Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ rını olup bitenlerden ayrı tutamazsın. Sana nasıl bulaşıyorsa, yaptıklarına da bulaşacak. Ama oturup da Irak Savaşı’nı tek başına yazmak ayrı bir şey. Tam bu noktada Turgut Uyar’ın “Her şey naylondandı, o kadar” dizesi geliyor aklıma. Kendine özgü bir ideolojisi olan bu saptamanın paralel düzlemine de senin çok sevdiğim “Sen Basmasın” şiirini bir başka kendine özgü ideoloji, bir olanak halinde yerleştiriyorum. Böyle şiirlere pek rastlanmıyor günümüzde. Sanki bir tür zihinsel konformizm oluştu. Ne diyorsun bu konuda? Bir başka zamana gidiyoruz. Bizim aklımız ermiyor. Sıkıştırılmış, daraltılmış bir dünya. Bir süre sonra insanlar gak guk diye konuşacak gibi geliyor bana. Düşünmeyi unutuyor insan. Yazarken de okurken de umursamaz, Haklısın, bir zihinsel konformizmden söz edilebilir. Ancak farklı şeyler de var. “VARLIK NEDENİM KİBİRLİ OLMAK DEĞİL” Ben senin şiirlerinde de felsefi, politik bir tavrın olduğunu düşünüyorum. Ancak düz bir siyasal tavrın dışında, sana özgü bir politiklik, sana has bir felsefe bu. “Güzel Öpüşmeyin Geçiştirin” şiirinde olduğu gibi: “Derinliği ağırlığı hacmi/ geleceğe kalır/ söyletir kendini/ belki yaşar hatırlatır/ güzel öpüşme iyi bir şey değildir.” Şiirin ilk iki bölümünde anlatmışım zaten. Ne oldu da yazdım bu şiiri? Bir akşam 112 Acil Serviste çalışan kadınlı erkekli bir grup geldi. Tanıştık, konuştuk. İçlerinden hemşire olan biriyle uzun uzun sohbet etmeye başladık. Dünyada, memlekette olan şeyler. Biraz da okuyan biriydi galiba, bir şeylerden haberdar. Bir ara (gerçekten de şiirdeki gibi) elini dizime koyup gözlerimin içine bakarak şöyle dedi: “Ben seni çok sevdim be abi, söyle be abi, sen bilirsin; Deniz’leri neden astılar?” Haydi o ağladı, ben ağladım. Kalmış aklımda, ben bunu nasıl yazayım diye. Böyle bir şey işte. Seferis İle Üvez üzerine değişik yerlerde yazılar yayımlandı. Bazı yazılar soru işareti oluşturdu zihnimde: Örneğin Necmiye Alpay, Haiku olarak algılayıp değerlendirmiş kısa şiirlerini. Daha önce yazdıklarının Haiku olmadığını defalarca söylemene, “değil ama keşke yazabilseydim” demene, dahası Türkçe de Haiku yazılamayacağını belirtmene, (bugün Japonya’da bile yazılamadığını sanıyorum), bu konuda anekdotlar aktarmana rağmen bu ısrarlı Haiku değerlendirmelerine ne diyorsun? Herhalde Haiku’yu iyi araştırıp incelemediler. Belki de az Haiku okudular. Başo’nun bilge bir Haijin (Haiku yazarı anlamına geliyor), Buson’un kravatlı, gömlekli, efendi bir Haijin, İssa’nın serseri, deli bozuk bir Haijin, Kyoto’nun bir Haijin çırağı olduğunu bilselerdi, yazdıklarıma Haiku demez, belki Mısraı Berceste demeyi tercih ederlerdi. Yücel Kayıran “Kibrin İronik Poetikası” başlıklı yazısında kimi saptamalar yapıyor: Mübadele ile Odysseus’un yolculuğu üzerine bir iç içe geçmişlik kurduğunu ve siyasal olanı devre dışı bıraktığını; senin poetik tavrında ontolojik bir kibir olduğunu ve doğaya çekilmenin arınma değil bu kibirden kaynaklandığını; şiirin üzerine konuşmamayı seçmeni (ki doğru bir saptama olmasına karşın, ketumluğunun şiirinin algılanmasına ket vurduğunu söylemesi şaşırttı beni) belirlemesini nasıl değerlendiriyorsun? Belki kibirliyimdir. Ama varlık nedenim kibirli olmak değil. Sözcükler ve kavramlar üzerinde anlaşabilirsek tartışabiliriz. Kendini koruma, her etliye sütlüye karışmama, ortalıkta fazla görünmeme kibirlilikse, kibirliyim. Yazdıklarım üzerine ketumluğum meselesine gelince, yazıyorum, niye konuşayım? Burada kibirden ziyade bir tavırdan söz etmek gerek sanırım. Sen doğaya bakarken bu tavrı sürdürüyorsun: Kendiliğinden olan, olumsuz koşullara rağmen direnip yaşayanları seçiyorsun şiirlerine konuk ederken. Üvez de böyle değil mi? Sızlanan, direnmeyen, umursamayan her şeyle arana mesafe koyuyorsun. Doğru. Sardunyaya bak, her şart altında tutunuyor yaşama. İnsan çoğunlukla kendini yormadan, üzmeden, üretmeden yaşamak istiyor. Anlamaya bile çalışmıyor çoğu zaman. Şimdi ben bunların arasında benzeri bir ömür tüketsem sardunyaya ayıp ederim, haksızlık ederim. Bu kibir değil bir seçim ya da seni söylediğin üzere bir tavırdır olsa olsa. Orhan Koçak ve Necmiye Alpay son kitabınla ilgili çıkış noktaları farklı da olsa yazdıklarının bir zafer olduğunu söylemiş. Bir zafer söz konusu ise bir yenilgi riski de vardır. Sanırım şiirinin yürüdüğü zeminin tehlikesi üzerine bir değerlendirme yapılıyor. Öyle görünüyor. Günümüzde şiir yazıyor olmak zaten başlı başına bir risk, tehlike. Bir zafer söz konusuysa, onu hiçbir zaman elde edemezsin. Belki şiiri bırakmak bir zaferdir. ? Seferis ile Üvez/ Süreyya Berfe/ Metis Yayınları/ 200 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1087 SAYFA 17