Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
siyaset hakkı verdi… Yetmedi. Emperyalizmin kurguladığı oyunlarla 12 Mart ve 12 Eylül’ü yaşadık. 12 Eylül faşist darbesi, planlı, programlı, emperyalizmle iç içe bir politika izleyerek ülke kültür yapısını tersine çevirdi, bizi bugünlere, Cumhuriyetin yerine Osmanlılık seçeneğinin tartışıldığı günlere getirdi. Kitabınızın “Erken Cumhuriyet Dönemi” Kültür ve Eğitim Politikalarına Yönelik Eleştiriler bölümünde Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ile ilgili bölümler de yer almakta. Yahya Kemal’in hep olumsuz yönünü ele almışsınız. Açıkça Yahya Kemal sadece kendinden sonrakiler için “benden sonra şiir bitmiştir, kendinize başka iş bulun” dediği gibi, kendinden öncekiler için de ileri giderek “büyük divan şairlerinin bile bir avuç eşsiz dizeyle birlikte “sayfa sayfa hezeyan” üretiklerini söylemiştir. Dönemin iktidarı ile iyi geçinmek gibi bir amaç mı gütmekteydi? Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar adları birilerince Cumhuriyet kurucu düşünceye karşı bir tür siyasal bir metnin parçası durumuna getirilmek istendiler; getirildiler de… Aslında benim yaklaşımım da biraz tepkisel oldu… Bunun farkındayım. Yalnızca Yahya Kemal ve Tanpınar üzerine yönelmiş bir edebiyat metni üzerinde çalışmış olsaydım, aynı biçemi asla kullanmazdım. Her iki yazın ustamızın da hep iktidar olanaklarını kullanma eğiliminde olmaları bir gerçekliktir ama, bu onların yazınsallıklarıyla ilgili bir konu değildir. Kişilikler başka, sanat başkadır. Her ikisine de saygı duyarım. Yazınsal anlamda, hiçbir karşıt düşünce taşımam; böyle bir yaklaşımım olamaz… Birileri çıkıp Fakir Baykurt’un Cumhuriyet kurucu düşünce tarafından korunup kollandığını, Tanpınar’ın geri plana atılmış olduğunu iddia edince, insan acılı bir gülümsemeyle bakmak zorunda kalıyor olaylara ve işin gerçeğinin hiç de öyle olmadığını somut verilerle ortaya koymaya çalıştığınızda Tanpınar’a karşıymışsınız gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bir de, edebiyatta takım tutar gibi yazar ve şairler tutuluyor olduğundan, kimi gelişmeler, değişimler gözardı ediliyor. Açıkçası, ben “Huzur”un Tanpınar’ıyla çok barışık değilim ama’ “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün Tanpınar’ını çok seviyorum… Neden Tevfik Fikret’e değinme gereksinimi duydunuz? Öncelikle, Tevfik Fikret’e Yahya Kemal ve Tanpınar değinmiş oldukları için değinmek zorunda kaldım. Şiir konusunda çok birikimli olduğumu söyleyemem. Yahya Kemal, Tevfik Fikret’i şiirimizde Rönesans’ın temsilcisi olarak görür; Tanpınar da üstadını, Yahya Kemal’i Rönesans şairi olarak yorumlayarak bu değerlendirmeye karşı çıkmış gibi olur. Fikret şiirimiz için çok önemli bir ad… Rönesansı başlatan şair olarak de değerlendirilebilir ama, kitabımda da yazdığım gibi, ben büyük bir biçimsel devrim gerçekleştiren, şiirde anolojiyi, ritmi ve vurguyu öne çıkaran Nâzım’ın adını Rönesans şairliğine daha uygun buluyorum. ¥ nızda adı geçen bir Rus Kültür bilimcisi Mikhail Bakhtin (Mihail Bahtin)’den bahsetmenizi istiyorum. Neden sürekli Bahtin? Ve sizi Bahtin’le buluşturan gerçek neydi? Bahtin adıyla ilk kez Yıldız Ecevit’in “Türk Romanında Postmodernist Açılımlar” adlı kitabında karşılaştım. Yıldız Ecevit, “Köy Romanı” ve “Toplumsal Gerçekçilik” karşıtı tezleri için Bahtin’i kaynak gösteriyordu. Bahtin’in “Karnavaldan Romana” adlı yapıtını okuyunca başka bir dünya aydınlandı sanki önümde. Bahtin bambaşka bir “derya” idi… Tüm yaşamını dil, kültür ve yazın dünyasına alçakgönüllüce adamış üretken ve örnek bir ad… Hiçbir iktidar önünde eğilmemiş, yazınsallığıına gölge düşürmemiş, şan şöhret ardında olmamış. Soylu bir ailenin varsıl bir çocuğu olarak geldiği dünyada ölümsüz yapıtlar bıraktıktan sonra bir yoksullarevinde ölüp gitmiş. Devrimci dil ve yazın kuramı nedeniyle Lenin sonrası Sovyet iktidarının da hedefi olmuş. Adı Batı’da duyulmaya başlandıktan sonra da kendi ülkesini, kendisine hiç de hoş davranmamış yönetimleri hedef alarak, siyasal bir basamak olarak kullanmaya çalışmamış. Tüm yapıtlarını arka arkaya okudum ve onda kendi tarihcil geçmişimizin, özellikle de yazın dünyamızdaki kimi tartışmaların açıklamalarını buldum. Karanlık noktalar aydınlandı. Köy Enstitülü yazarlar halk tarafından neden çok sevilmişlerdi? Yapıtlarıyla üstkültürümüze neler kazandırdılar? Bu soruların yanıtlarını hâlâ birçok edebiyatçımız bilmez, bilemez. Eleştiri ve edebiyat sosyolojisi bakımından çok yoksul bir ortamda yaşıyoruz çünkü. BENZER YORUMLAR Bu soruma verdiğiniz yanıta göre sizi, Bahtin öncesi ve sonrası, diye, ayırmaya kalkarsak... Evet, Alper Akçam’ı Bahtin öncesi ve Bahtin sonrası diye ikiye ayırmaya kalksalar hiç itiraz etmem… Bu ayrımda ana neden, sizin eleştiriye olan yaklaşımınız ve bu alanda Bahtin’le tanıştıktan sonra yazmaya başlamış olduğunuzu düşünüyorum. Belli oranda haklısınız. Yalnız Bahtin, kendini bana açar ve benim önümü aydınlatırken, başkalarını da yeni bir bakış açısıyla yeniden önüme sürdü. Sözgelimi, Octavio Paz’ı yeniden okumamı ve belki de daha iyi anlamamı da Bahtin sağladı. Onu Franco Moretti izledi. Hatta Lukacs, Eco, Rene Gerard’ın yazdıkları, karşıt düşünceler taşıyor gibi görünseler de, birlikte daha net bir biçimde görünür oldular. Goethe’nin “Weltliteratüre” kavramı kendi anlam zenginliğiyle tanıştı… Metin And, İlhan Başgöz, Pertev Naili Boratav gibi halkbilim araştırmacılarımızın yazdıkları kültürel yapıtaşlarımız olarak yerlerine oturdu. Anadolu Rönesansı Esas Duruşta adlı yapıtta milliyetçilerin ata saydıkları Ziya Gökalp, sosyalist geçmişimizin çok önemli adı Dr. Hikmet ve tamamen bir davranış adamı gibi görünen halk kültürü yenidendoğuşçusu İsmail Hakkı Tonguç arasında koşutluklar kurabilmemi sağladı. MarxEngels’e uzanabilen bir geniş açılım içinde, farklı kaynaklardan benzer yorumlar bulabilmek çok doğal ve insani bir sonuç… Birbirine çok aykırı gibi duran düşüncelerin temelinde benzeşen bir yargı gücü ve imgelem zenginliğinin varlığını görebilmek önemliydi benim için… Bilimle felsefe arasında çok sıcak bir köprü vardır; aynı köprüyü edebiyatla edebiyat eleştirisi arasında kurabilmek için Bahtin gibi ustalara başvurmak zorundasınızdır. Ama yalnızca bir ada, bir noktaya takılıp kalmamalısınız… Yenileşme ve değişim; yaşamın da yazının da can alıcı noktası burada sanırım… Teşekkür ederim. ? Anadolu Rönesansı Esas Duruşta / Alper Akçam / Arkadaş Yayınları / Ankara 2009 / 434 s. SAYFA 15 İKİ ÖRNEK... Kemal Tahir’in özellikle iki romanı Bozkırdaki Çekirdek ve Devlet Ana önemli bir yer tutmakta. Dönemi daha iyi anlatmak için mi seçtiniz bu örmekleri? Evet, her iki örnek de çok iyi bir hareket noktası sağlıyor. Köy Enstitüleri üzerine bugün de yönelmiş eleştirilerin temelinde Bozkırdaki Çekirdek’i bulabilirsiniz. Edebiyatta tekil söylemli ve edebiyatı bir araç olarak gören metinler için de Devlet Ana’yı örnek seçebilirsiniz. En önemlisi de, sosyalist bir aydın olarak bilinen Kemal Tahir’in kimi değerlendirmelerinin II. Dünya Savaşı yıllarından sonra Köy Enstitüsü karşıtı cephede yer almış Nasyonal Sosyalizm sempatizanı kişilerle, SoysalSirerKanad ekibiyle örtüşüyor olması… Sizin diğer yazılarınız ve tabii bu kitabıCUMHURİYET KİTAP SAYI 998