Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ bu Türkiye’nin farklı kesimlerinde farklı şekillerde kötü deneyimlerle yaşandı. Kitapta da yazıyorum; bana devredilen mirasta, tüm yaşananlara rağmen yürümekten, yol almaktan vazgeçmeme inancı da var. Vardığım yeri biraz daha iyi görebiliyorum artık. Bazı değerlerimiz ısrarla kaybettirilmek istenmiş, dahası kaybettirilmiş. Ne yaparsan yap; gün gelecek, hiç beklemediğin bir anda hiç beklemediğin bir insan sana farklılığını hissettirecek. Miras buydu. Başka iklimlerde, dillerde söylenen de buydu. Yazarlık yolunda ilk adımlarımı attığımda hatırlatılmak istenen de. Gidenlerin, gitmek zorunda kalanların acıları büyüktü ama bazı kalanların acıları da büyük oldu. Çünkü onlar bu şehirde hatıralarıyla ve eksiklikleriyle, özlemleriyle baş başa kaldı. O ıssızlıktı işte. Tedirginlik geldi ardından. Bunun kitabın duygularından birisi olmasını istedim. “YAZAR OLARAK SAVAŞIMDA DA HENÜZ GÖRÜLEMEYENLERİ GÖRMEYE ÇALIŞMAK VAR” Kitapta bir soru da yöneltiyorsunuz: “Bir savaşın ortasındayım. Hâlâ karanlıkta gizlenen birileri var mı gerçekten?” Savaş tabii öyle bir sözcük ki birçok tarafa çekilebilir. Bu benim yazar olarak savaşım. Yazar olarak savaşımda da henüz görülemeyenleri görmeye çalışmak var. Hep şöyle derim; yazmak karanlık bir mağaraya inmek gibidir. O mağaranın kendisi de sizsinizdir. İnersiniz o karanlık mağaraya ve o inişte belki başlangıçta unuttuğunuzu sandıklarınızı görürsünüz ya da kendilerini gizlemiş olanları görürsünüz. Bunlar bazen acıtır, hatırlamak acıtır çünkü. İşte biraz da bu yüzden karanlıkta hâlâ birilerinin gizlenip gizlenmediğini soruyorum kendime. Muhtemelen gizleniyordur. Sizce bu kitap birilerini kızdırır mı? Kızdırmasının bir mahsuru yok ama benim amacım bu değildi. Dediğim gibi bağırarak, sloganlaştırarak dile getirmiyorum hiçbir şeyi. Birbirimizden farklı insanlar olabiliriz. Ben ısrarla asıl önemlisi temas diyorum. Temas olmadığı sürece ortak yaşam kültürü olmaz, birbirimize bir şeyler aktaramayız. Bugün bana “Senin ülkenin en büyük sorunu nedir?” diye sorulsa “tahammülsüzlüktür” derim. Herkes kendi tarafında radikalleşiyor, sertleşiyor, saflar keskinleşiyor. Biz bunun acısını 70’li yıllarda o sağsol kavgasında çok yaşadık dolayısıyla bu ortamın tekrar oluşması be ni çok tedirgin eder, üzer. Bir de insanların bu kitabı okurken birtakım sorular sormalarını istiyorum. Özellikle de kendilerine. Belki de hiç bilmedikleri ya da bildiklerini sandıkları bir İstanbul’u içeriden bir sesle görmelerini. Çünkü bir İstanbul yok, çok İstanbul var. Kitapta kendi bulunduğum noktadan bir şeyleri anlatma var. Ben bir yerdeyim, kendimi duyurmaya çalışıyorum, beni duyun, çünkü ben yıllarca sizi duydum diyorum. Dedem 1904’te Hasköy’de doğdu, Paris’te geçirdiği beş yıllık bir kesintinin dışında, tüm hayatını şehrinde, İstanbulu’nda yaşadı, Göztepe’deki mütevazı yazlık evinde öldü. Dedem 1999’da bana demiştir ki “Yazarlık... Bu ülkede mi? Taşımak zorunda kaldığımız ölümlere rağmen mi? Romanını bitir... Ama çok dikkatli ol, çok... ” Uyarı tarihin derinliklerinden geliyordu. Bu cümle de ilerleyen yıllarda, çok büyük bir acı karşısında yazacağım bir mektupta en doğru yerini buldu. Hrant Dink’e katledilişinin ardından yazdığım mektubumda, daha doğru bir ülke için, daha doğru bir Türkiye için kalemlerimizle sonuna kadar mücadele edeceğiz dedim. Sonuna kadar nöbetteyiz dedim. O üzerimden atamadığım “güvercin ürkekliğiyle” elbet. Hrant’ın katledildiği akşam çok ağladım. Aslında neye ağladım biliyor musunuz? Tabii ki öldürülmesi çok acıydı ama ben dedemi hatırladım, onun tedirginliğinin, korkusunun doğru çıkmasına ağladım. İlk defa bu olay karşısında kendime acaba bu ülkeden gitmem gerekiyor mu sorusunu sordum. Ama ertesi sabah uyandığımda hayır dedim, ben öyle bir sol gelenekten geliyorum ki mücadele sonuna kadar dedim. O yüzden Hrant’a yazdığım mektupta; sonuna kadar nöbetteyiz, rahat uyu dedim. Benim düşüncem de bu. Herkes beni sevmek zorunda değil ama eğer daha insani, daha doğru bir ülkede yaşamak istiyorsak hepimiz olabildiğince sesimizi yükseltmeliyiz. Ben kitabımda kendi duygumu anlatıyorum başkaları da kendi duygularını tabii ki anlatacaktır. Yeni kitap çalışmanızı sorarak bitirelim söyleşimizi.. Yahudi yemeklerinin yer aldığı bir yemek kitabı yazmayı düşünüyorum. Sadece yemek tarifleri değil tabii hikâyeleriyle anlatacağım. Ancak her an vazgeçebilir ve yeni denizlere yelken açabilirim. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İçimdeki İstanbul Fotoğrafları/ Mario Levi/ Doğan Kitap/ 376 s. Mario Levi ve Gamze Akdemir... CUMHURİYET KİTAP SAYI 1087 SAYFA 11