22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Chopin 200 yaşında Notalarla kurulu bir dünya Chopin’in doğumunun üzerinden 200 yıl geçti. Can Yayınları bu büyük müzik adamını Chopin: Tuşlara Adanmış Bir Yaşam isimli kitapla tekrar gündeme taşıyor. Bu kitabın amacı, Chopin’in yaşamöyküsüne yerleşmiş kalıpların dışında bir yaklaşım getirebilmek. Babasının Fransa’da başlayan yaşamıyla, onun aynı ülkede noktalanan yaşamöyküsünün tüm detaylarını gözler önüne serebilmek. Kitap sadece klasik müzik sevenlere değil, sanat tarihi, edebiyat ve Avrupa tarihine ilgi duyanlara da sesleniyor. Ë Aydın BÜKE estecilerin doğum ve ölüm yıldönümleri tüm dünyada onların yaşamlarına ve yapıtlarına olan ilginin artmasında önemli etken oluyor. Kuşkusuz Fryderyk Chopin (1) yalnızca böylesi yıldönümleriyle gündeme gelip sonrasında unutulacak isimlerden değil. Müzik tarihinin en tanınan, yapıtları en çok dinlenen bestecilerinin başında geliyor. Ancak yaşamı hakkında bildiklerimiz, çoğunlukla 19. yüzyılın romantik eğilimlerinin süzgecinden geçerek bize ulaşan ve gerçeklerle pek de örtüşmeyen bilgilerden oluşuyor. Bu nedenle bestecinin 200. doğum yıldönümünde, olabildiğince kapsamlı bir yaşamöyküsünün ülkemiz okurları için faydalı olacağına inanıyorum. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında en büyük yardımı Varşova’daki “Narodowy Instytut Fryderyka Chopina”dan (Ulusal Fryderyk Chopin Enstitüsü) gördüm. Araştırmalarım sırasında destek verdikleri gibi, kitabın görsel yönden daha mükemmel olması için arşivlerini de hiçbir karşılık beklemeden bana açtılar. Yaptıkları yardımlar için tüm enstitüye ama özellikle Dr. Artur Szklener’e ve “imkânsız” sözcüğünün anlamını bilmeyen Monika Strugala’ya teşekkür etmek istiyorum. Yine Monika Strugala vasıtasıyla tanıdığım “Valldemossa Chopin Derneği” Başkanı Rosa Capplonch Ferra, bestecinin yaşamında çok önemli bir yer tutan bu manastırı her yönüyle bana tanıttı. Yaşamını tümüyle tuşlara adayan, yalnızca piyano için yapıtlar üreten bir bestecinin dünyasına girebilmek, uzun yıllardır müzikle uğraşan biri için bile o denli kolay değildi. Bu konuda İdil Biret’le yaptığımız konuşmaların çok büyük katkısı oldu. Chopin’in tüm yapıtlarının kaydını gerçekleştiren bir isim olarak bestecinin piyanoya yaklaşımını daha iyi anlamamı sağladı. Önceki çalışmalarımda olduğu gibi, bu kez de yardımlarını benden esirgemeyen Alp Altıner’e teşekkür ederim. Ama her zaman olduğu gibi en büyük teşekkürü eşim Asu’ya borçluyum. Kitabın yazılması fikrinden başlayarak, her konuda bana büyük destek verdi. O olmasa, bu kitap olamazdı. YAŞAMÖYKÜSÜNE PRELÜD “Yolculuğuma ne zaman başlamam gerektiğine bir türlü karar veremiyorum. Sanki bu kez evden tümüyle ayrılacakmışım gibi bir duyguya kapılıyorum. Sanki bu yolculuk beni ölüme götürecek. İnsanın hep yaşadığı yerlerden uzakta ölmesi ne acı olmalı. Son nefesimde en sevdiklerimin yüzü yerine, bir doktorun buz gibi yüzünü ya da yabancı bir hizmetçiyi görmek ne korkunç olurdu...” (2). 4 Eylül 1830 günü Fryderyk Chopin’in kaleminden bu satırlar dökülüyordu. Henüz yirmi yaşındaki delikanlı, arkadaşı Tytus Woyciechowski’ye yazdığı mektupta uzun süredir çıkmayı planladığı gezinin tarihini bir türlü belirleyememekten yakınıyordu. Ailesinden ayrılmak ona her zaman zor gelmişti. Henüz on beş yaşındayken, yaz tatili için bir ay ayrı kaldığında bile onları özlemiş, o zaman yaşadıklarını sonraki ayrılığa bir hazırlık olarak görmüş ve “Sık sık, ileride evden bir aydan daha uzun bir süre ayrı kalmam gerekeceğini düşünüyor, şimdiki ayrılığı onun bir prelüFryderyk Chopin dü olarak görüyorum,” SAYFA 8 B (3) diye yazmıştı. Ne yazık ki öngörüsü doğru çıkacak, gelişen olaylar onun yaşamının büyük bölümünü yalnızca ailesinden değil, doğduğu topraklardan da uzak geçirmesine neden olacaktı. Vatan hasreti, bir türlü iyileşemeyen bir hastalık ve kusursuz piyano çalış: Chopin adının günümüzde çağrıştırdıklarını bu sözcüklerle özetleyebiliriz. Piyano çalışıyla kendine hayran bıraktığı Parisli hanımlardan biri onun için “Chopin tüm yaşamı boyunca ölüyordu,” ifadesini kullanmış, bir diğeri ise bestecinin son yıllarının ayrılmaz parçası haline gelen hastalığını “Çok zarif öksürürdü,” diye tanımlamıştı (4). 19. yüzyıl Romantizm’inin 20. yüzyıla aktardığı bu bakış açısı geniş kitleler için hâlâ geçerliliğini korumakta. VATAN HASRETİ... Viyana Kongresi sonrasında Avrupa’ya zorla kabul ettirilmek istenen siyasi yaşamın neden olduğu çalkantılar, kıtanın dört bir yanında olduğu gibi Polonya’da da uzun süreli karışıklıklara neden olmuş, bu süre boyunca doğduğu topraklardan uzak kalan besteci için ülkesine duyduğu özlem yaşamını etkileyen olayların başında yer almıştı. 19. yüzyılın ilk elli yılında Avrupa haritasının geçirdiği değişimlerin Polonya için taşıdığı önemi tam olarak anlamadan, Chopin’in vatan hasretinden söz etmek doğru olmaz. Bestecinin çektiği onca sıkıntının temelinde, Çarlık Rusyası’nın bir toplumu yok sayma girişimlerine karşı çıkması ve bu uğurda ülkesini işgal eden güçlerin isteklerine boyun eğmeme direnci yatmaktadır. 19. yüzyılın en gözde çalgısı piyano, 1800’lü yılların ortalarına doğru sayıları hızla artan solistlerin Avrupa’nın dört bir yanında verdiği konserler yardımıyla büyük bir popülerlik kazanmıştı. Aslında bu gelişmede, şekillenmekte olan yeni toplum düzeninin ya da bir başka ifadeyle burjuva alışkanlıklarının önemli payı vardı. Evlerin vazgeçilmez mobilyaları arasına giren piyanolar, kısa zamanda konser organizatörlerinin de baş tacı oldu. Konser organizasyonları, konser dinleme alışkanlıkları ve programların içeriği büyük bir değişim içine girmişti. Solistlerin kitleleri etkilemesi, becerilerinin sınır tanımaması, piyanonun olanaklarının sonuna dek zorlanması, dinleyenleri olduğu kadar çalanları da etkisi altına alıyordu. Böylesi bir ortamda, tüm yaşamı boyunca yaklaşık otuz kez halk önüne çıkan Chopin’in piyano çalışıyla adından söz ettirebilmesi üzerinde durulması gereken bir konudur. Sanatçının tüm yaşamı boyunca verdiği konser sayısı, yakın arkadaşı Franz Liszt’in aynı tarihlerde neredeyse bir ayda gerçekleştirdiği dinle ti kadardır. Chopin piyano çalmayı seviyor ama bunu başkalarının önünde, onların meraklı bakışları altında bir çeşit gösteriye dönüştürmekten hoşlanmıyordu. Ancak yaşamının sonlarına doğru, seyirci önünde çalmak istememesi müzikseverlerin daha çok ilgisini çekmeye başlamış, ender olarak verdiği konserlerde salonda yer bulabilmek başlı başına bir sorun olmuştu. Geniş kitleleri asıl ilgilendiren, her zaman olduğu gibi, sahnede duydukları değil o kimsenin adı etrafında oluşturulan söylentilerdi. Chopin piyano için bestelediği yapıtlarıyla çalgının gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Bunu yaparken tuşlardan elde edeceği tınının her zaman “piyano gibi” olmasına özen gösteriyordu. Çalgısını bir orkestraya dönüştürmek ona göre değildi. Piyano tekniğinin gelişmesi için son derece bilinçli bir şekilde bestelediği etütler, çalgının ifade gücünü doruğa çıkarmak amacıyla kaleme aldığı mazurkalar, noktürnler ve diğer parçalar hep aynı amaca, piyanodan, piyanoya yakışır bir tını elde etmeye yönelikti. İlk konserinden başlayarak yaşamının sonuna dek karşılaştığı “piyanodan yeterince güçlü ses çıkaramıyor” eleştirisi, aslında onun çalgısına bakış açısının sonucuydu. O dönem piyanoları henüz günümüzdeki çalgıların yapısal özelliklerine sahip olmadığı için güçlü ses çıkarmaya çalışmak, çıkan sesin tınısını değiştiriyor ve Chopin’in arzuladığı tını aniden kayboluyordu. “Çok zarif öksüren” birinin parmaklarından vahşi sesler çıkmasını beklemek olanaksızdı. ? (1) Bestecinin ön adının nasıl yazılacağı yıllardır tartışma konusu olmuştur. Yakın zamana dek pek çok kaynak “Frédéric” şeklinde yazarken, son yıllarda Lehçe orijinal şeklini kullanıp “Fryderyk” yazma yönünde yaygın bir eğilim vardır. Müzik çevrelerinde en önemli başvuru kaynağı olarak kabul edilen The New Grove Dictionary of Music & Musicians, “Fryderyk Chopin” şeklinde yazdığı için bu kitapta da aynı yol izlenmiştir. İlerleyen sayfalarda bestecinin yaşamöyküsünün ayrıntılarında onun vatanına olan bağlılığı ortaya çıktıkça, bu uygulamanın doğruluğunun daha iyi anlaşılacağını umuyorum. (2) Wüst, Hans Werner, Frédéric Chopin, Briefe und Zeitzeugnisse, Ein Portrait, s. 46, Bouvier Verlag, 2007. (3) a.g.y., s. 26. (4) Hildebrandt, Dieter, Pianoforte, Der Roman des Klavier im 19. Jahrhundert, s. 129, Dtv, Bärenreiter, 1988. Tuşlara Adanmış Bir Yaşam/ Aydın Büke/ Can Yayınları/ 272 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1044
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle