Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ekmel Denizer’le ‘Islıkla Çalınan Öyküler’ ‘Önceliğim dilin arılaşması’ Ekmel Denizer yaşama, yaşamlara yakın plan yapıyor ki ne… Öykülerinde herkese ve her şeye yer var... Hoş geliyorlar, sefalar getiriyorlar kapı içeri... Pürneşenin erbabı, derin bir insan sevgisi ve daha derininden yurt sevgisi yüreğinde, kaleminde, bilincinde konuşlu. Hayatla çare yok terennümünde zifir karası asla değil ama makul, sahici bir tevekkülün dışavurumu işte... Ayrıca politik, sivil inisiyatif unsurlar da yerli yerinde, en doğal, en sahici satırlarla eklemde... Doğadan, binaların azametinden uzakları salık veriyor, işaret ediyor öyküleri... Köykent ayrımında ibre köyün saflığından, hayatın basit, net ve bir o kadar anlamlı bileşiminden yana… Buna bir de elbette en çok semt yaşamını da eklemeli.. Semtleri hele ki tarihi, geleneği olan, koruyan belki biraz da bocalayan kentleri daha birçok seviyor... Denizer’le Islıkla Çalınan Öyküler‘i konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR debiyata verilen hayli uzun bir aradan, dile kolay 30 yıldan sonra öykülerinizle buluştunuz okurlarla... Okurla kimi dedikodu bile yapan, dili yalın, dili gümrüksüz öyküler… Hele Trakya öyküleri... Kuşkusuz sizin için en özeli... Teşekkür ederim, dil konusundaki değerlendirmeniz çok yerinde oldu. Benim edebiyatım dil üzerine kurulu, arı Türkçe kullanıyorum. Samimi bir dil, birinci tekil şahısla konuşuyorum. Ama deneme desen deneme değil, hikâye desen hikâye değil, anı desen anı değil ama hepsi de var. Ben şair kökenliyim, şiirden yola koyuldum. Zaten metinlerimin çoğuna mensur şiir denilebilir. Bir sözcük büyüler beni onun arkasından giderim nereye götürürse… Trakya öykülerinin yeri hakikaten ayrıdır. Eşimin babasının Trakya’da arazileri vardı, çiftçiydi, ‘70’den bu yana da her yaz oraya gideriz, bir de yazlığımız var. Yansımıştır yazılarıma, öykülerime... Kayınbiraderim Ali Kemal de liseden arkadaşım. Kasıtla Ali Kemal derim ona. Beni kızdırmak için bam telime basardı, kapışır birbirimizi yerdik. Bilmeyenler, bunlar birbirlerinin cenazelerine gitmezler, derdi. Ama darılmazdık. Et tırnak gibiydik, ayrılmazdık, onunla her gün yaptığımız muhabbetlerin sonucunda o çok ısrar etti, ne olur şunları kaleme al, diye. Öykücülüğünüzün omurgası, biçeminizi biraz açar mısınız, Ekmel Denizer nasıl yazar, nasıl başlar? “Akşam oldu yine bastı kareler” türküsü gibi; (gülüyoruz) akşam olur biriki sözcük, biriki dize dürtükler beni, oradan oraya giderim. Kitap okumanın kazandırdıklarıyla, çağrışımların çağrıştırdığı sarmal bir yola sürüklenirim. Bu arada ortaya bir metin çıkar. “Her harmandan bir başak aldım” der ya Sadi, ben de yazınsal güzelliği olanı kendi dilimle naklederim. Okuyan olursa dikkatini çekmiş olmak, paylaşmak ya da kimi zaman; “yok mu ya; ben onu da okudum” böbürlenmesi olabilir. Bir bakıma yazdıklarım benim değil, severek, benimseyerek özümlediklerimdir. Örneğin, şiir gibi bir tümcedir: “Balık yiyip, rakı içmek için gelmişe benzeyen bu yaz akşamı”ndan çeker alır, öykümde bir güzel ağırlarım Sait Faik’in Fındık Ali’sini. Bir de şuna bakın; ne güzel uyarlanSAYFA 10 E mış… Bir sözcük bu kadar mı uyarlanır? Türkçe bu kadar mı güzelleştirir yabancı bir sözcüğü? Sabahattin Eyüboğlu “gülen düşünce” demiş “humor” için. Gel de kopya çekme; “gülen düşünce”dir benim metinlerim, deme… Sanatçılar ince ruhlu insanlardır. Küstümotu gibidir bazıları, gün gelir kendilerine darılır, suspus olur, kutsal bir suskunluğa düşerler. Şairseler şiir yazmaz, ressamsalar resim yapmazlar. Zorlu bir uğraş verirsiniz, uzun sürer barıştırmanız. Bir resim bir kitabı, bir kitap bir ressamı, bir ressam bir semti ve o semt neleri çağrıştırır, belli mi olur? İlham geldi mi beni bir sözcükle alır götürür. Bu bir çiçek olur, ülkemin bir sorunu olur, bir tarih olur ama özellikle edebiyat olur. Benim de her yazar gibi yazamadığım anlar vardır. O süre biraz uzun sürünce bir Sait Faik öyküsü okuyuveririm, hemen yazmaya tetikler beni. Kökeni ne olursa olsun kişisel sözlüğümden düşen bir yabancı sözcük, toprağımda dalgalanan yabancı bir bayrak indirilmişçesine mutluluk veriyor bana. Sait Faik’in Kanımda Dolaşan Şu Türkçe Dili ile coşarım. Türkçemize hizmet için bu başlık altında çok yazı yazdım. İyi ki tırnak içine almışım; bir büyüğüm. “Oğlum, Türkçe zaten dil, ‘Kanımda Dolaşan Türkçe ile’ demen yeterliydi” diyerek hem benim, hem de Sait Faik’in yanlışını düzeltti. Yeni sözcük güzelse, gayretime gerek kalmaksızın benimsetir kendini ve onu kullanmak için fırsat kollarım. ÇETİN ALTAN VE OĞULLARI... Üslubunuz birçok yazarla “karındaşlık” bağı içinde... Edebiyat sevgisi çocukluğumdan beri içime işlemiştir. Divan şiirinin yazıma Ekmel Denizer ve Gamze Akdemir... kattığı müziği yadsıyamam. Yenişehirli Avni’yi çokça anarım; rintlikten yana taraflarım ondan beslenmiştir belki. “Doymadım meyu mahbuba bu meyhanede/Bir gözüm saki de kaldı bir gözüm peymanede”… Farsça ve Arapçanın egemenliğine girmeseydik Türkçe ne kadar varsıllaşacaktı kim bilir? Âkif anlaşılabilir bir Osmanlıcayla yazıyor. Yazık ki, Fikret’i sözlükle bile zor okuyoruz… Günümüzde öylesine gereksinimimiz var ki, keşke aydınlanma da dilin öneminin ayrımına varsaydı, diyorum. Dilimi oluştururken katkıları büyüktür bir Ziya Gökalp’in. Sonra Hececiler, Enis Behiç’in şiirleri, Faruk Nafiz, Yedi Meşaleciler, ondan sonra Falih Rıfkı, Cahit Külebi, şu anda aklıma gelmeyenler… Attila İlhan ve Çetin Altan kuşağımızın idollerindendi. Hey gidi Koca Çetin Altan! Yıllar önce bir söyleşi yapmıştım kendisiyle, anımsıyorum çöz çöz bitmemişti… Kadim bir sözcük cambazı değil mi? O neyin cambazı değildir ki! 11 ya da 13 kişiyi İşçi Partisi mebusu olarak Meclis’e o soktu. “Senin orada olman bir marangoz hatasıdır” dedi Meclis Başkanı’na. O süreci, (milli bakiye) devam ettirebileydik bu günlerimiz çok farklı olurdu. Ali Baba ve Kırk Haramiler, 1001 Gece Masalları’na gömülür, hortumculukmuş mortumculukmuş, bilinmez olurdu. Sözcük cambazı dediğiniz gibi. “Türkçesi bozuk, sonradan görme köylü... sinei millete gidecekmiş, cehenneme kadar yolun var!” diyebilecek kadar gözüpek bir yurtseverdi. Çetin Altan’ın annesinin evinde kiracı oturduk, eşimi oraya gelin getirdim. Oğulları yaramaz. Ama bu böyle oluyor galiba; o da yaşlandıkça çocuklarının etkisi altında kalıyor. Bunu doğal karşılamak lazım. Aynı şey Steinbeck’de de oldu. Oğulları Vietnam’da savaşırken böylesi tavır sergiledi. Bitmeyen Kavga’yı, Gazap Üzümleri’ni yazan Stein beck değil sanki Amerikan faşizanı. Demek ki yaşlanınca kimi insanda rikkat duygusu mu diyeyim, çocuklarından yana tarafsızlığını yitiriyor. Yurt sevginiz metinlerde de kendini ortaya koyan ilk unsur desek yeridir? Öyledir. Aşırı bir yurt sevgim vardır. O beni maalesef hoş olmayan bir fanatizme sürükledi yıllarca ama tabii biz Atatürk milliyetçisiyiz, yani şoven değiliz hiçbir zaman. Tabii biz yazarlar bir gün sınırların aşılacağı umudundayız. Atatürk bunu başarıyordu, Balkan Antantı’nı kurdu, o kadar büyük bir dostluk vardı ki Balkanlarda ticari ilişkilerden, ta sportif etkinliklere kadar... Eğer II. Dünya Harbi’nde Almanlar Romanya’ya girmiş olmasalardı bugün Avrupa Birliği denilen şey o zaman kurulmuştu. Faşist bir kurum olarak görüyorum bugünkü AB’yi. Almanya’nın İtalya ile yapamadığını bugün hep beraber yapıyorlar. Karamsarlığa seyirtmiyor kaleminiz ille de umut var... Pür neşe var ki ne... İnsanlara onu vermek gerek hele bizim ülkemizde. Hiçbir şeyi kalmadı halkımızın biraz da olsa gülümsesinler. Geleneklere, sevgilere, değerlere sahip çıksınlar... Maalesef hep karamsarca yazılıyor günümüzde. Halbuki yapıcı olmalıyız. ‘KADIN YAZARLARIMIZ DAHA YÜREKLİ’ Etkilendiğiniz isimlerle devam edelim... Kadın yazarlarımızla devam edeyim. Kadın yazarlarımız bunu özellikle söylemek istiyorum çok daha yüreklice, içli ve daha yazınsal yazıyorlar. Örneğin, okuduğum en güzel metinlerden biri Ayşe Kulin’in Güneşe Dön Yüzünü’dür. Osmanlıcılarla Cumhuriyetçilerin mücadelesini, ayrımını fevkalede güzel bir lirizmle anlatır. ¥ Keza Mine Kırıkkanat’ı çok be CUMHURİYET KİTAP SAYI 1018