22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Claudio Magris’ten ‘Mikrokosmoslar’ Coğrafya ve tarihin izinde Ë Ali BULUNMAZ “Varım, demek ki çevremi sarsan dünyanın, açılan bedenimin, onu şiirselleştiren ve yürürken onu egemenliği altına alan zihnimin farkına varıyorum. Düşlerimin, arzularımın, aynı zamanda sıradan, kimi zaman zorlama etkinliklerimin alanını arşınlayarak var oluyorum. Yer değiştirerek kendime ve başkalarına ilişkin bir şeyler öğreniyorum.” Thierry Paquot “Yolculuk yapmak, hikâye anlatmak veya yaşamak gibi bir şeyleri ihmal etmek demektir. Tesadüf eseri bir kıyıya ulaşılır, bu arada başka bir kıyının yanından geçilir gidilir.” Claudio Magris ok gezen mi bilir çok okuyan mı?” gibi bir soruyu, “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?” sorunu bile yetkili ve etkililerce açıklığa kavuşturulmuşken eşelemenin anlamı yok herhalde. Ama gezmek, pek çok zaman okumanın bir boy önünde sanki. Claudio Magris, gezileriyle ve paylaşımlarıyla bunu kanıtlayandan. Daha önce Tuna Boyunca isimli kitabıyla okurla buluşan Magris, bu büyük nehrin uzandığı coğrafyanın tarihini ve yaşam şeklini aktarmıştı. Mikrokosmoslar’da ise doğduğu kenti ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği şehirleri; Trieste’de ve Istria Yarımadası’ndaki hayatı bizlere sunuyor. “Ç Orta Avrupa’yı şiirsel bir dille anlatan Claudio Magris’in şimdiki durağı doğup büyüdüğü topraklar. Yayımlandığında İtalya’nın en önemli edebiyat ödülü olan Premio Strega’yı kazanan kitabı Mikrokosmoslar’da Magris, Trieste ve Istria Yarımadası ile buralara komşu bölgelerde tarihi, coğrafi ve edebi bir yolculuğa çıkıyor. fe’de kalem oynatmak böyle bir duygu veriyor olsa gerek. Tabii o kalem, bir yerde Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma anıları, geçmişin yıkık dökük ve bugünün yenilenmiş yerlerini de yazmaya koyuluyor belli zaman sonra; “hayatın, tutkularıyla, hareketleriyle, saplantılarıyla defalarca tekrarladığını” hatırlatarak. Magris’in dolaşıp yazıya geçirdiği yerler; kendi coğrafyasının her bir kenti, özgün yanlar barındıran küçük dünya. Kitabın adıyla paralel yani, mikrokosmos. İnsanları da dokusu da belli ortaklıkları barındırmakla beraber kendine has özellikler taşıyor. Örneğin zengin tarihi yapısıyla birlikte sefalet içinde yaşamaya çalışan çiftçileriyle Malnisio. Sonra Grizzo ve Valcellina… İtalya’nın taşrası; sessiz ve kuşun uçmaya kervanın geçmeye üşendiğinin düşünüldüğü yerler. Magris’in gezisi sadece karasal değil elbette; Pampagnola, Morgo, Ravaiarina adaları, Grado lagünü gezginyazarımızı denizle ve yosun kokusuyla yüzleştiriyor. Lagünü kendince anlatıyor: “Lagün, sükunet, yavaşlama, atalet, tembel bir vazgeçiş, gürültünün en küçük nüanslarının ayırt edilmeye başlandığı bir sessizlik, bulutlar gibi amaçsız, gayesiz geçen saatler anlamına geliyor. Dolayısıyla yapmak zorunda olmak, yapmış olmak ve yaşamış olmanın kötülüğüyle boğulmamış hayat, ateş gibi yanan taşların sıcağının ve güneşte çürüyen yosunun rutubetinin seve seve hissedildiği, yalınayak hayat anlamına geliyor.” Magris, hem lagünün hem de deniz suyunun tehditkârlığında; yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide “batıran, un ufak eden, dölleyen sulayıp silen” bir ortamda bata çıka yol alıyor. Nevoso Dağı’na yaptığı seyahat sayesinde ormanın derinliğiyle karşılaşan Magris, bu uçsuz bucaksızlığın ne anlama geldiğini ya da gelebileceğini de duyumsuyor: “Ormanın hafızası her şeyden önce ona sahip olmanın abesliğini ifade eder. Derin nefesi, hayatı tarafsız ve kayıtsız, diğer yandan da sevecen ve sınırsız bir şey gibi hissetmeyi öğretir; bu duygu o ormanlara ilk girildiğinde ve ondan sonraki her girişte tekrar tekrar hissedilir, sonra da insanın çocukları da o duyguyu hissedip sonsuza kadar öğrenir. Dolayısıyla bir süre sonra o duygu herkes için nefes almak gibi daima var olmuş olan ve başlangıcı hatırlanmayan bir şey haline gelir.” “ÖLÜM OLMASA KİMSE BİR ŞEY ANLATMAZDI” Magris, edebiyatçı kimliğinin yanına kattığı gezginliği ve tarih araştırmalarıyla seyahatinin kimi duraklarında, dünyanın başına dert olan kimlik sorunsalını ve faşizmi de işler. İnsanın başka biri olmak adına farklı kimliklere yönelişini eleştirirken, faşizmin doğduğu topraklarda, İtalya’da, bu faciaya direnişin simgesi haline gelen Collina ve Piemonte’deki tarih bilincine alkış tutar. Magris’e göre kökene yolculuk beyhude bir uğraş; “köklere yolculuk hiçbir zaman bir varış ya da kalkış noktasına ulaşmaz, köken belirlenemez.” Ne tuhaftır ki Magris, ironik biçimde köklerini aramaya girişmese bile kendisini var eden topraklara yaptığı gezileri anlatıyor Mikrokosmoslar’da. Yazarımızınki bazen balıksırtında bir geziye dönüşüyor. Bir kıyıda duruyor, oradan Tuna veya Po’ya dalıyor, Adriyatik’te sahile vuruyor, biraz soluklanıp yeniden yola koyuluyor. Bu arada mevsim yaza çalıyor, ardından sonbahar, derken kış bastırıyor, bir bakmışsınız vadilerde ilkbahar çiçekleri açmış; başınız dönmesin de ne yapsın? Magris nereye gittiyse anlatıyor; hemen hemen önüne neresi geldiyse. Peki, neden? Yanıtı çarpıcı biçimde kendisi veriyor: “Anlatmak, hem unutulmaya karşı yürütülen bir savaş hem de unutulma ile beraber yaşama anlamına gelir; eğer ölüm olmasaydı belki de hiç kimse bir şey anlatmazdı (…) Ünlü olsun, az tanınmış olsun, insanların yaşadığı olaylar, yağmurların ve kar yağışlarının, hayvanlarla bitkilerin, direnen ve tükenen nesnelerin mevsimlerine karışır.” Bu yüzden, tarihin önemli ayrıntılarını barındıran Tirol’den ya da Bavyera’dan uzun uzadıya bahsediyor; buraları gezip notlar alırken hafızamızı tazeliyor. Magris’in ana durağı ya da anlatımının merkezindeki yer doğduğu şehir Trieste. “Dayanılmaz ve unutulmaz Ödipal bir kucak” dediği; “ciğeri kemiren bir şehir” diye nitelediği Trieste’yi tarihin, ipliği birbirine dolanmış yün yumağından çekip çıkarıyor adeta: “Triestelilik, yaşama gücü ve melankoli, bütün uzlaşmaların farkına varan ama onlara boyun eğerken bile böyle olduklarını unutmayan ve bunlara kanmayan bir saflık özlemi.” İKİ DOĞRUSAL ZAMAN Triesteli Magris’in Mikrokosmoslar adlı kitabı, hem trajik hem de nostaljik hikâyeler barındırıyor. Bunun ayağımızın dibine getirdiği sonuç ise farklı bölgelerden devşirilen var oluşun anlamı. Tekrarlanamayanın ya da geride kalanın önümüze sunulması. Burada tarih, coğrafya ve yazın iç içe geçmiş durumda. Kitabın ağırlık noktası bu. Tarihin deşifre ettiği coğrafya, coğrafyanın ortalığa saçtığı yaşamlar. Tarihin ve coğrafyanın yarattığı depremle hayat ile hayatların gün ışığına çıkması. İki doğrusal zamanlı alanın dünyayı açıklama kaygısı. O halde, yazı bunun neresinde? Söz yine Magris’in: “Coğrafyanın zamanı, tarihin zamanı gibi doğrusaldır, çünkü dağlar ve denizler de doğar ve ölür. Ama coğrafyanın zamanı o kadar büyüktür ki, dünyanın yüzeyi üzerinde çizilen düz bir çizgi gibi kıvrılır ve uzayla farklı bir ilişki oluşturur; mekânlar, kendi kendine sarmalanan zamanın yumruğudur. Yazı yazmak, bu ipliklerin sökülmesidir.” Magris, Mikrokosmoslar’la tam da böyle bir söküm ve döküme girişiyor işte... ? bulunmazali@hotmail.com http://bulunmazali81.blogspot.com Mikrokosmoslar/ Claudio Magris/ Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı/ Turkuvaz Kitap/ 248 s. YALIN YAŞAMLAR Magris okullu bir edebiyatçı olmasına rağmen anlatılarında hep coğrafyacı ve tarihçi bir doku hâkim. Alaylı gezginliğin bir yansıması belki de bu. Doğduğu, yaşadığı ve adımladığı yerleri kâğıda dökerken şiirsel bir dil kullanıyor ve dikkatli bir gözle olan biten ne varsa bizle buluşturuyor. Mikrokosmos insanı, makrokosmos dünyaya taşırken, “küçük” ya da daha doğru deyişle yalın yaşamları en ince ayrıntısıyla satırlara döküyor. Magris iyi gözlemciliğinin yanında önemli bir gezgin ve çalışkan bir tarih araştırmacısı. Günümüzden bakarak yakın veya uzak geçmişin izlerini ortaya çıkarmaya meraklı bir isim. Bu çabasında, tarihin büyük ya da küçük, ünlü veya sıradan aktörleri ona yardımcı oluyor. Hepsinin yanında, Magris’in sanat tarihçisini andıran bir anlatımı var. Tapınakları, katedralleri ve onların geçmişini titizlikle ele alıyor. İnsanı, hayatın nefes alıp verdiği sokağa davet ediyor. Avrupalıların tarih konusundaki “tutuculuğu”, yani korumacılığının mekânlarını ziyaret ediyor yazarımız. “Gülüşen maskların altında ve çevredeki insanların kayıtsızlığı arasında kâğıtları yazıyla doldurmak fena bir şey değil” diyerek kâğıda kaleme sarılıyor: “O merhametli kayıtsızlık, birkaç kâğıt parçası yoluyla dünyayı düzenleme hayatla ölüm hakkında ahkâm kesen yazının içinde var olan, her şeye kadir olma saplantısını gideriyor.” San Marco KaSAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1087
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle