22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y Aralık 1857’de Polonya’nın Berdiçev kentinde (bugün Ukrayna’da) dünyaya geldi. Adı, Józef Teodor Konrad Korzeniowski’ydi. Polonya, Çarlık Rusya’sına bağlıydı o yıllarda. Babası Apollo Nalecz Korzeniowski, yalnızca bir şair değil, aynı zamanda ateşli bir yurtseverdi. 1863’te Rusya’ya karşı Polonya ayaklanmasının önderleri arasında yer aldığında, oğlu Józef altı yaşındaydı. Józef, İngiliz edebiyatıyla ilk kez sekiz yaşında, son yıllarını sürgünde geçiren babasının yaptığı çevirilerle tanışacak, Shakespeare, Walter Scott, Charles Dickens gibi yazarların yapıtlarını Lehçe çevirilerinden okuyacaktı. Genç yaşlarda, karalardan sıkılarak denizlere açıldı Józef. Otuz yıldan fazla bir süre şileplerde tayfalık, kamarotluk, kaptan yardımcılığı, kaptanlık yaptı, akıllara durgunluk veren serüvenler yaşadı. Denizlerde ve denizcilerle yaşadığı serüvenler, 1890’ların ilk yıllarında yazmaya başladığı öykü ve romanlarının nerdeyse değişmez harcını oluşturacaktı. Korzeniowski adının İngilizlere güç geldiğini bildiğinden, daha ilk yapıtlarından başlayarak “Conrad” takma adı eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Joseph Conrad’ın ‘Üç Deniz Öyküsü’ Ayça Sabuncuoğlu çevirisiyle yayımlandı MÜREKKEBİ KURUMADAN oseph Conrad’ın Üç Deniz Öyküsü adı altında bir araya getirilen novellalarından belki de en ünlüsü “Tayfun”, nefis bir “kaptan portresi”yle açılır. Ayça Sabuncuoğlu’nun çevirisinden, işte tadımlık bir bölüm. Günümüz edebiyatında benzerlerine artık pek rastlanmayan bu “ruh ve beden portresi”nin tadını çıkarmak fena olmaz: “NanShan buharlı gemisinin kaptanı MacWhirr’in öyle bir fizyonomisi vardı ki, dış görünüşü zekâsının tam karşılığıydı: Kararlılık ya da aptallıkla ilgili belirgin özellikler ortaya koymuyordu; göze çarpan herhangi bir özelliği bile yoktu; sıradan, duyarsız ve durgundu. “Zaman zaman yüz ifadesinin çağrıştırdığı söylenebilecek tek şey utangaçlıktı; çünkü kıyıdaki ticari bürolarda, yanık teniyle hafifçe gülümseyerek, gözlerini yere dikmiş halde otururdu. Gözlerini kaldırdığında, dosdoğru baktıkları ve mavi renkte oldukları fark edilirdi. Saçları sarı ve çok ince telliydi, kafatasının kel kubSAYFA 16 Bir kaptanın ruh ve beden portresi J besini yumuşacık ipek gibi bir yığın halinde bir şakaktan öbürüne sarardı. Yüzünün kılları ise, tam tersine, parlak kızıla çalar, dudak hattında kısa kesilmiş bir bakır teli andırırdı; öte yandan, ne kadar sinekkaydı tıraş ederse etsin, başını oynattığında alev gibi metalik ışıltılar yanaklarının yüzeyini yalardı. Ortalama boyun pek altında değildi, biraz yuvarlak omuzluydu ve kollarıyla bacakları o kadar sağlam yapılıydı ki, giysileri her zaman onlara birazcık dar geliyor gibi görünürdü. Enlem farkının sonuçlarını kavrayamıyormuşçasına, kahverengi bir melon şapka takar, kahverengiye çalan yelekli bir takım elbise ve kaba saba botlar giyerdi. Bu liman kılığı onun tıknaz yapısına katı ve inceliksiz bir şıklık havası verirdi. İnce, gümüş bir saat zinciri ilmik atılarak yeleğine tutturulmuştu ve en iyi kalite, ama genellikle sarılıp bağlanmamış zarif bir şemsiyeyi güçlü, kıllı yumruğuyla sımsıkı kavramadan asla gemisini terk edip karaya çıkmazdı. Lombar ağzına kadar kaptanına eşlik eden ikinci kaptan genç Jukes bazen, büyük bir nezaketle, ‘İzin verin, efendim,’ deme cesaretini gösterirdi – ve şemsiyeye saygıyla yaklaşarak çubuğu kaldırır, katları silkeler, çabucak güzelce sarıp bağlar ve geri verirdi; bu gösteriyi öyle azametli ciddiyet dolu bir yüzle sergilerdi ki, kaporta penceresinin orada sabah purosunu içen baş çarkçı Bay Solomon Rout gülümsediğini gizlemek için başını çevirirdi. ‘Ah! Evet! Lanet şemsiye… Teşekkürler, Jukes, teşekkürler,’ diye mırıldanırdı Kaptan MacWhirr içtenlikle, başını kaldırmadan…” ? çoğunlukla denizdeki yaşamı anlatan yapıtlarında, doğanın değişmez kayıtsızlığı ile karşı karşıya kalan bireyin içinde bulunduğu konumu yansıtan, derin sulara yelken açtıkça insan ruhunun derinliklerine dalan bir yazar kazandırmıştı. Dilimize Ayça Sabuncuoğlu’nun çevirdiği Üç Deniz Öyküsü (Can Yayınları), Conrad’ın “Tayfun”, “Falk” ve “Gölge Hattı” adlı üç novellasını içeriyor. Kanımca, İngiliz edebiyatının en büyük deniz yazarını tanımak için bulunmaz bir fırsat. Genç okur, hiç kuşkum yok, bu öykülerin ardından, Lord Jim’e, “Nostromo’ya, Ölüm Seferi’ne, Karanlığın Yüreği’ne yönelecektir. Sabuncuoğlu’nun, düzyazının büyük ustası Conrad’ın yalnızca zorlu üslubuyla değil, ister istemez bolca kullandığı denizcilik terimleriyle de fırtınaya yakalanmış bir gemi kaptanı (!) gibi nasıl boğuştuğunu kestirebiliyorum. Bence, kılı kırk yaran, özenli bir çeviri çıkmış ortaya. Çeviri dışında, iki önerim olabilir yalnızca. Böylesi klasiklerde, bir Conrad uzmanının kaleminden çıkmış bir önsöz bekliyor insan. Bir de, denizcilik terimlerini açıklayan küçük bir sözlük, kitabın değerine değer katardı diye düşünüyorum. Bu keyfe keder eksiklikler, belki bundan sonraki basımlarda giderilebilir. Üç Deniz Öyküsü’ndeki üç uzun öykü de, insanoğlunun doğayla savaşırken kendi ruhu ve vicdanıyla girdiği savaşımı şaşırtıcı bir görsellikle gözler önüne seriyor. Conrad’ın pek çok yapıtının beyazperdeye uyarlanmış olmasının nedeni de bu olsa gerek. ? DÜZELTME VE ÖZÜR: 1054. sayımızdaki Celâl Üster’in “Yeryüzü Kitaplığı” köşesinde yayımlanan ‘Gazeteciliğin başucu kitabı’ başlıklı yazısının son cümlesi eksik çıkmıştır. Cümlenin tamamı aşağıdaki gibidir. Yazarımızdan ve okuyucularımızdan özür dileriz. “Eleştiren ile eleştirilen arasındaki hoşgörülü, sağduyulu, sağlıklı ilişki, giderek, topluma da yansıyacaktır.” CUMHURİYET KİTAP SAYI 1055 Joseph Conrad 3 nı kullanacaktı. Joseph Conrad, ilk romanlarından Almayer’s Folly’yi (Almayer’in Budalalığı) 1894 ilkyazında Londralı yayımcı Fisher Unwin’e gönderdiğinde, artık giderek deniz yaşamından koptuğunun; kendisini, Lord Jim, Nostromo, Gizli Ajan, Ölüm Seferi, Karanlığın Yüreği gibi İngiliz edebiyatının fırtınalı sulara yelken açmasını sağlayacak olağandışı bir yazarlık yaşamının beklediğinin ne denli ayırdındaydı, bilmiyoruz. Ama Almayer’in Budalalığı’nı okuyan eleştirmen ve editör Edward Garnett’ın, Conrad’ı yeni romanlar yazmaya yönelttiğini, dahası denizcilik yaşamına son verip yazarlığı bir uğraş olarak seçmesinde etkili olduğunu biliyoruz. Belki de Joseph Conrad’ı borçlu olduğumuz Edward Garnett’a birkaç satır ayırmakta yarar var. Modern İngiliz edebiyatının gelişimine yön vermiş birkaç editörden biri olan Garnett’ın babası Richard Garnett, uzun yıllar British Museum’da çalışmış, engin bilgisi ve olağanüstü belleğinden ötürü kuşaklar boyunca British Museum’da okurlar ve araştırmacıların efsaneleştirdiği bir kişi olmuştu. Böylesi bir ailede yetişen, okul eğitimini yarıda bırakmasına karşın deli Derin denizlerde derin ruhlar cesine kitap okuyarak döneminin en etkili eleştirmen ve editörleri arasına giren Edward Garnett ise, D. H. Lawrence’ın zamanın ahlaksal baskılarıyla karşılaşan Oğullar ve Sevgililer adlı romanının yayımlanmasında hiç de azımsanmayacak bir rol oynamıştı. Garnett’ın, yalnız D. H. Lawrence’ın değil, Ford Madox Ford, T. E. Lawrence, John Galsworthy gibi yazarların, Stephen Crane ve Robert Frost gibi Amerikalı yazar ve şairlerin, Kıtlık ve Muhbir adlı romanı Türkçeye de çevrilmiş olan İrlandalı yazar Liam O’Flaherty’nin yapıtlarının yayımlanmasında da büyük rol oynadığı söylenir. Gel gör ki, büyük editörlerin de talihsiz anları vardır. Tıpkı Gallimard’ın editörlüğünü yaparken Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı başyapıtını geri çeviren André Gide gibi, Garnett da Duckworth’te çalıştığı yıllarda James Joyce’un Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi adlı romanını reddetmişti. Ama önce editörü, sonra da yakın dostu olduğu Conrad’da yanılmamıştı Garnett. Modern İngiliz edebiyatına,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle