Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ sizden başka. Ortamda azap günleri yaşanıyorsa ki bu ülkede her zaman ortam azaba uygundur Mazlum ve Leyla’nın aşklarını yaşayamaması kadar normal bir şey yok. Oysa, zamanımızda yaşandığını sanmadığımız aşkların var olduğunu kanıtlamaya çalışan ve birbirlerini “mecnun” gibi seven iki genç olarak Mazlum’la Leyla’nın aşklarını yaşayamamasının anormallik sayılması gerekmez mi? Ama hayır. Geçmişte de günümüzde de bu anormallik öylesine normal karşılanır ki, aşklarını doyasıya yaşamak isteyen insanlara biz günahkâr gözüyle bakarız. Kitabın içeriğine dair başlığa atılan “Aşk sorgulanmaz” sözcüğünün tüm anlamlarını içeren konunun, romanı tüketecek olan okur üzerinde zaten alabildiğine bir zorlama yapacağını, aşk üzerine epey bir kafa yoracağını da müjdelemek isterim. Bunu müjde olarak kabul ederseniz tabii ki. Dediğim gibi, nehir romanlarımın tümünde, Faili Meçhul Öfke’de olduğu gibi aşkla öfkenin çatışması devam edecek. Ama sonunda biri hayatın kutsal emanetine kavuşmuş gibi bekleyenine kavuşacak. Ancak bu kez bunu okuyucuya bırakmayacağım, yani okuyucuyla birlikte karar vermeyeceğim. Ancak, bu aşkın nasıl yaşayacağına dair kesin kararın, nehir romanlarımın sayfalarında yerini alana kadar istediği yerde özgürce dolaşmasına izin vereceğim. Hayır, başına bir şey gelmesinden korkmuyorum. Siz varsınız ya. Aksine böyle anlarda yazı yazma dürtülerimi kışkırtmak için başvurduğum şiir düş kırıklığı yaratmıyor, aksine Mazlum’la Leyla’nın aşklarını yaşayamamalarını meşru müdafaaya dönüştürüyor. Bir sonraki gelebilecek mekanik sesli anlatımları önlüyor ve yine umutsuz da olsa aşka çağrıda bulunuyor. sonra romana yol almak kaçınılmaz bir şey miydi sizin için? Evet, uzun soluklu edebiyat yolculuğumda ürettiklerime romanı da ekledim. Yaşananları; tüm gazetecilik birikimlerimin ışığında tüm çıplaklığıyla roman yazmaya devam edeceğim. Ama şiirden hem roman yazarken hem de öykü yazarken beslenmeye devam edeceğim. Faili Meçhul Öfke‘yi ilk roman olması nedeniyle daha bir dikkatle ve heyecanla yazdığımı itiraf etmeliyim. Bir romanın kuramsal yapısını, kurgusunu, estetiğini ve tekniğini; hatta edebiyatın tüm disiplinlerinin içerisinde hesaplayarak, ölçerek biçerek ve eleştiriye hazır hale getirerek yazdığım için kaygılarım büyüktü. Çünkü bir öyküyü, bir romanı şiirle karşılaştırmazsanız; tıpkı kendiniz gibi yaşayan, yanılan ve biçim değiştiren bir organizma haline getirmedikçe, sözcüklerle aranızda kurduğunuz despot ilişkiye son vermek olanaksız hale geliyor. BEKLEMESİNİ BİLENLER Romanınızı,”beklemesini bilenlere” adıyorsunuz. Faili meçhul öfke ve cinayetler ülkesinde, siz bir aydın ve gazeteci olarak neleri bekliyorsunuz? Ya da şöyle sormalıyım; beklentileriniz neler? Kendi ölümlerine bile rıza gösteren ve sessizce bekleyenlerin ama hep bekleyenlerin; bir şey yapmadan sorgulamadan, konuşmadan, okumadan, en önemlisi korkarak bekleyenlerin kendi yarattıkları iklimde yaşamanın çaresizliğini ve düştüğü bunalımdan çırpındıkça daha da beklemeye biat edenlerin gün gelip böyle yaşamaktan bıkmalarını bekliyorum. Beklemek; bu insanların yaşadıkları hayattan, ülkeden umutlarını dehşetle kesmekle eşanlamlıdır çünkü. Ben yine de bir gün, ama bir gün bu insanların, insan olma güdülerini de hesaba katarak ve kalabalık sözcüklere sığınmadan vaat edilen bir yaşantıya kavuşacağını biliyorum. İşkenceciinsan trajedisini çok güzel vurgulayan bir bölüm var romanda. Polis Sebahattin’in öyküsündeki seyir, bir yandan da adalet arama, etme bulma ikileminde gerçekleşmiyor mu? Romanımı diğer bildik öykülerden ayıran en önemli bölüm olduğuna inanıyorum. Bunu yakaladığınız için size teşekkür etmeliyim. Bu bölümün bir yandan adalet arama, diğer yandan etme bulma ikileminde gerçekleştiği doğru. Öyle olması da gerekmiyor mu? Hep merak etmişimdir, kendi çocuğu yaşındaki bir genç insana işkence yapan, saatlerce günlerce acıyı yaşatan adam evine gidip de nasıl karısının, çocuğunun yüzüne bakar, rahat eder? Hiç mi vicdanı sızlamaz? Bu soruları şimdiye dek sormayan kimse var mı? Ben hem sordum hem de yanıtını aradım, buldum ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum: “Bir daha kendini erteleme, tüketme. Yok mudur söyleyecek bir sözün? Haydi gel, son sözü sen söyle.” ? Faili Meçhul Öfke/ Adnan Gerger/ İmge Kitabevi/ 434 s. SAYFA 17 ‘HAYDİ GEL, SON SÖZÜ SEN SÖYLE’ Faili Meçhul Öfke, onuncu kitabınız ama ilk romanınız. Şiir ve öyküden Adnan Gerger’in ilk romanı dikkatli okunduğunda son otuz yılın miladi başlangıcı yani 12 Eylül darbesinden bugüne sarkan izdüşümlerini görebiliriz. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1049