Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mine Söğüt’le romanlarını ve ’Dolapdere’ kitabını konuştuk “Yazarken peşine düştüğüm temel kavramların başında ‘kötü’ var” Mine Söğüt, batılla uğraşmasının nedenini, kötülüğün beslendiği temel kaynağın bu tür inanışlar olmasıyla açıklıyor. Her şeyin karşıtıyla var olduğuna inanan ve karakterlerini de buradan hareketle yaratan Söğüt, kavramlara farklı bakış açıları getiriyor ve yorumu okura bırakıyor. İstanbul 2010 Kültür Başkenti projesi kapsamında yayımlanan “İstanbulum” adlı dizide yer alan Dolapdere Kürt Kediler Çingene Kelebekler adlı çalışması üzerine söyleştik Mine Söğüt’le. olacak. Batıl inançlara yaklaşımınızı diğer söyleşilerinizden biliyoruz. Toplumda inanılan ve belki de inanılmak istenilen batıl inançların, halkı uyutma amaçlı dayatmalar olduğunu kabul edebilir miyiz? Batıl öğeleri bu kadar kullanmanızın sebebi nedir, açar mısınız? “Kırmızı Zaman” da yazdığım bir cümle var: “Tanrı varsayımsal olarak bile her şeye kadirdir.” Aslında Allah yoktur ama Allah inancı vardır ve dünyayı o yönetir. Hem de öyle güçlü bir iktidardır ki bu, “dünya tepsi gibi düz değil yuvarlaktır ve öküzün boynuzları üzerinde durmaz” ama dinin baskısıyla inanç karşıtı düşünceler çoğu kez tüm açıklığıyla telaffuz edilemez. Ezeli ve ebedi Allah inancının karşısında “dinler tarihi” diye bilimsel bir gerçek varken ben inançlara saygılı olmak gerektiğini düşünmüyorum. İnanç denilen şey kültürel bir bağnazlıktır; saygı değil eğer gerekiyorsa hoşgörü gösterilmesi yeterli. Çoktan mitolojik değerler arasına karışması gereken dinler, hâlâ dünyayı yönetecek, gündelik hayattan ekonomiye kadar her şeye o dokunulmazlık asasıyla müdahale edebilecek kadar etkin. Ben din savaşlarının devam ettiği, dini yasaların hüküm sürdüğü bir çağda yaşıyor olmanın ağırlığını hissediyorum. Akılcılığın hâlâ iktidarı ele geçirememiş olduğu bir çağın ferdi olmak azap verici. Yazarken batılla ve inançla uğraşmam hep bu yüzden. Samed Behrengi’nin kitaplarını okuyarak büyüdüğünüzü söylüyorsunuz. Sizin de işlediğiniz konuların sertliğine zıt masalsı anlatımı seçmenizin nedeni Behrengi gibi düzene karşı çıkmanız mı? Behrengi’nin masallarında ya da yine küçük yaştan itibaren beni gerçekten çok etkileyen Nâzım’ın yazdıklarında düzene karşı olmanın yanı sıra müthiş bir vicdan eğitimi vardır. Bir insanın o eğitimden geçip de şu anda dünyaya hâkim olan düzenle barışık olması mümkün değil. Farklı geleneklerden, kültürlerden ve ideolojilerden gelen yazarların şehri algılayış biçimi, hafızayı oluşturma yöntemleri de dolayısıyla çok farklı. Kitapları okurken bu farklılıktan ben çok etkilendim. Gözlemleriniz eşliğinde bir semtin tarihini, sosyal yapısını, insan ilişkilerini anlatıyorsunuz. 67 Eylül olaylarıyla 1955’ten sonra yeniden şekillenen bölgenin anlatıldığı kitap aynı zamanda politik bir okuma olarak da görülebilir mi, ne dersiniz? Kesinlikle, görülmelidir de. Hayatın hangi noktasına hangi amaçla mercek tutarsanız tutun zaten politik durumun yansımalarından kurtulamazsınız, hele şehir İstanbul’sa ve anlatılan dönem son 50 yılı kapsıyorsa… Dolapdere kitabınızı da okuduktan sonra “Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979” ile birlikte farklı dönemlerde yaşanan siyasi olaylara getirdiğiniz farklı yorumları görüyoruz. Siyaset, kaleminizi ne ölçüde etkiliyor ve yapıtlarınızdaki oranını nasıl yorumluyorsunuz? Siyasetin, yazar ve insan Mine Söğüt’ün kimliğindeki yeri nedir? Yazarken kendi ideolojimi empoze etmekten ziyade bana uzak olan ideolojileri sorgulamayı tercih ediyorum. Ait olduğum neslin çok önemli bir sorunu var. Eğer solcuysanız, politik dünyayı, kendinize yakın bulduğunuz ideolojilerin peş peşe hüsrana uğradığı bir çağda tanımaya başlıyorsunuz. Devamlı kaybeden tarafta olmak hiç kolay değil. Yazarken bunun neden böyle olduğunu soruşturuyorum. Kazanan kim? Nasıl kazanıyor? Kaybeden hangi zaafına yeniliyor? Yazdıklarımdaki politik hikâyelerin hep “düşman topraklar”da geçmesinin nedeni bu. Liberalizmin bu hızlı yükselişindeki ve solu kapsayışındaki kurnazlığı deşifre etmeye çalışıyorum ya da inancın yersizliğini. Ama öyle tuhaf bir algı çağındayız ki, Şahbaz’ı okuyup beni “sağ görüşlü” biri olarak algılayan ya da “Kırmızı Zaman”ı okuyup “inançlı biri” olduğumu düşünenler çıkabiliyor. ? senemozcans@gmail.com Beş Sevim Apartmanı, Rüya Tabirli Cinperi Yalanları/ Mine Söğüt/ Yapı Kredi Yayınları/ 126 s. Kırmızı Zaman/ Mine Söğüt/ Yapı Kredi Yayınları/ 220 s. Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979/ Mine Söğüt/ Yapı Kredi Yayınları/ 346 s. Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler/ Mine Söğüt/ Heyamola Yayınları/ 110 s. Ë Senem ÖZCAN lk romanınız Beş Sevim Apartmanı ile başlıyorsunuz toplumda yer alan çarpık kişilikleri büyüteç altına almaya. Karakterlerinizin ikilemlerinin önemli olduğunu görüyoruz yapıtlarınızda. Çok kişili romanlarınızda karakterleri neye göre seçiyorsunuz? Yazarken peşine düştüğüm, anlamaya, anlamlandırmaya çalıştığım temel kavramların başında “kötü” var. O yüzden genelde karakterlerim ya kötülüğün mağduru ya da faili oluyor. Her şey karşıtıyla var olur. Kötü iyinin karşısında kötüdür, iyi de kötünün karşısında iyi. Karakterlerimi her şeyin karşıtıyla var olması prensibinden yola çıkarak yaratınca, kavramlara çok boyutlu bir bakış açısı getirme şansım doğuyor. Kendi doğrularımı yazmanın peşinde değilim. Kendi doğrularımla birlikte var olan tüm doğruları sorgulamanın gerektiğini düşünüyorum. Ben yazıyorum. Sonra onu okuyanlar bu çokboyutluluk içinde kendilerine göre bir yol bulup her şeyi yeniden yorumlayabiliyor. O yüzden her şeyin iki hatta daha çok yüzü olmasını tercih ediyorum. İçlerinden sadece biri benim doğrumu temsil ediyor. Okuyucuya bu özgürlüğü tanımayı seviyorum. İ DİNİN HÜKÜM SÜRDÜĞÜ BİR ÇAĞDA YAŞAMANIN AĞIRLIĞI... Bir söyleşinizde Beş Sevim Apartmanı’nda neden cinler, periler var, ben de bilmiyorum” diyorsunuz. “Kırmızı Zaman” ve “Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979”da sanırım daha bilinçli bir tercih cinler ve perilerin kurguya dahil oluşu? Bugün batılın hayat üzerinde hâlâ etkin olmasının en önemli nedeni galiba kötülüğün beslendiği temel kaynak olması.. O yüzden yazdıklarımda batıl her zaman var ve sanırım her zaman da SAYFA 4 “KENDİ KİMYASINI OLUŞTURAN SEMT: DOLAPDERE” İçli dışlı olduğunuz İstanbul’a bir kez daha alıcı gözüyle baktığınızı, hazırladığınız Dolapdere kitabının sonunda yer alan “Hayalet Mektup”tan anlıyoruz. Dolapdere’yi kaleme almak sizin seçiminiz miydi? Seçim sizin olsaydı yine doğduğunuz Kasımpaşa, dolayısıyla Dolapdere’yi mi seçerdiniz? Dolapdere algınızı geçmişten bugüne gelen ölçüde anlatır mısınız? Evet Dolapdere benim tercihimdi. Ama yazmak için bu semti seçmemin Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde doğmuş olmamla hiçbir ilgisi yok. Ben anlamakta zorlandığım şeyleri yazmayı seviyorum. Yazmak benim için hayatın temel sorularına bir cevap arama telaşı. Dolapdere asırlardır kötünün yuvalandığı ve kendi kimyasını oluşturduğu bir semt. O yüzden hep ilgimi çekerdi. Oranın hikâyesini anlatırken yeniden kendi sorularımla karşılaştım ve onlara cevap ararken yeni sorularla yüzleştim. İçinde yer aldığınız “İstanbulum” adlı kırk semti kapsayan projeyi ve projenin diğer kitaplarını değerlendirir misiniz? Bu dizinin kitapları yazarların sübjektif açılarla kaleme aldıkları metinlerden oluşuyor. Bu benim için Mine söğüt, din savaşlarının devam ettiği, dini yasaların hüküm sürdüğü bir çağda yaşıyor olmanın ağırlığını hissetiğini söylüyor. önemli bir nokta. Fotoğraflar: Orhan Oğuz CUMHURİYET KİTAP SAYI 1049