25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Ceyhun Atuf Kansu eyhun Atuf Kansu 1919’da doğduğuna göre, yaşasaydı 90 yaşında olacaktı. Ne yazık, 31 yıl önce, 17 Mart 1978’de yüreğine yenik düştü. O son gün ne zaman gelir, bilinmez. Kimine biraz erken, kimine biraz geç gelir. Gün olur bu dünyadaki konukluğumuz sona erer. “Yaşamak işe yaramaktır” derdi annem. Ümmi bir kadındı ama, yaşamanın içinden geçerken kitapların öğretemediği bir bilgelik kazanmıştı. Ceyhun Atuf Kansu, içinden geçtiği zamanı dolu dolu yaşadı. Öğretici bir tavır takınmadan, “nasılsın” der gibi bir kolaylıkla, nice insanların yolunu açtı. Hekim olmak aklımın kıyısından bile geçmezdi. Ama kırklı yılların İzmir’inde, Ceyhun Atuf Kansu’dan uzanan ışık yolumu aydınlatmaya yaradı. C “Lincoln’ün mavi askerleri gibi, Düşüncemi hayatla birleştirmeye, Hayatımı vatandaşlıkla birleştirmeye, Birleşmenin gök bayrağı altında, Vatandaş olmaya gidiyorum...” Ceyhun Atuf Kansu gibi bir ozan çocuk ruhunun bilinmeyen dokusunu iyi tanıyan bir hekim olursa, Anadolu insanıyla bütünleşmesi kolaylaşacaktır. Çünkü o, “Kızamuk Ağıdı”ndaki kış güneşidir. Bir evin karanlığına umut ışığı gibi sızan bir “kış güneşi”: “Ben, gamlı, donuk kış güneşi, Çıplak dallarda, sessiz dinleniyordum. Köyleri, yolları, dağıtaşı Isıtıyor, avutuyordum.” Ceyhun Atuf Kansu “Kırk Kuşağı Toplumcuları” arasında anılır. Anadolu’nun uzak bir yerinde, Turhal çevresinde, yaşama koşulları içinde insanı ele alırken umudumuzu diri tutmaya çalışan bir ozandı o! ANADOLU’YU ANLATMAK Anadolu’ya gitmek, Anadolu insanıyla bütünleşmek bir devrimci için nasıl bir özlem olmalıdır? Belki de Turhal’a içi darala darala gitti. Ama orada önce kendini tanıdı. Belki de yaşama dediğimiz akış, insanın kendini öğrenme sürecidir. O zaman insanı tanımanın kavgayla değil sevgiyle olacağı bilincine vardı. Bu toplumsal çalkantı bir gün durulabilir. Osmanlı’dan bu yana, devleti korumak adına, nice kıyıcı, nice acımasız eylemin içinde yaşamışız. Babasını özleyen Işık Kansu soruyor: “Babam olsaydı, o engin hoşgörüsü ile bugünü nasıl anlatırdı bana? Bana! Bencillik bu. ‘Okuruna, çocuklara; halka nasıl anlatırdı?’ demek doğrusu. Güzel anlatırdı. İnce ince anlatırdı. Bal gibi, süzdüre süzdüre anlatırdı. Türkçe’nin hasıyla anlatırdı” (Berfin Bahar, “Bağımsızlık Gülü” Ceyhun Atuf Kansu, Baba Özlemi, Mart 2009) “Berfin Bahar”ın Mart 2009 sayısı geniş ölçüde Ceyhun Atuf Kansu’ya ayrılmış. Ölümünün 31. yılında, özellikle günümüz koşullarında, unutulmaması gereken bir ozanı anımsatmak, edebiyata geniş açıdan bakan bir derginin göreviydi. Çünkü Ceyhun Atuf Kansu Anadolu’ya insan sıcağıyla bakarken “Türkçenin hasıyla” anlatmasını bilen bir ozandı. Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirinde “gül” bağımsızlığın simgesidir. Onu iyi tanıyanlardan Vecihi Timuroğlu’nun yorumuna göre: “Ceyhun Atuf Kansu, imgeyi zenginleştirmiş ve toplumsallaşmasına katkıda bulunmuştur. O, dizenin ezgisel etkinliğini önemseyerek büyüttü gülünü” (Ceyhun Atuf Kansu’ya Saygı). Anadolu’yu anlatmak, Anadolu insanını keşfetmek için sevecen bir yürekle yaklaşmak yetmez. Bu topraklara, eskilerden gelen bir tarih bilinciyle bakmak gerekir. Vecihi Timuroğlu bu gerçeği şöyle yorumluyor: “Çocuk Hastalıkları Doktoru olarak çalışırken, bu halkın evrensel değerlerini gözlemledi. Belki de, bir zorlamayla girdi. Şiirin toplumsalcı ırasını (karakterini) koru mak için, eski Anadolu uygarlıklarıyla, Anadolu insanının ekinsel değerleri arasında bağlantılar kurmaya çalıştı.” Ceyhun atuf Kansu gibi bir ozan, evinin eşiğine oturan bir çocuğun gülümsemesinde Hititlerden gelen bir ışık görebilir. Gönül gözüyle bakınca gerçeğin öte yakasını görmek kolaylaşır. Gönül gözü bilgi birikimini aşar. SÜREKLİ DEVRİM Ceyhun Atuf Kansu’nun Anadolu’ya açılan, çağdaş şiirin gücünü gösteren kitabı “Yanık Dava” 1951’de basılmış olsa da, o, kırklı yılların ikinci yarısından sonra, kendine özgü Anadolu gerçeğinin izini sürmeye başlamıştı. Yalnız şiirleriyle değil; şiirlerini yorumlamayı kolaylaştıran düzyazılarıyla da cumhuriyet devrimlerini savunan, “Kuvayi Milliye” ruhunu yaşatan bir ozan olduğu için ona “Kalpaksız Kuvvacı” dediler. “Bir kahvede, bir köy odasında otursam, nasıl anlatırsam o savaşı öyle anlattım. Kurtuluş Savaşı’yla ilgilenen genç kuşaklara dinletmek, bu savaşın halk dokusunu belirtmek için böyle masal gibi, destan gibi anlattım” (Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Deneme, Bilgi Yayınevi, 1997). Cumhuriyeti savunanların “amentü”sü Atatürk’ün “Söylev”idir. Ceyhun Atuf Kansu “Söylevi Okurken” onu nasıl yorumlamak gerektiğini de öğretmiştir. Öner Yağcı “Berfin Bahar”da şiirleri ile deneme kitapları arasında bir yolculuğa çıkarır bizi (Ceyhun Atuf Kansu: Sürekli Devrimin Bilgesi). Öner Yağcı’nın özellikle anımsatmak istediği gerçek, devrimlerin süreklilik kazanması gerektiğidir. Ceyhun Atuf Kansu “Devrimcinin Takvimi”nde diyor ki: “Atatürk Devrimleri bitmemiştir. Biz ortaçağdan tam kurtulana değin, tam uygar bir toplum olana değin sürecektir.” Türkiye’nin yarınlarına siyasetçinin değil, Ceyhun Atuf Kansu’nun gözüyle bakmak gerekecektir. Siyaset, ödün verme anlayışına dönüştükçe, Ceyhun Atuf Kansu’yu yeniden okumak gerekecektir. “Bilgi Yayınevi” onun “Bütün Eserleri”ni okurların ilgisine sunmuştur. DİL KURUMU ANILARI Ceyhun Atuf Kansu’yla yakınlığımız, onun Ankara’ya döndüğü 1959 yılından, öldüğü 17 Mart 1978’e kadar, ağabeykardeş ilişkisi içinde sürmüştür. Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nda, Türk Dili dergisinin yazı kurullarında uzun süre birlikte olduk. Onun geniş hoşgörüsü, birleştirici kişiliği, dil devrimine tutkuyla bağlanışı, savaşımcı kişiliğinin değişik, etkileyici özellikleriydi. Kimi zaman yazı kurulları değişirdi. Bir ara Külebi, Kansu, bir de ben yazı kurulundaydık. Külebi Genel Yazman olduktan sonra, uzun süre, Ceyhun ağabeyle, Adnan Binyazar’la birlikte çalıştık. Adnan Binyazar düzenli çalışması, saygılı kişiliğiyle kendini aşan bir yazar oldu. Ceyhun Ağabey, yerleştiği koltukta sigarasını derin derin içine çeker, gözleri yarı örtük, dergiye gelen şiirleri dinlerdi. Tanıdığımız bir ozanın şiiri beğenilmemişse, yeniden gözden geçirilir, hoşgörülü davranmaya çalışılırdı. Geç vakit, Türk Dil Kurumu’ndan Kızılay’a doğru yürüdüğümüz olurdu. Uzaklar bize ne kadar yakın gelirdi! Bir bahar akşamı, Cebeci’de Tıp Fakültesi’nde yatan Tahsin Saraç’ı yoklamaya gitmiştik. Tahsin’i iyi bulduğumuza sevinmiştik. Ceyhun Ağabey hastanenin bahçesinde, çimenler üzerinde takla atmıştı. Çoğu zaman muayenehanedeki işlerim bitince Yazı Kurulu’nda buluşurduk. Hastalarımdan gelen viskiden Yazı Kurulu’nun da hakkı vardı. Adnan Binyazar viskiyi eşit paylaştırmaya özen gösterirdi. Cahit Külebi ortalığı şöyle bir hışım gibi kolaçan edecek olur, “bürokrat kimliği” öne geçse de, Ceyhun Ağabey var diye görmezden gelir, biz keyifli çalışmamızı sürdürürdük. Ceyhun Atuf Kansu, bize, “Küçük şeyleri sevmeyi öğrenmelisin” diye seslenir şiirinden.Belki o zaman büyük sorunların üstesinden daha kolay gelinecektir. Bu anı kırıntıları neden içini acıtıyor insanın? Oysa insanı avutması gerekirdi. Dünyamızın gidişi iyi değil. Ceyhun ağabey artık yok da ondan mı? İyi ki ailesi onun adına bir şiir ödülü koyuyor da unutulmuyor. Ama kitapları hâlâ yaşıyor. Onu yeniden tanımak için yazdıklarını bir daha okumamız gerekecek.? “HAYDİ GEL BİZİMLE OL” DİYEN HANIMLARIN İLGİSİNE: NTV’de “Haydi Gel Bizimle Ol” izlencesini birlikte yürüten dört Cumhuriyet kadını var. Kafaları da yüzleri kadar aydınlık olan dört kadın. Genco Erkal ile Fazıl Say’ın konuk oldukları izlencede. Nâzım Hikmet’in “Frankfurt Kitap Fuarı”na gönderilmeyişi sorunu da tartışıldı. İzlenceye telefonla katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Mustafa Şerif Onaran’la Rüştü Asyalı’nın “Bir Destan Şairi Olarak Nâzım Hikmet” üzerine bir şiirli söyleşi düzenlediklerini anımsattı. Bu durum, küçümsenen bir gülüşme konusu oldu. Bu dört hanım arasında Pınar Kür’ü oldukça yakından tanırım. Edebiyata verdiği emekleri de saygıyla karşılarım. Kuşkusuz Fazıl Say önemli bir müzik insanı. Genco Erkal yılların usta oyuncusu. Öteki Cumhuriyet kadınları iyi bilmese de, Pınar Kür’ün bilmesi gerekir ki, Nâzım’ı yorumlamak önce edebiyatçının işidir. Ayrıca Rüştü Asyalı’yla birlikte, Nâzım Hikmet üzerine yazdığımız “Ben Bir İnsan” adlı oyun Devlet Tiyatrosu Sahneleri’nde üç yıl kapalı gişe oynadı. Rüştü Asyalı’nın Nâzım’ı yorumlaması küçümsenemeyecek bir ustalık taşıyordu. “Frankfurt’a neden ‘Nâzım Hikmet Oratoryosu’ gitmedi de Adnan Saygun’un ‘Yunus Emre Oratoryosu’ gitti” sorusunu yanıtlamak bize düşmez. Bunun en iyi yanıtını, büyük besteci Adnan Saygun’a saygı duyması gereken Fazıl Say’ın vermesi beklenir. “Haydi Gel Bizimle Ol” diyen hanımların bilmesi gereken bir gerçek daha var: Zincirlerini kırarak Bursa Kalesi’nde yatan, yıllarca kendi sürgününde yaşayan Nâzım Hikmet, yeniden Türk vatandaşlığına alınırken siyasetçileri yenilgiye uğratmıştır. Ama siyasetçiler de tat aldıkları bir yenilgi içinde kalmışlardır.? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Kırklı yılların ikinci yarısı “Kırk Karanlığı” diye bilinir. Ama o yılarda İzmir’da “Fikirler” dergisi yeni bir anlayışla çıkıyordu. O derginin mutfağında kişiliğini arayan gençler arasında Emin Aktuna, Halim Spatar, Argon Mavi, Gaye Nail Ozanoğlu ile ben, hekim olmaya yönelirken Ceyhun Atuf Kansu’nun etkisi altındaydık. Kırklı yılların İzmir’indeki Halkevi çevresi özellikle anlatılmaya değer. Resimde Abidin Elderoğlu, müzikte Naci Gündem insanın kendini keşfetmesine olanak tanıyan birer kültür insanıydı. Daha önemlisi İzmir Kız Lisesi’nin Başöğretmeni Vedide Baha Pars Halkevi’nin de başkanıydı. Yeniyetme sevincimizle değil, günümüzden bakarken de onların büyüklüğünü görüyoruz. ANADOLU’YA GİTMEK Ama “Kırk Karanlığı” Ankara’da Ceyhun Atuf Kansu’yu da üzen olaylarla gelişiyordu. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Şevket Aziz Kansu’nun tartaklanmasına kadar giden öğrenci ayaklanması hep bilinir de; Ceyhun Atuf Kansu ile arkadaşlarının Altındağ’da açtıkları polikliniğin polis gözetimi altında tutulduğu bilinmez. Yoksul ailelerin hasta çocuklarına parasız bakılan o polikliniğin karşısında bir sivil polis, ayakkabı boyacısı kılığında onları gözetlerdi. Ceyhun Atuf, yıllar sonra, ağabey kardeş ilişkisi içinde bunları anlattığı zaman, boşluğu tokatlar gibi, aldırmaz bir gülümseme içindeydi. O zaman anlamıştı ki, Ankara’yı bırakmak, Anadolu’ya gitmek gerekecektir. Belki de Anadolu’da kendi kişiliğini yeniden bulacaktı. “Kalpaksız Kuvvacı” bilincine Anadolu’yu tanıdıktan sonra varacaktı. Anadolu’yu tanımak, Anadolu insanını tanımak demekti. Öfkeyle değil, sevgiyle yaklaşmak gerekirdi o insana. “Şimali Şarkiyi Doğru” giderken şöyle düşünüyordu: SAYFA 22 Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 MUSTAFA ŞERİF ONARAN CUMHURİYET KİTAP SAYI 998
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle