 64) Behice Boran’ın Marksizmle kesişen yolu, sonrasında Türkiye İşçi Partisi’yle bütünleşecektir… BİR BİLİMCİEYLEMCİNİN SOSYALİZM ADIMI... Behice Boran, Türkiye’de “aydın” sözcüğünün karşılığında gösterilebilecek en doğru örneklerden biri sayılmalı. Gerçekten o, düşüncelerini bilimsel bağlamda temellendirirken bilimci, bunu deneyselliğin örsünden geçirerek sınamış eylemci olarak öne çıkmış bir insan… Bu nedenle Türkiye’de sosyalizm savaşımının önünü tıkayan öğelerin ortadan kaldırılmasında ya da sosyalizmle ilgili sorunların irdelenişinde gösterdiği soğukkanlı tutumuyla hep dikkate alınmış, düşüncelerine başvurulmuş, uyarılarına kulak verilmiş bir bilim eylemcisi oldu Behice Boran. Ona göre “…kadının genel sınıfsal konumundan doğan sorunlar yanında bir de kadın olmasına özgü sorunları bulunduğundan, (…) kendi aralarında örgütlenmeleri ve toplumsal mücadeleye girişmeleri doğaldır.” Gençliğe gelince… “…Gençlik özünde ilerici bir nitelik taşır. (…)/(…) Somuta ve ayrıntılara indiğimizde, sınıflı toplumun sınıfsal damgasını gençlik üzerine de bastığını görürüz. …Bunun için gençlik konusunu ve sorunlarını sınıf çerçevesi içinde ve kapitalizmin bugünkü koşulları ışığında ele almak gerekir.” (Behice Boran; Savunma, Sosyalist Yayınlar, 174,175) Değerli bilimcieylemci Behice Boran’ın tüm yapıtları, yazıları, doğumunun yüzüncü yılı anısına TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı; bilgi@tustav.org) tarafından topluca yeniden yayına hazırlanıyor. Sahi Behice Boran kaç yaşında? Uğur Mumcu’yla söyleşisinde, “Her şeyi düşünmüştüm bu işlere girerken. Hapis yatmayı, baskıları, şunu bunu… Ama yetmiş altı yaşında, bir yabancı ülkede sürgün yaşamak hiç aklıma gelmemişti” diyordu. (Bir Uzun Yürüyüş, 3) Boran, yabancı bir ülkede, sürgünde öldü… Öldü mü gerçekten? Gözünüzü kısıp da dünya tarihinin geçmiş çağlarına şöyle bir baktığınızda onun, bir yanıyla Spartaküs’e, Marx’a, öte yanıyla Yunus’a, Şeyh Bedrettin’e vardığını, onlarla yaştaş olduğunu görebilirsiniz kolayca… Şimdi öte yakada, Nâzım, Deniz, Yusuf, Hüseyin, hep birlikte bahar dalları arasından, bu yakada çiçeğe durmuş bedenlerin 1 Mayıs, 6 Mayıs tomurunda bize bakıyorlar… Çünkü Nâzımlar, Boranlar, Denizler kol kola, insanlığın tarihiyle Yusuf Aslan yaşıt bir yürüyüşü sürdürüyorlar! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1055 âzım Hikmet Bursa Hapishanesi’nde haksız yere tutulurken, Bursa doğumlu Behice Boran da o sıra, Ankara’da “başlangıç tarihi 1941 Ocak’ında Yurt ve Dünya dergisinin yayımlanması” olarak alınabilecek “DilTarih Olayları” çerçevesinde, 1945’te arkadaşlarıyla fakülteden uzaklaştırılıyordu… (Uğur Mumcu; Bir Uzun Yürüyüş, um:ag, yirmi birinci basım, 2004, 25) 1 Mayıs 1910 doğumlu Behice Boran, hapishane temellerinin atıldığı 8 Temmuz 1911’de Bursa’da bebekti, paytak adımlarla yenice yürümeye başlamamıştı belki, o kadar. Sultan Reşat döneminde Alman mühendislerinin projesi olarak yapımına başlanan hapishane, Nâzım’ın şiir işliği, Orhan Kemal öykücülüğünün yapıtaşı olarak bizler için bir yazın ansiklopedisinin bölümlerini oluşturdu hep. Çok sonraları Deniz Gezmiş’le Cihan Alptekin’in yüreklerindeki Bursa bıçağının kınına da dönüştü kısa bir süreliğine. N YURTSEVERLİKTEN CADI KAZANININ ALEVLERİNE... Behice Boran Bursa’da, üç kardeşin sonuncusu olarak dünyaya gelse de ilkokul üçüncü sınıftan sonraki çağlarını İstanbul’da sürdürdü. Çocukluğunu, genç kızlığını, “okumaya çok meraklı”, “çocuklarının öğrenimine çok önem ver(en)” bir aile ortamında, ama Kurtuluş Savaşının ölüm kalım günlerinde yurtseverliğin bileyi taşından süzülerek yaşadı. Gelin sözü Boran’a bırakalım burada: “…Eskişehir düştüğü zaman çok telaş edildi… Bunu çok iyi hatırlıyorum, çünkü o gece Rumlar epey tezahürat yapmışlardı. O zamanlar Arnavutköy’de oturanların büyük çoğunluğu Rum’du, bizim mahallede biz Türkler üç aileydik.” “Komşularla aramızda sorun çıkmıyordu, ama komşuluk ilişkileri de yoktu. Ara sıra, kimi akşamlar Rum delikanlıları bizim evin köşesine gelirler… gitarla Rumca şarkılar söylerler, ardından da ‘Zito Venizelos!’ diye bağırırlardı, bazen biriki cam da kırarlardı. Onlar dışarıda şarkı söylerken babam da ablamı piyanoya oturtur marşlar çaldırıp bana söyletirdi, ablamın darülmuallimattan öğrendiği marşları. Yani bir çeşit direniş tepkisi.” “Daha ilk çocukluk çağından gelen etkilerle ben genç yaşta politize olmaya başlamışım farkına varmadan.” “Yirmi yaşıma geldiğimde… Avrupa ülkeleri düzeyinde olmak, aradaki geriliği kapatmak, o zamanki deyişiyle muasır medeniyete yetişmek gereğini tabii bir şey olarak kabul etmiş ve yine farkına varmadan bu konuda benim de çalışmam gerektiği gibi bir sonuca varmıştım…” “Bu yirmi yaş ve sonrası yıllarında… bu borçluluğu o zaman ancak şöyle formüle edebildim. Ülkede ilkokulu bile okuyamayan milyonlarca çocuk, genç vardı, okumayazma bile öğrenmeden göçüp gidiyorlardı. Benim elde ettiğim öğrenim bana verilmiş bir olanaktı, bir şanstı. Borçluydum onlara karşı. Bu durumun düzelmesi için çalışmak boynumun borcuydu.” “Onun için de sosyolojide yoğunlaştım./ …Sosyolojiyi bilinçli olarak ve belirli bir maksatla seçti(m)…” (Bir Uzun Yürüyüş, 10,11,13,15). Böylesi bir bakış, duyuş üzerinde yükseliyor Behice Boran’ın insani düşünüş dünyası, bu yönde temelleniyor. 1931’de Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni bitiriyor, İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümüne başlıyor. Ancak kolejde başlayan öğretmen vekilliğini iki yıl sürdürünce asil öğretmenlik için sınava giriyor, imzaladığı “hizmet taahhütnamesi” nedeniyle evli ablasının oturması dikkate alınarak Manisa’ya atanıyor. Manisa’da ancak bir ders yılı kalıyor Boran. Daha önce başvurusu olmadığı halde, hocalarından birinin önerisiyle Amerika’daki Michigan ÜniNâzım Hikmet versitesi’nden burs önerisi Deniz Gezmiş Hüseyin İnan SAYFA 24
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle