04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

YUNUS NADİ SOSYAL BİLİMLER ARAŞTIRMA ÖDÜLÜ: YILDIRIM YAVUZ Yıldırım Yavuz Fotoğraf: Necati SAVAŞ ‘Mimarimizde artık ne renk, ne malzeme zevki var’ man tren istasyonu ya da kent oteli yapmayı bilmiyorlardı. Bu tür yapılar sultanların dışarıdan davet ettiği yabancılar tarafından ya da mesleği dışarıda öğrenmeye çalışan azınlıklar tarafından yapılırdı. Mimarlık mesleği de pek tasvip edilen bir sanat değildi. Bugün Türkiye’de kendi düşüncelerini yazarak bize bırakan tek mimardır aynı zamanda. Mühendis mektebindeki eğiticiliği sırasında birçok öğrenci yetiştirdi hem de mimari üzerindeki düşüncelerini birinci elden öğrenme fırsatını sağladı. İmparatorluğun son yıllarını ve Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşadığı için değişimi izleyebilen ve Ankara’nın kuruluşuna tanıklık eden bir isim oldu. 1922’de Kudüs müftüsünden Mescidi Aksa’yı onarmak için davet aldı. Burada gösterdiği başarı nedeniyle de İngiliz Kraliyet Mimarlar Akademisi’ne üye seçildi. Böylece uluslararası üne de kavuştu. Mimar Kemalettin üzerine bir araştırma yapma isteği nasıl doğdu? Kemalettin Bey, 1970’lerde benim ilgimi çekmeye başladı. O sırada Vakıflar’da, İnşaat ve Tamirat İşleri Müdürlüğü’nde, kendisinin bütün projelerini saklamış olması nedeniyle bir arşiv oluşmuştu. Onları inceleme fırsatı elime geçti ve 1970’lerin başından bu yana araştırmalarımı sürdürüyorum. O nedenle doktora tezimin konusu da Kemalettin Bey. 2006 yılında, Mimarlar Odası’nın, iki yılda bir verdiği mimarlık ödüllerinde, yeni bir kategori açıldı. “Şimdi yaşamını yitirmiş olan ama geçmişte Türk mimarlığına çok katkıda bulunan insanları onure edelim” anlayışıyla ortaya çıkan bir kategori... “Kendilerine bizzat ödül verme imkânı olmadığı için mimarlık camiası içinde 2 yıl boyunca yapılacak etkinliklere isimlerini yaşatmaya çalışalım” dediler. Bu ödüle ilk seçilen isim de Kemalettin oldu. Vedat Tek ve Kemalettin Bey, 100 yıllık aradan sonra ilk Türk mimarları olarak ortaya çıkıyorlar. 1909 ile 1930 arasında yaşanan 1. Ulusal Mimarlık Dönemi var. Bu iki mimarımız da eğitimini Batı kaynaklı alıyorlar. Çok çağdaş hareketler olmasına karşın, Avrupa’da etkin anlayış eklektik mimariydi. Batı’dan öğrenmiş oldukları şeyler üzerine, klasik çağ Osmanlı ögelerini yerleştirerek bir mimari oluşturmaya çalıştılar. Sivri kemerler, bezemeler ve çini kaplamalar gibi... Size Yunus Nadi Ödülü kazandıran “İmparatorluktan Cumhuriyet’e Mimar Kemalettin” çalışmanız hakkında bilgi verir misiniz? Mimarlar Odası’nın hazırladığı çalışmaya göre, anılacak olan mimarlar hakkında bir sempozyum düzenlenmesi, sempozyum bildirilerinin basılarak değerlendirilmesi ve yapıtları ile ilgili bir kitap yazılması gibi etkinlikler takvimi çizildi. Kemalettin Bey’in yaşamı ve yapıtlarını ben yüklendim. Kitap, iki bölümden oluşuyor ve Kemalettin Bey’in yaşamını, eserlerinin bir kataloğunu ve mektuplarını ihtiva etmekte. Bir de kendisinin çektiği fotoğrafların negatiflerini bulduk. Onlar da kitaba kondu. Kendi yaptığı binaların çekilmiş fotoğrafları var. Sultan Reşat Türbesi ve Bebek Camisi gibi. Kitap oldukça geniş kapsamlı oldu. Bu kitapla bitmedi. Sempozyum kitabını Ali Cengizkan hazırladı. Bir de projelerin tıpkı basımları gibi bir eser hazırlandı. Yapmış olduğunuz araştırmalarda ilgi çekici yönler de olmuştur... Araştırmalarım sonucu çok ilginç bilgilerle karşılaştım. Örneğin, Kemalettin Bey’in ahşaptan yaptığı binalardan günümüze kalan tek örnek Çamlıca Kız Lisesi’dir. Ahmet Ratip Paşa, konağı Kemalettin Bey’e yaptırır. Hacca giden her insandan bir altın rüşvet alan Ahmet Ratip Paşa, müthiş bir konak yaptırır. Banyoları dışarıdan getirtilir. Fayanslar da öyle... Ahmet Ratip Paşa’nın rüşvetçi olduğunu anlayan Osmanlı hükümeti, konağı elinden alır ve kız öğretmen okulu haline getirir. Son duyduğumda da Çamlıca Kız Lisesi’ne hükümet tarafından el konulmuş ve farklı bir şeye çevrilmeye çalışılıyormuş. Kemalettin Bey, ikinci evliliğini kendisinden 25 yaş küçük bir hanımla yapar ve Kudüs’e giderler. Daha sonra Kemalettin Bey, Ankara’ya çağrılır ve ev aramaya başlar ama bulamaz. Hanımıyla iki sene ayrı kalır. Bu iki yıl içerisinde her ikiüç günde bir mektup yazıyorlar. O mektupları da bana verdiği için Ankara’nın o dönemini Atatürk ve İnönü’ye karşılaşmalarını ve dönemin mimarisini anlatıyor. Bu şeylerle kitap fazla büyüdü. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde mimari eserlere, özellikle kamu binalarının yapımına daha çok özen gösterilmiş ama şimdi o özeni göremiyoruz. O yıllardan bu zamana ne değişti? 1923 ile 1945 arasında yeni bir ülke kurma çabası var. Çok gururlu bir dönem. Bütün dünyanın hayranlığını ve kıskançlığını oluşturacak bir evre... Bunun sonuçlarını da görüyoruz. Kendisini 7 milletten kurtaran bir ülkenin yeniden kuruluş aşamasının ne kadar gurur verici olduğu ortadadır. Ben İkinci Dünya Savaşı yıllarını çok iyi hatırlıyorum. Yeni kuruluşun getirdiği “en iyiyi yapabilme çabası” bu alanda önemli bir görev yapmakta. Teknolojik olarak da yeni gelişmeler yaşanıyor. Yabancı hoca ve mimarların yaptıklarını yıkmak güç. Ne yazık ki son zamanda müthiş bir kültür yozlaşması var... Bu kültür yozlaşmasını neye bağlıyorsunuz? Tek kelimelik bir cevabı var: Eğitimsizlik... Ne renk zevki, ne malzeme zevki ne de bina zevki var. Bunun yanında imparatorluğun geçmişine öykünen bir yaklaşım var. Devlet binaları güzel olsunlar diye modernizimden kaçıp, geniş saçaklar, o saçakları taşıyan payandalarla bir şeyler yapılmaya çalışıyor. Bütün bunlar bir anlamda Osmanlı’nın görkemine duyulan öykünmelerdir. Bu arada müteahhit kârlarını yükseltmek için de çalışmalar var. Para günümüz dünyasında tek değerlendirme birimi haline geldi. Vatan sevgisi, doğa sevgisi ve insan sevgisi ülkemizde yok oldu. Onların yerine, “En kısa zamanda nasıl zengin olabilirim”, “Bu arsayı kâr getirecek şekilde nasıl kullanabilirim” anlayışı hâkim olmaya başladı. Bütün yaşantımız bu yüzden “kepazelik” haline geldi. Her şeyde para birinci derecede rol oynuyor. Kültür seviyesinin düşüklüğü yönetime kadar gidiyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan ve günümüzde eski görkemini kaybetmiş kamu binaları var mı? Tabii ki... Bakanlık binaları hepsi pembeye boyandı. Hele İçişleri Bakanlığı’nın bir kısmı pembe, bir kısmı yeşil bir kısmı da koyu kırmızı. Halbuki o zamanda gerçek malzemeyle yapılan yapılar vardı. Ankara taşının kırığıyla yapılan ve teknik olarak Almanya’dan öğrenilen bir sıvayla yapılırdı binalar. Bu yapılar da çok saygıdeğer bir anlayış oluştururdu. Bütün renkler mahvoldu. Paraşüt kulelerinde de aynı örneği görürüz. O binanın alt tarafı mavi üst tarafı pembeye boyatıldı. Bütün bunlar eseri müthiş ucuzlatıyor. Boğaz Köprüsü’ne bakıyorsunuz, lunapark gibi... Farklı farklı ışıklar yanıyor. Bunlar lüzumsuz harcama ve lüzumsuz gösterileridir. Firmalar da yöneticilerimizle anlaşıp o zevksizliği bize satıyor. ‘ Peki, Yunus Nadi Ödülü’nü nasıl değerlendiriyorsunuz? Cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti için olağanüstü bir şanstır. Benim ailem asker ailesidir. Anadolu’da çok gezdim ve görmediğim yer kalmadı diyebilirim. Bu esnada okuduğumuz tek gazete Cumhuriyet’ti. Bugün Türkiye’de güvenebileceğimiz tek yayın aynı zamanda. Bunu övünerek de söylüyorum. Çünkü çok saygın bir yayın yaşamı var. Yunus Nadi’ye de özellikle saygım var. Benim için çok büyük bir ödül. Yunus Nadi benim gençliğim boyunca saygı duyduğum birisiydi. Atatürk’e çok yakın biri olması ve Cumhuriyet adının Atatürk tarafından verilmesi nedenleriyle kendisine hayranlık duyardım. Benim için Cumhuriyet’in en güzel yanlarından biri de sanata ayırmış olduğu sayfalardır.? Mimar Kemalettin Anma Programı Dizisiİmparatorluktan Cumhuriyete Mimar Kemalettin 18701927/ Yıldırım Yavuz/ TMMOB Mimarlar Odası ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Ortak Yay./ 536 s Yıllarını ülkedeki mimarlık çalışmalarına adayan Prof. Dr. Yıldırım Yavuz İmparatorluktan Cumhuriyete Mimar Kemalettin adlı çalışmayla “Yunus Nadi Sosyal Bilimler Araştırma Ödülü”ne değer görüldü. Yavuz, böyle bir çalışma ödül aldığı için çok mutlu. Ancak ne var ki, ülkede, son yıllarda mimari adına yapılanlar söz konusu olduğunda bu mutluluk, yerini hüzne bırakıyor. Prof. Dr. Yıldırım Yavuz ile Yunus Nadi Ödülleri’ni ve Türk mimarisini konuştuk. Ë Ali ÖZTÜRK imar Kemalettin ile ilgili birçok çalışmanız olduğunu biliyoruz. Doktora tezinizi de Kemalettin Bey üzerine yapmışsınız... Kemalettin Bey, Mimar Sinan’dan sonra adı en çok bilinen mimarımız. Halk da onu bir anlamda tanıyor. O yalnızca bir mimar değil, aynı zamanda bir eğitimciydi. Mühendis mektebinde öğretim üyesi olması da onun önemini arttırmıştır. Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarının en iyi bina onarımcısı olduğu söylenebilir. Yaşadığı dönemde ulusalcılık akımı vardı ve kendisi ulusalcılığı mimarlık adına temsil eden iki kişiden biriydi. Yine, 19. yüzyıl boyunca, Türk mimarisinde eğitim görerek mimarlığa başlayan iki kişiden birisiydi. Vedat Tek ve Kemalettin Bey dönemin en önemli mimarlarıydı. Ustaçırak ilişkileri içinde yetişen mimarların imparatorluk için pek fazla bir şey yapamadıkları ortaya çıktı. Çünkü onlar geleneksel yapı türlerini inşa ederlerdi. Han, hamam, cami ve kervansaray gibi yapılar... Ama hiçbir zaSAYFA 10 M CUMHURİYET KİTAP SAYI 1055
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle