Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN ‘Şairin hayatı şiire dahil’ Abdülkadir Budak “Kişisel Şiir Tarihi”ni anlatırken, yaşama koşullarıyla şiirinin nasıl bütünleştiğini göstermek istiyor: “Hayatın şiirinden ‘şiir hayatı’na geçebilecek, bu ikisi etle tırnak gibi olabilecekti. Görünen o ki ‘şairin hayatı şiire dahil’ olacaktı.” Onun yaratıcı doğasını, daha ilköğretim çağında babasına okuduğu halk öykülerinden usanıp yeni öyküler uydurmasında aramak, ozan kimliğinin ilk izlerini araştırmak gerekebilir. ŞİİRE İLK ADIMLAR Abdülkadir Budak, Kayseri’de “Ozanca”ya, “Hakimiyet Sanat Eki”ne emek verirken hem çevre oluşturuyor, hem şiirine kişilik kazandırma arayışlarına girişiyor. Kendinin ücrasına çekilen ozanın kimse kolayca ayrımına varamaz. İlişkiler kurması, kendini anımsatması gerekir. Dar çevrelerde önemsenebilir ama, geniş edebiyat çevreleri onu tanımıyorsa ne anlamı var? Abdülkadir Budak’ın şiirini birkaç söze sıkıştırmak yanlışına düşmeden, “evin içinden yaşamanın anlamsızlığına bakıyor” demek yakışık alır mı? “Ev imgesi”, şiirindeki hece sesiyle anlam kazanınca belki Ziya Osman Saba’yı anımsatıyordu. Ramis Dara o hece şiirini şöyle yorumluyor: “Heceden yola çıkarken heceyle yazıp durmaktan da kaçınıyor bile isteye.” Belki de Necatigil şiirindeki “ev imgesi”nin gölgesi düşüyor Budak’ın şiirine: Cemal Süreya onu bir “havari” gibi görüyor: “Behçet Necatigil havarisi Abdülkadir Budak.” Abdülkadir Budak’ın “Yeni Dergi”de çıkan şiiri Cemal Süreya’ya yanıttır. O şiirden bir dize: “ Kim İsa olabilmiş havari olamadan?” Nitekim Behçet Necatigil Abdülkadir Budak’a bir kitabını imzalarken onun bir şiirindeki bir dizeyi kullanır: “Benden ayrı yanın yok.” İşte Abdülkadir Budak’ın “Kişisel Şiir Tarihi” o kendine benzeyen şiiri arama serüvenidir. Artık kişisel sorunları aşmak, şiirine toplumsal işlev yüklemek durumundadır. Ama Abdülkadir Budak şiir kuramlarını bir yana bırakıp sezgiyle şiir yazdığı için düşünce şiirine yönelmedi. Toplumcu şiiri savsöz şiirinde aramadı. Sabit Kemal Bayıldıran’a göre: “Budak ince bir şiir üretiyor. Hayatımızdaki ayrıntıları ustalıkla yakalıyor. Sessiz, içten bir şiirin ‘meydan şiiri’ gibi kimi sorumlulukları taşımasını beklemiyorum.” YALIN ŞİİRİN DERİNLİĞİ Abdülkadir Budak yalın şiirden yanadır. Yalnız çocuklara değil, insanlığa kardeşliği, paylaşmayı, dayanışmayı anımsatan yalın bir şiirden yana. Güven Turan’ın şiiri üzerine çalışırken yeni yorumlara, anlam vermelere açık bir şiir olduğunu sezerek değerlendiriyor. Bir şiir toplumun ilgisine sunuldu mu, ozanın yorumu biraz geride kalır. Kemal Özer “Ağıt” şiirini yorumlarken başka eleştirmenler kadar gerçekçi olamamıştı. Abdülkadir Budak, şiirini yazdıktan sonra ozanın geri çekilmesinden yanadır: “Herkes bir şiirin hangi koşullarda yazıldığı üstünde konuşabilir, ona verdiği anlamı açıklayabilir de, şair uzak durmalı buraya. Yaşadım ve gördüm.” Abdülkadir Burdak, Sıvas’ın Hafik gibi küçük bir ilçesinden dünyaya açılan bir ozan. Yoksullukları tanıyarak yaşamanın içinden geçmiş. Kayseri, Malatya gibi çevrelerde şiiri soluyarak yaşamış. “Ya Şiir Olmasaydı” yaşamanın anlamı kalır mıydı? Erken emekli olup Ankara’nın Sincan’ına çekilince, yalnız edebiyatta yeri olan değil, önemi olan bir ozan kimliğiyle ilgi çekmeye başlıyor Abdülkadir Budak. Geniş bir ozanlar topluluğunu yakından tanımak olanağını buluyor. Ozanlar kırılgan, kıskanç, beğenmiş görünürken birbirini çekemeyen kişiler midir? Abdülkadir Budak ucu açık bir anlatıda şöyle bir değinmekle yetiniyor, yorumlarımıza bırakıyor. Onlara bağışlayan bir gülümsemeyle, hoşgörüyle, incelikle bakar gibidir. GENİŞLEYEN ÇEVRE “Şiir Odası” ile “Sincan İstasyonu”, deneyimi artan, şiire geniş açıdan bakan Abdülkadir Budak’ın edebiyatta işlevi olan şiir dergileridir. Artık şiire de, ozana da nasıl bakacağını öğrenmiştir. Şiirde içselleşen bilgi birikiminin yeni bir söze dönüşmesi bilincine varmıştır. O yeni söz, o yeni duyarlık değişik bir şiire kapı açmıştır. “Ozanca”yı çıkarırken Fazıl Hüsnü Dağlarca bir umut ışığıydı. Zamanla ona da eleştirel gözle bakmak, şiirin bilinmeyen boyutlarını sezmek anlamına gelecektir. Abdülkadir Budak gene de usta ozanın gücüne inanır: “Ustayı iktidar odağı gibi değil de, birikim gibi, deneyim gibi kişisel bir okul gibi görmede ne sakınca vardır?” Kendine özgü şiir görüşü olan bunca ozan, şiirini geliştirirken kendi sesini bulan nice usta ozan, dolaylı olarak yol gösteriyor olsa bile, ozan, kendi işine bakacaktır. Abdülkadir Budak’ın 40 yıla yaklaşan şiir serüveni içinde yüzlerce ozanın adı geçiyor. Alışılmış soruların dışına çıkılarak belli kuşakların şiiri değerlendiriliyor. Daha önemlisi kendine yönelik eleştiriden de çekinmiyor: “ ‘Şiir kontrol hapı kullanmayan şairlerden korkunuz’ der ya Necatigil; hap almayı unuttuğum çok zaman olmuştur, biliyorum. Ama şair zaaflarıyla yürür kendine, mükemmel olan yanlarıyla değil. Böyle bakıldığında ‘genç şairler mükemmeliyeti ararken kişiliklerini yitiriyorlar’ (Turgut Uyar) sözü her yaştaki şair için geçerlidir.” Abdülkadir Budak çevre oluşturmasını bilen bir ozan. Bu işe en yakın çevresi evden girişti: “Çocuklar şiir yazmaya, yayımlamaya başlamadan önce eşimin tek şairi bendim. Bu konuda papucum çoktan dama atıldı. Evde iki şair daha var artık: Emel Güz ve Orhan Göksel. Üç şair, kahvede bir masada bile iki saatten fazla oturamazken, yıllardır aynı evde yaşıyoruz. Örneğine kolay rastlanmayacak bir durum değil mi?” Abdülkadir Budak’ın bu iyimser sıkıdüzeni “Sincan İstasyonu”nda kaç ozanı barındırıyor? Kem sözlere aldırmadan bu büyük ozan buluşmasını nasıl gerçekleştiriyor? “Ya Şiir Olmasaydı” su gibi okunan, değişik şiirlerin ayrıntılarını öğreten bir kitap. SELÇUK ALTUN’UN İLGİSİNE Yayın kurultayları yayıncılık kesiminin, dolayısıyla kültür ortamının sorunlarını çözmede önemli çabası olan etkinliklerdir. Bir önceki yayın kurultayına katıldığım gibi, Edebiyatçılar Derneği olarak, 1939’da yapılan, Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemdeki I. Yayın Kurultayı’nın tıpkıbasım kitabını da yayımlamıştık. “5. Ulusal Yayın Kongresi” 45 Aralık 2009 tarihlerinde yapıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği, 25.12.2009 tarihli, Başkan Çetin Tüzüner, 5. Ulusal Yayın Kongresi Eşbaşkanı Kenan Kocatürk imzalı bir yazıyla, “yaşanan dinamizme ve alınan tarihi kararlara” benim de katkıda bulunmam nedeniyle teşekkür ediyor. Yazıdaki şu görüşü okurların ilgisine sunmak isterim: “Yayıncılık sektörünün bütün bileşenlerinin katkılarıyla oluşturulan 5. Ulusal Yayın Kongresi’nde örnek alınacak bir çalışma sergilendi. Farklı meslek örgütlerinin sivil delegelerin yanı sıra konularının uzmanları ve devletin yayıncılıkla ilgili çeşitli kurumlarından katılan komisyon üyeleri konuları en ince detayına kadar tartışırken bir ilki gerçekleştirdiler; birlikte düşünebilmek ve birlikte yapmak. Karşılıklı olarak birbirlerini dinleyip anlamayı sağlayınca da kongre sorunlar karşısında çözüm odaklı yaklaşımların ortaya çıkmasına olanak sağladı.” Kuşkusuz böyle bir sonucun sağlanmasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın önemli katkıları vardı. Bunları göz önünde bulundurarak “Ertuğrul Günay, sonularını iyi bilen, takım çalışmasına önem veren bir bakan olduğunu gösterdi” demiştim. Kültür ve Turizm Bakanlığı artık sıradan bir yayınevi gibi yayıncılık yapmayı bırakarak saygınlık kitapları çıkarmaya başladı. İdris Küçükömer, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Fethi Naci kitapları da bu anlayışla çıkan kitaplardır. Fethi Naci kitabını yayına hazırlamak görevi bana verilmişti. Böyle kapsamlı bir çalışmanın bir başıma üstesinden gelemeyeceğim için, bu işi Özgen Kılıçarslan’la birlikte yürüttük. Ben bir çerçeve çizerek kimlerden hangi konularda yazı isteyeceğimizi saptadım. Bunların denetimlerini yaptım. Bütün aşamalarda çalışmaların sürekli izlenmesini Özgen Kılıçarslan üstlendi. Fethi Naci, 1950’lerden bu yana tanıdığım, edebiyatımızı iyi değerlendiren, onurlu bir eleştirmenimizdi. Ona yaraşan bir saygınlık kitabı hazırlamanın sorumluluğunu taşıdık. Kimi edebiyatçılar kişisel, kimileri de siyasal nedenlerle bu çalışmaya katılmak istemedi. Bunu da doğal karşıladık. Ama geniş bir yazarlar topluluğu düzeyli bir Fethi Naci kitabının çıkması için desteğini esirgemedi. Nâzım Hikmet’in Türk yurttaşlığına kazandırılması gibi, bu saygınlık kitaplarının da edebiyatımıza kazandırılması, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başarısı sayılmalıdır. Hekimliğimden gelen bir hoşgörüyle siyaseti, “aşırı uçları bağdaştırma sanatı” olarak yorumlarım. Ama parti içi yönetimi ele geçirmek isteyenlerin ne denli acımasız olduklarını da bilirim. Savaş cerrahisinde en zor koşullarda bile olumlu sonuçlar alınabilir. Siyaset “mümkün olanı elde etmek sanatı” diye de yorumlanabilir. Edebiyat belli bir anlayışın tekelinde değildir. Edebiyata siyasetin içinden bakmayı da yanlış bulurum. Fethi Naci için hazırlanan bir saygınlık kitabında sorumluluk almak onurdur. Buna kimlerin kıs kıs güldüğüne aldırmam bile. Böyle varsayımlarla söz dalaşına girişmek belli bir düzeyi olduğuna inandığım edebiyat insanlarına yakışmaz. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: yle sözler var ki, artık bir ozanın söylemiş olması önemini yitirmiş, toplumun malı olmuştur. Attilâ İlhan’ın “Kırk Karanlığı”, Cemal Süreya’nın “şairin hayatı şiire dahil” sözleri gibi. Bir ozanın yaşadığı koşullardan etkilenerek şiirini oluşturması doğaldır. O nedenle yaşama serüveninin izlerini şiirinde aramak gerekebilir. Şiirinde belirgin izler görülmese bile, yaşama koşullarıyla şiiri arasında ilişkiler kurulabilir. Yaşadığı zamanı şiirle yorumlamaya çalışan Abdülkadir Budak şöyle diyor: “Hem sonra ‘üç ömrüm daha olsaydı bağışlardım şiire’ diyen ben değil miyim? Şiire adanmış ömrümü değerli buluyorum, değerli bulduğum bir şeyi de cansiperane bir biçimde savunuyorum. Yüceltiyorum onu” (YA ŞİİR OLMASAYDI, Kişisel Şiir Tarihi 19702008, Yapı Kredi Yayınları, 2010). Kimi ozanlar “şiir görüşü” olarak niteledikleri “poetika”sını bildiri niteliğinde bir açıklamayla öne sürebilir. Ama bir ozanın şiiri zaman içinde biçimleniyorsa; yaşama serüveninden, bulunduğu şiir ortamlarından, kurduğu ilişkilerden şiirinin gelişmesine bakmak daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Ö Abdülkadir Budak Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1044 SAYFA 22