25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Berrak Yurdakul’la yeni romanı üzerine ‘Romanıma distopya denmesi doğru’ Berrak Yurdakul, Konuşmayan Tavus Kuşu Camio’da Seraphim başta olmak üzere birçok karakterin iyiden kötüye, kötüden iyiye dönüşümünü izliyor ve bu kavramların geçerliliğini sorguluyor. Oscar Wilde’dan alıntılar yaparak sürekli hikâyeye dahil olan, sonra da kaybolan bir tavus kuşu kitap boyunca okuyucuya eşlik ediyor. Yurdakul’la romanını konuştuk. Ë Rozerin DOĞAN onuşmayan Tavus Kuşu Camio’da, kurgusu ve konusuyla alışılmışın dışında bir hikâye anlatıyorsunuz. Romanınız bir distopya olarak da nitelendirilirdi? Siz ne düşünüyorsunuz? Kitabımın kurgusunda bir “Möbius şeridi”nin yapısını yansıtmayı denedim. Möbius şeridi, bir şeridin ucunu 180 derece büküp diğer ucu ile birleştirerek elde edilir. Normal bir şeridin iki yüzü varken, “Möbius şeridi”nin tek yüzü var ve şeridin üzerindeki bir noktadan hareket etmeye başladığınızda aynı noktaya geri dönersiniz. Romanıma distopya demek bir açıdan doğru, çünkü ortada bir otoritertotaliter devlet modeli olmasa da baskıcı bir sistem mevcut. Bu baskı tepeden inme bir baskı değil, insanların kendi kendine kurguladığı ve birbirine karşı uyguladığı, dozu yavaş yavaş yükselen ve en sonunda özellikle birçok insan için dayanılmaz hale gelen bir baskı. bir alıntı yapıp geçiyor. Üstlendiği görev biraz Antik Yunan tiyatrosunda şarkısını söyleyip çekilen koroyu anımsatıyor. Bir gün insanların alnında beliren sayılarla artık “Sayılardan Önce” ve “Sayılardan Sonra” dönemi başlar. Bu süreçte, insanlar sorgulamak yerine kaderlerine razı olmayı seçiyor. Bunu toplumsal duyarsızlık örneği olarak değerlendirebilir miyiz? Aslına bakarsanız kaderlerine razı olmadan önce mümkün olan her şekilde durumu sorguluyorlar. Ortaya tatminkâr bir cevap çıkaramayınca, yani insan aklının sınırlarına ulaşıldığında teslim oluyorlar. Bu teslimiyetin sebebi büyük ölçüde korku. Korku, özellikle böyle kitlesel bir boyutta yaşandığı zaman muhakkak şiddeti doğuruyor. O noktadaysa birbirlerine düşmeye, birbirlerine zulmetmeye başlıyorlar. Ne yazık ki, bu çok tanıdık ve tipik bir insani refleks. Romanınızda mistik ve ezoterik unsurlar göze çarpıyor, reenkarnasyon fikri de sıkça dile getiriliyor. Kişisel inançlarınızla örtüşen konulara mı değindiniz? Ezoterizm ve simya gibi konular hep ilgimi çekti, bu da doğal olarak romanıma yansıdı. Büyüden bahsediyorum ama böyle şeyleri çok önemsemediğimi hissettirerek ve dalga geçmeyi de ihmal etmeden. İnsanın algıları da zekâsı da belli sınırlarda işliyor. Buna rağmen bizim algılarımızın ötesinde şeylerin var olduğunu veya olmadığını iddia etmek bence yanlış. Bunların tümünü birer ihtimal olarak değerlendirmeli, göz ardı etmekte veya inanç haline getirmekte aceleci olmamalıyız diye düşünüyorum. Kitapta reenkarnasyon ve karma gibi Budist kavramlara da değindim. Yaşamım boyunca merak edip incelediğim felsefeler ve düşünce sistemleri içinde en çok Budizmden etkilendim. Budizm genellikle bir inanç veya din olarak algılanır, ama aslında Budizmin temel taşı şüphe etmektir. Kişi zihnini hiçbir inanca teslim etmeden kullanmalı ve yalnızca kendi tecrübe edebildiği gerçeklere itibar etmelidir. Bunu yaparken de uygulanılması gereken zihin geliştirme yöntemleri, meditasyon teknikleri vardır. Budizm bir zihin bilimidir. Kişiye hiçbir konuda yanıt vermez yalnızca yöntemleri öğretir, araçları verir. Budist felsefenin insanın zihninin yapısına dair yaklaşımı romana birçok şekilde yansıdı. Yanılmıyorsam, karakterlerin isimleri de tesadüfi değil, hepsinin birer anlamı var. Evet, doğru. Çoğunlukla anlattığım konulara veya kişilerin karakterlerine dair ipuçları veren isimlere yöneldim. Örneğin Avidya Sanskritçe bir sözcük, cehalet anlamına geliyor. Ayrıca, Süleyman’ın cinlerinin isimlerini de kullandım. Bunun dışında bir de romanımda sevdiğim yazarlara göndermeler yaptım. Büyük Üstat Alcofibas’ın ismini Rabelais’den aldım. “Alcofribas Nasier” ismi François Rabelais’nin takma ad olarak sıkça kullandığı bir anagram. durma, kurmaca etiketler. Birbirimizin üzerine alelacele yapıştırıp, daha sonra etiketlerin ardındaki gerçek kişiyi görmemizi engelleyen değerlendirmeler. Yolculuğun sonunda Seraphim’in bir değişim geçirip geçirmemesi zihinsel tutumuna bağlı. Onu çabucak etkisi altına alan sabırsızlığından, kibrinden ve ilk bakışta bir erdem gibi görünen ruhsal arayışının ardında yatan açgözlülüğünden kurtulması gerekiyor. Başkalarında kolayca tespit ettiğimiz kusurların hiç birinden muaf olmadığımızı anımsayıp kendimizi tarafsızca gözlemlemeye başlayabilirsek, değişim imkânı hepimiz için var. İnsanlar iyiden kötüye, kötüden iyiye kolaylıkla geçebilir ama bence bu da çok önemli değil. Önemli olan içsel değişimlerin görüntüde değil, derinde gerçekleşmesi ve kalıcı olması. Peki, on üç sayfalık bir başyapıt olur mu? Kepekuş’un eseri sadece on üç sayfa. Bilemiyorum, çünkü Kepekuş’un eserinin tamamını okumadım ama bence bir başyapıt on üç sayfa da olabilir, üç sayfa da olabilir. Önemli olan nicelik değil nitelik. Konuşmayan tavus kuşu Camio “Aptallıktan başka günah yoktur” deyip geçer. Sizce aptallıktan başka günah var mıdır? Aptallığın tanımını yaparken uzlaştığımızı varsayarsak, Oscar Wilde’a katıldığımı söyleyebilirim. Bence aptallık yeni fikirlere açık olmamak, değişime ve gelişime direnmek, yaşamla işbirliği yapmamak ve yaşama zarar vermektir. Yaşamla uyum içinde olan, sevgiyi alma ve verme kapasitesi yüksek olan bütün canlılar zekidir. Bu tanıma göre zekâ insanlara özgü bir ayrıcalık değil, çünkü doğa zeki varlıklarla dolu. Kitabınızın tanıtımı için çok değişik projeler üretildiğini biliyorum. Değişik bir kampanya yürütüldü. Kampanyanızdan biraz bahseder misiniz? Yayınevim April’in yaptığı reklam ve tanıtım çalışmalarına ek olarak bir gerilla reklam çalışması yürüttük. Tanıtımın bu bölümünü Japonlar üstlendi ve çok başarılı işler yaptı. Olağanüstü fikirleri var, çok yaratıcılar. TÜYAP Kitap Fuarı’nı basan cüppeli grup da onların fikriydi, şehrin birçok yerinde duvarlara yapılan tavus kuşu stencilleri de. Özellikle duvarlara yazdıkları Latince alıntı çok tartışma yarattı, çünkü hemen anlaşılamaması için cümleyi bozduk. Horatius’un cümlesinin orijinali “Quorsum haec tam putida tendant?” ama biz onu “Quorsum hoec tam putida tendum?” olarak yazdık. Hatta kitapta bile bu bozuk şekliyle kullandım. Kitapla ilgili başka tanıtımlar da yaptılar, hâlâ da çalışmalarına devam ediyorlar. Hepsinden bahsedemiyorum, çünkü “Japonlar” işlerinin şaşırtıcı olmasını, sürpriz olmasını istiyor. Yaptıkları gerilla reklamların tamamı bir bilmece gibi, merak edip takip edenler sonunda bir kitap tanıtımı olduğunu buluyor. ? Konuşmayan Tavus Kuşu Camio/ Berrak Yurdakul/ April Yayıncılık/ 262 s. K Berrak Yurdakul romanında “Bir otoritertotaliter devlet modelinin ötesinde baskıcı bir sistemin oluştuğunu; bunun, tepeden inme değil, insanların kendi kendine kurguladığı ve birbirine karşı uyguladığı, dozu yavaş yavaş yükselen ve en sonunda özellikle birçok insan için dayanılmaz hale geldiğini” söylüyor. (Fotoğraf: Fulya Badioğlu) Bunların dışında tamamen kendi uydurduklarım da var. Mesela, Madam Bobogel. “DOĞA ZEKİ VARLIKLARLA DOLU” Romanda birçok karakter var ama ana karakter Seraphim. Onun macerasını nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce yaşadığı olayların sonucunda bir değişim geçiriyor mu? Evet, romanımda Seraphim’in içsel yolculuğunu anlatıyorum, hikâye onun hikâyesi. Roman boyunca değişik şekillerde, hatta değişik isimlerle karşımıza çıkıyor. Mama Nono’nun ona aktardığı öğretilere rağmen bir kışkırtma sonucunda öfkeye kapılıp kendini inkar ediyor. Hiddeti öyle büyük ki, kendini bir iblise çevirmeyi başarıyor ve Astaroth adını alıyor. O andan itibaren eski benliğini bütünüyle yitiriyor ve kendisine karşı işlenen suçun ne olduğunu hatırlayamadığı halde onu dönüştüren nefreti içinde taşımaya, büyütmeye ve beslemeye devam ediyor. Herkesi cezalandırmak, herkesten intikam almak istiyor. Roman boyunca Seraphim başta olmak üzere birçok karakterin iyiden kötüye, kötüden iyiye dönüşümünü izliyor ve bu kavramların geçerliliğini sorgulamaya başlıyoruz. Kendimizi ve başkalarını iyi veya kötü olarak sınıflandırmaya fazlasıyla yatkın olduğumuzu düşünüyorum. Yalnızca bu şekilde değil, daha birçok şekilde birbirimizi etiketleyip rafa kaldırıyoruz. Örneğin, bir sabah uyanıp da alınlarında birer sayı belirdiğini gören insanlar, derhal sayısı kendinden küçük olanlara aşırı saygı duymaya, büyük olanları da hor görmeye başlıyor. İnsan zihni bu şekilde çalışıyor. Birbirimizle iletişim kurarken farkına bile varmadan, otomatik olarak uyguladığımız bir değerlendirme sistemi var. Şu kişi benden üstün, diğeri benden düşük seviyede, falanca daha güzel, öteki daha varlıklı... Bunların hepsi geçersiz, uy “KORKU KİTLESEL BOYUTTA YAŞANDIĞINDA MUTLAKA ŞİDDETİ DOĞURUYOR” Beni bu hikâyede en çok etkileyen, Camio’nun Oscar Wilde’dan aktardığı sözler oldu. Konuşmayan tavus kuşumuz Wilde’dan her biri hayat dersi verecek denli önemli mesajlar iletiyor. Wilde hikâyeye nasıl girdi. Sizin için önemi ne? Oscar Wilde zekâsına hayranlık duyduğum bir yazar. Victoria dönemi Britanya’sında eşcinsel ilişki yasak olduğu için kendilerine sevgili arayan erkekler birbirlerini tanıyabilmek amacıyla ceketlerinin cebine bir tavus kuşu yerleştirirlermiş. Tavus kuşu Wilde ile özdeşleşmiş bir hayvan, hatta bazen “İrlandalı tavus kuşu” olarak da anılıyor. Romanımda Wilde’dan alıntılar yaparak konuşan bir karakter kullanmayı tasarlarken, tavus kuşunun en doğru seçim olacağına karar verdim. Camio roman boyunca içinde bulundukları durumu analiz eden ve çoğunlukla kendisi de dahil olmak üzere herkesle alay eden SAYFA 4 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1087
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle