29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Süreyya Berfe’yle ‘Seferis ile Üvez’ üzerine ‘Toplumcu içerik olsun diye de bir derdim yok’ nek meselesine gelince, buralarda yaşayanları nasıl ayıracağız gelenekten? İonia’yı yok mu sayacağız gelenek derken? Pratik yararı olsun diye Türk ya da dünya şiiri diye ayrılabilir elbette. Anadolu ya da Türk demeden düşünüldüğünde, örneğin ilk çağ şiir geleneği dersek, herkes girer içine. “İzmirli Şairler” diyebiliriz onlara. Ama bana sorarsan Eskimo şiiri de Sümerli Enheduanna da girer bu geleneğe. Geleneği ülke ülke ayırmamak gerek bence. Dünya şiir geleneği denilebilir belki de. Bilge birinin dedi gibi “ Biz şairler tek bir şiir yazıyoruz aslında.” “GÖRÜNDÜĞÜNDEN DAHA DERİN BİR GÜZELLİĞİ VAR DOĞANIN” Eleştirel tavrı da aşan bir öfke, dahası acı ve bezginlik seziyorum yazdıklarında. Tarih bilinci noksanlığını eleştirmekle kalmayıp, yargılıyorsun: “Zamanımızı/ zamanında öğrenemediniz.” Ancak bir umut ışığı da var: “Hazin zaman kör çağ/ yarın bir daha bakarım ufuklara” dediğinde örneğin. Araştırmadan, kabullenilmiş kalıplarla oluşturulan, kalanı önemsemeyen bir anlayışa karşı, tarih bilincini mi öne sürüyorsun? Eğer o zamanki zamanı, zamanında öğrenebilseydik böyle olmazdı. Batis’in kahvesi gitmezdi yeni inşaatlar uğruna. Büyük İskender’in yaptığı köprü korunur, betonla işlevsiz kılınmazdı. Burada yaşayan Anaksogoras ve benzerlerini hatırlatacak, hatırlayacak birkaç satırı akıl ederdik zamanı zamanında öğrenseydik. Seferis’in usta kabul ettiği bir şair var: Angelos Skelianos. Minicik bir kitabı çıkmıştı. “Karanlığın özünü gördüm, anlatılamayacak kadar güzeldi” demiş son nefesinde. Seferis’te şöyle diyor bunun üzerine: “Şairin ölümü, bir doğumun kendini tamamlamasıdır.” Zamanında öğrenemeyince fark edilemiyor bunlar. İşte bak birkaç gündür Allianoi harçla sıvanmaya başladı bile. Senin poetikanda doğa önemli yapı taşlarından biri olmuştur hep. İnsanın tıkandığı her yerde bir olanak olarak, yol gösterici bir işaret olarak, dahası bir kıyas fırsatı olarak yazıyorsun doğayı. Orhan Koçak senin doğayla ilgili tavrını “Bir yandan, şiirin varabileceği en yüksek hedef, doğadır. Doğa, her şeyin devası ve nihai sınırıdır. Doğa ötesine geçmek söz konusu değildir. Ama öte yandan, hiçbir zaman erişilemeyecek bir hedeftir de doğa ve şiir de şair ile bu erişilmez sınır arasındaki uzaklığın içinden doğar” diye değerlendirmişti. Öte yandan Adorno, Estetik Teorisi’nde “Doğanın güzelliği, gerçekte olduğundan daha çok şey söylüyormuş gibi görünmesinden gelir” der. Oysa senin şiirlerin bunu kabullenmeyen bir poetikanın Seferis ile Üvez, Süreyya Berfe’nin son şiirlerinin toplamı. İlk bölüm “Seferis’e İskele Işıkları”, Berfe’nin şair Yorgo Seferis’e Ege’nin bu tarafından bir tür seslenişi ve karşılığı olarak okunmalı. İkinci bölüm “Üvez”, mevsim döngüsünü takip eden, tabiatla hemhal olmuş, “haiku” tadında kısa şiirleri bir araya getiriyor, kitabın son bölümü “Bugün Salı mı Şimdi?” ise birbiriyle bakışan ancak daha bağımsız son şiirlerden oluşuyor. Berfe ile Seferis ile Üvez‘i konuştuk. Ë Mehmet KAZIM itap üç bölümden oluşuyor: “Yorgo Seferis’e İskele Işıkları”, “Üvez” ve “Bugün Salı mı Şimdi?” Öncelikle Seferis’ten başlayalım. 1963 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan şairin, Urla İskele’de yaşamış olması, şimdi senin de burada yaşıyor olman ve mübadele yarası birer etken kuşkusuz. Ama bir adım daha ileriye giderek sormak istiyorum: Seferis bizim geleneğimize girer mi? Hiç kuşkusuz girer. Yalnızca Seferis değil, buralarda yaşamış, buralardan geçmiş Anaksogoras, Herakleitos, buraya sürülen Efesoslu çılgın Hipponaks ve benzerleri de girer; belki Odisseus da uğramıştır. M.Ö. 500’de burası Klozomenai. Büyük İskender’in taş bir köprüyle buraya bağladığı adaya, geçmiş yıllarda karantina altına alınanlara ayrıldığı için Karantina Adası deniyor. Kitapta bu yüzden Karantina Adası dedim. İskele’den ayrı bir yer orası. Üç kişi, Anaksimenes, Anaksogoras, Anaksimandros; tarihte dünyanın, evrenin aslı, özü üzerine düşünen, ilk akıl yürütenler bu adamlar. Yaşadıkları yerde izleri korunmuyor, hâlâ karanlıkta kalıyorlar. GeleSAYFA 16 K ürünleri gibi duruyor; ne dersin? Katılmıyorum Adorno’nun bu söylediğine. Tam tersine göründüğünden daha derin bir güzelliği var doğanın; anlarsan, anlamayı başarırsan. Ağaç doğada gördüğün kadar değildir mesela. Dalı ne; gövdesi ne? Düşünüp anlamadan güzellik, yani içi olmayan bir güzellik olur mu, olsa da önemli olur mu? Bu arada yine söyleyeyim: Sevmiyorum şu doğa sözcüğünü. Tabiat daha zengin, daha uygun bana göre. Yalnızca ağaca değil bütün ormana bakmaya çalıştım. Tabiat her zaman insana bir şey söyler. Bunları abartabilirsin; mesela ormanı konuşturursun. Sanırım doğadan söz ederken doğal olandan çıkıp, başkalaştırıyoruz her şeyi; senin şiirlerin tersini durmadan hatırlatsa da. Örneğin organik tarım denilen şey. Zaten doğal olması gerekeni önce bozup, sonra müdahale ile doğal hale getirmeye çalışıyor insan; ironik. Vişneyi çocukluğumda ya ağacında anımsıyorum ya da terasta reçel olması için güneşe bırakıldığında. Oysa şimdi organik mi diye soruyorum, tuhaf değil mi? Tabiata bakmayanların, tabiatı anlamayanların işi bunlar. “Tabiat haklıdır” diye bir söz var. Manzara değildir tabiat. İnsan bunu unutuyor. “Sabahı görmeyen çiçek olsaydım” dediğim yerde, çiçeği çıkarıp yerine insanı koyuyorum bu durumda. Üçüncü bölümde bir şiir var, vişneyle ilgili; bilmem tamamlar mı bu tabiat meselesini: “Vişnenin dalları mı/ bilmiyorum ki vişneyi/ suyunu gecesini ne istediğini/ vişnenin çektiği çektiğimdir/ bunu biliyorum” Baharı önemsemende her şeyin tükenmeye yüz tuttuğu, anlamını giderek yitirdiği bir dünyada, buna bir direnç oluşturmasının, yenilenebilmesinin de payı var mı sence? Bir uyarı yapıyorsun, gösterge olarak seçiyorsun gibi algıladım okurken. Bir uyarı, bir hatırlatma, dikkat çekme belki. Bir gün baharın gelmediğini düşün. Zaten azalıyor giderek. Doğrudan yaz geliyor artık. Bütün mevsimlerin kendine özgü güzellikleri var elbette. Ama bahar sanırım içlerinde en muhteşemi. Hepsini barındırıyor içinde. Sanki bahar olmasa diğerleri de olmayacak. Bütün tabiatı harmanlayıp kucaklıyor bahar. “İNSANLAR BAZEN KENDİNİ AVUTABİLİYOR, ALDATABİLİYOR” Bir yandan da baharın hemen peşine takılmış bir yaşlılık saptaması, sorgulaması var. “Bu yaştan sonra/ baharda/ sırtüstü yatamam kırlarda/ ya kalkamazsam altından” diyorsun örneğin. Nedir sence yaşlılık; burada, İskele’de nedir? Yaşlanıyorum. Bunun farkına varmak, dile getirmek lazım. Önüne koyup düşünmen gerek. Kaçmanın, görmezden gelmenin âlemi yok. İnsanlar bazen kendini avutabiliyor, aldatabiliyor. Yaş aldıkça bahar daha mı fark edilir oluyor? Daha belirgin oluyor. Yalnız mevsim ler için değil ki bu; her şey için böyle. Bir de burada zaman sana ait. Onun bunun elinde olmadığı için, senden koparılmadığı için, zamanın var bunlara. İskele’nin farkı budur belki de. Büyük kentlerde hay huy içinde çalışan insanlara baharı hatırlatmaya çalışsan, “baharı düşünecek halim yok şimdi” der ve haklıdır da. Birde buna İstanbul’da, Boğaz’da erguvanların azaldığını eklersen, işte o zaman durumun vahameti ortaya çıkar. Ben gençliğimde Boğaz’a erguvan seyretmeye giderdim, şimdi ne halde bilmiyorum. Dil senin için çok önemli her zaman. Kişisel sohbetlerimizden de biliyorum ki, dilin özensiz kullanımına tepkilisindir hep. Üvez’de bir şiirinde “Anadilini iyi bilen bir şair/ iki dil biliyor demektir” diyorsun. Bu bağlamda açar mısın bu dil meselesinin önemini? Her ne yapıyorsan, konuşmadan tut öykü, roman ve benzerlerine kadar dille yapıyorsun. Anadilinin bilincindeysen, onu gerçekten öğrenmişsen çünkü Türkçe bilip anadilini bilmeyenler varonunla ilgili iyi şeyler yapabilirsin. Onun inceliğini, duyarlılığını, zenginliğini, sana bir şeyler yaptırabilme potansiyelini biliyorsan, bunu yapabilirsin. Dünyada da böyle bu. Marx’tan bir örnek verelim: “Söyledim ve ruhumu kurtardım.” Bak işte Marx nasıl görüyor dili. Başka sözler de var: Horatius’dan bir alıntı: “Sözcükler yardım edecek perişan akla.” Bence gelmiş geçmiş en iyi dil filozofu olan Wittgenstein’a bakalım: “Dil bozuksa düşünce de bozuktur.” Bizde de Nermi Uygur önemlidir sanıyorum. Nermi Beyin ölümüyle bir boşluk oluştu dil düşüncesi alanında diyebilir miyiz? Elbette oluştu. Çünkü dil, anadil ve düşünce alanında, bunların birbiriyle ilişkisi ile ilgili Nermi Bey kadar derinlemesine çalışan, araştıran kaç kişi kaldı bilmiyorum. Wittgenstein’ın sözünün tersi de doğru aslında; düşünce bozuksa dil de bozuktur. Dil neyse düşünce de odur. Tabii düşünüyorsan. Yine Wittgenstein’a bakalım: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarını gösterir” diyor Wittgenstein. Söylenecek bir şey var mı bunun üzerine? Biz kendi alanımızda bakarsak, dilinin sınırları şiirinin sınırlarını belirler. Dilin ne kadar zenginse, şiirin de o kadar zengindir. Yine kitaba dönelim istersen. Üçüncü ve son bölüm “Bugün Salı mı Şimdi?” adını taşıyor. Daha farklı şiirler var burada. “Sabah Sabah” şiirinde “Bırakmaz ki genç işsizler/ kumlayıp ağartacaklar jeanleri/ biz de ses çıkarmadan giyeriz/ kumlu ciğerleri genç ölüleri” diyerek duyduğumuz ama önemsemediğimiz, duyarsız kaldığımız gerçeklerle yüzleştiriyorsun bizi. Şiirimizde azaldı bu tavır: Hiçbir yere bağlı olmadan, ancak her yerde olarak eleştiri, itiraz… Politik tavırlı bir şiir yazmak için yazmadım bunları. Her gün olup biten şeyler. Toplumcu içerik olsun diye de bir derdim yok. Dikkatimi çeken, dikkat çekmek istediğim şeyler belki. Kendini, dikkatini, yazdığını, yazacakla ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1087
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle