22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

...KISA KISA... Ë Hasan AKARSU azar, tiyatro sanatçısı Arslan Kacar, 1954 Elazığ doğumlu. “Pepo Kuşu” adlı romanında, 1930’lardan 1990’a uzanan yıllarda, Türkiye’de yaşanan önemli olaylarla birlikte, Elazığ’daki ailenin acıklı öyküsünü dile getiriyor. Olay kişilerinden Hüsnü Dayı, çocuklara Pepo’nun öyküsünü anlatıyor: “Vaktin birinde bir bacıyla bir gardaş, dağa nevruz toplamaya gitmişler. Kız, Keko dermiş gardaşına. Keko, gardaş demektir. Nevruzlar ele bir koku saçarmış ki, deme gitsin. Sanki can alır can verirmiş. En iyilerini, en irilerini toplamak için, o kaya senin bu kaya benim, koşturup dururlarmış. Oğlanın canı sanki kuş canı olmuş. Kayadan kayaya sekerek dolanmaya başlamış…Oğlancağızın çarıklı ayağı kaymış, kayalar çekip almış oğlancağızı koynuna. Bir uğultu kopmuş uçurumun dibinden, oğlanın sesi yok olup gitmiş…” (s.116). Sonra, kız Kekosunu aramış, bir anda kuş olup uçmuş kayalardan aşağı ve “Pepo” diyerek seslenmiş dağa taşa. O gün bu gün öten bu kuşun İbibik Kuşu olduğunu biliyoruz şimdi. ElazığPalu’dan birkaç aileyi tanıyoruz romanda. Palu’dan Elazığ’a ulaşmak için Murat Nehri sal ile geçiliyor. Kör Huso kullanıyor sal’ı. Çerçi Kasım atıyla geziyor köylerde. Abbas Mirza’nın konağına uğruyor her seferinde. Geçmişi eskilere uzanan bir aileyi tanıyoruz. Abbas Mirza, kardeşi Nasır, oğlu Abdülkadir, kızı Aliye, yeğenleri Derviş, Süleyman, Şükrü, Dilsiz Cemal, Derviş vb. Nurettin ile Selahattin ise amcaoğulları. Köylerde gelenekler egemen. Kız çıkmayan gelinler kendilerini asıyor, akraba evlilikleri geçerli. Sözgelimi; Nurettin, amca kızı Senem’le evleniyor. Köyden kentlere göç hızlanıyor. CHPDP çekişmeleri yaşanıyor. Abdülkadir, Münevver’le evleniyor. Babası Abbas Mirza ölünce ailenin yönetimini ele alıyor. Amcaoğulları arasındaki kavgada, Nurettin, Kaplan, Süleyman ve Şükrü ölüyor. Cemal, jandarmaya teslim oluyor, olay kapatılıyor. Bundan sonra, Cemal’in hapishane serüvenleri bitmek bilmiyor. Askerden dönen Halil, Deli Selahattin’in kızkardeşi Saliha’yı kaçırıyor. Dört kardeş, onların ardına düşüp öldürmek istiyorlar. İki sevgili İstanbul’dan sonra, Halil’in asker arkadaşı olan Adil’in yardımıyla yurt dışına çıkıp yaşamlarını sürdürüyorlar. Selahattin’e kirvesi Hüseyin akıl veriyor: “Ağam, iki yol gelir aklıma. Birincisi, kulağını her şeye tıkayıp unutmak olanları. Emminlerle barışmak, yeniden sırt sırta vermek…İkincisi, sabırla bekleyip izlerini bulacak, yüreğini soğutacaksın ki, bu da vakit alır. Bana göre de akıl yolu değildir…” (s.57). Abdülkadir, evini Elazığ’a taşıyor, otel satın alıp işletiyor. Oğlunun adını Abbas Mirza koyuyor. Romanın başkişisi olan Mirza’nın yaşantısı romanın akışını belirliyor. İlkokula giderken sevdiği kızı unutamayan Mirza, tatilde babasıyla Tarsus’a akrabalarının yanına gidiyor. Zekiye ninesi, Ermeni olup Müslümanlığa geçenlerden. Amcası Bedrettin’deki at sevgisinden etkileniyor. Filmlere de düşkün. Bayram harçlıklarıyla sinemaya, çadır tiyatrosuna gidiyorlar. Otogarda çalışan Noyan, bıçaklanan ağabeyi İsak’ı kurtarmak isterken, ona saldıran kişiyi öldürüyor ve hapishaneye düşüyor. Elazığ, Zonguldak ve Elbistan hapishanelerinden sonra İsak Ağa çıkıyor. Noyan ise Tunceli, Adıyaman, Van, Tekirdağ, İzmit, Elazığ, Bartın hapishanelerine gönderiliyor. İstanbul’a kaçıp kısa sürede yakalanıyor. Bartın cezaevinden Manisa Y Pepo Kuşu için İstanbul’a gidiyor, silahını denize atıp kan davasını bırakıyor. Genel aftan sonra Cemal 23 yıl kaldığı cezaevlerinden kurtuluyor. Noyan da çıkıp Palu’ya oradan İstanbul’a gidip hapisliğinin acısını çıkarıyor, lokal açıp işletiyor; ama bunalımdan kurtulamıyor. Arkadaşlarının isteği üzerine Elazığ’a dönüyor. Anlatıcı, o günleri Arslan Kacar şöyle yansıtıyor: “İdeolojik çatışmalar keskinleşmeye başladı. Sokak gösterileri, otobüs duraklarını silahla taramalar, eylemler, ölümler çoğalmaya başladı. Korku her yanı sarmıştı…” (s.238). Mirza, arkadaşı bildiği Yunus’un polise ihbarından sonra silahla yakalanıyor. Çete kurmaktan yargılanıyor, işkence görüyor. Bir hücrede, tabutlukta beş arkadaş kalıyorlar. Selimiye, Davutpaşa, Kabakoz, Metris cezaevlerini tanıyor. Çanakkale Cezaevi’nde de yattıktan sonra çıkabiliyor. Eniştesi Yümnü Çanakkale’de subaylık yaptığı için onlara uğruyor. Bu arada annesi ölüyor. Babasının başka kadınla evlenip Antakya’ya yerleştiğini öğreniyor kardeşi Yasemin’den. İstanbul’a, Elazığ’a gidip özlem gideriyor ve yine İs Akıl Hastanesi’ne, oradan yine Elazığ’a gönderiliyor. İsak Ağa ölüyor. 1960’lı yıllar. Keban Barajı’nın yapımına başlanıyor. 120 köy su altında kalacağı için boşaltılıyor. Köylülere yüklü paralar ödeniyor. Mirza, ortaokulu okuyor, yerel gazetede yazılar yazıyor. Babasıyla İstanbul’a gidiyor. Abdülkadir, eşi Münevver’i başka kadınlarla aldatıyor, aralarında kavgalar oluyor. Mirza, 1970’te İstanbul’da üniversiteye girmeyi başarıyor. Elazığ’dan uzun ayrılığını yaşıyor. Öğrenci olaylarına karışıyor. Kız arkadaşlarıyla ilişkisi artıyor. Çiler, İclal vb. Kumkapı’daki meyhanedeki aramada, arkadaşının silahına sahip çıkıyor ve Bayrampaşa cezaevine kapatılıyor. Babasının yardımıyla cezaevinden kurtuluyor. Kızkardeşi Yasemin, deniz subayı Yümnü ile evleniyor. Deli Selahattin, annesinin kışkırtmasıyla, kardeşi Saliha’nın öcünü almak tanbul’a dönüyor. “Güneydoğu Belgeseli” filmini çekmek için anlaşma yaparak Surlu kente gidiyor. Demir Otel’de kalıyor. Şoförü Şehmuz’la geziyor bölgeyi. Kıl çadırlardaki köylüleri çekiyor. Aysel’le tanışıp sevişiyor, ona aşık oluyor. Urfa’da, gazeteci Mehmet’le buluşuyor, Mardin, Midyat, Nusaybin’de çekimler yapıyor. Cizre’de üniversiteden arkadaşı Vakkas’la karşılaşıyor. Memi ile Zin’in türbelerini ziyaret ediyor, öykülerini dinliyor. Bu bey kızı ile çobanın acıklı öyküsünden etkileniyor. İstanbul’a döndüğünde, “Surlu Kentin” sevda öyküsünü yazmaya başlıyor. Babasının ölümünü geç öğreniyor, üzülüyor, Antakya’ya, Elazığ’a gidiyor. Doğduğu topraklara yerleşmek istiyor. Haydarpaşa Garı’nda tanıştığı, “her yer evim” diyen dokuz çocuklu Ali’yle uzun uzun söyleşirken, içindeki insanı aradığını belirtiyor. Mirza, “gökyüzüne bakmaktan”, her şeyden kaçıyor, kendinden kaçıyor artık. Taksim’de dalgınken yanına yaklaşan on üç yaşındaki tinerci çocuğun para istediğini duymuyor bile. Onun bıçaklı saldırıyla yaralanıyor. Yazar, tiyatro sanatçısı Arslan Kacar, Pepo Kuşu romanında, yurdumuz insanının kırsal kesimdeki yaşantısını, oralardan kurtulurken kentlerdeki çıkmazlarını, bunalımlarını, arayışlarını başarıyla anlatıyor. Mirza’nın acıklı öyküsünde, 1968 Kuşağı’nın direnişini, savaşımını da gözlemliyoruz. Atatürk döneminden sonra İsmet İnönü, Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Turgut Özal’la geçen siyasal dönemleri, asker darbeleriyle birlikte yeniden yaşıyoruz. ? (*) Pepo Kuşu/ Arslan Kacar/ Berfin Yayınları/ Kasım 2008/ 496 s. Ortadoğu’yu Anlamak Ë Begüm İmge SARAÇ srail’in Gazze saldırıları sırasında, kendisinden görüş alan gazetecilere söyledikleri, ülkesini terk etmesine neden olan düşünceleriydi. Ona göre, İsrail dünyaya yalan söylüyordu; kendisini “kurban”, Filistinlilere saldırıları ise “özsavunma” olarak gösteriyordu. İsrail, Siyonizme dayanmaktan vazgeçmeli, soykırım kavramının yakasını artık bırakılmalıydı. Evet, Hayfa doğumlu Yahudi kökenli tarihçi/akademisyen Ilan Pappé’den bahsediyoruz. Filistin tarihi üzerine çok sayıda çalışması bulunan Pappé’nin, Modern Ortadoğu/Ortadoğu’yu Anlamak adlı kitabı Gazze saldırıları sürerken NTV Yayınları’ndan çıktı. Halen İngiltere’deki Exeter Üniversitesi tarih kürsüsünde görev yapan Pappé, 1948’deki etnik temizliğin, Filistinlilerin baskı altında tutulmasının, Batı Şeria’da ve bugünlerde Gazze’de yaşanan şiddetin Siyonizm adlı ideolojiye dayandığını vurgulamıştı. Pappé, İsrail’in tavrının daha olaylar sıcaklığını korurken uluslararası boyutta kınanması hatta İsrail’e ambargo uygulanması gerektiğini de sözlerine eklemişti. Pappé’nin Ortadoğu’yu Anlamak kitabı ise on bölümden oluşan, Ortadoğu’nun yakın tarihine farklı açılardan bakan akademik bir çalışma. Kitap, bölgeyle ilgili yazılmış diğer kitapların ihmal ettiği alanlara odaklanıyor; kentin, kırsalın, kültürün, kadınların, işçilerin, sıradan insanların tarihine ve hayatına bakıyor. Hikâyeye Birinci Dünya Savaşı’nın sonunIlan Pappé da Osmanlı mirasıyla başlıyor, İ 20. yüzyılın sonunda İslamın siyasal söylemiyle bitiriyor. Pappé, “Ortadoğu’yu modernleştiren Batı’dır” klişesini sorgulayarak, sadece tarihi anlamak bakımından değil, bugünü anlamak bakımından da önemli bir katkı yapıyor aslında. Pappé’nin kitaba da hâkim olan düşüncelerinden birisi Batı’nın Doğu’yu doğru algılamadığı. Filistinli aydın merhum Edward Said’in “oryantalizm” eleştirisinde vurguladığı gibi Doğu/Ortadoğu aslında tek bir parçadan oluşmaz ve değişmez değildir. Pappé, İsrailli olduğu için İran ve Suriye’ye giremediğini ve bazı kaynaklara yerinde ulaşamadığını kitabın başında belirtiyor. Dolayısıyla, Mağrip ve Maşrık olmak üzere ondan fazla Ortadoğu ülkesinin işlendiği kitapta, yazarın hepsinde aynı derecede sağlıklı analiz ve yorumları yaptığını söylemek zor. Örneğin, Türkiye ilgili kısımlarda bazı Türk akademisyenlerin çalışmalarından alıntı yapmayı yeterli buluyor ve “ultra demokrat entelektüel”lerin yaptığı hatalara düşüyor. Yine de, kitabın Ortadoğu tarihi ve kültürleriyle ilgili olarak bir çok açıdan da ezber bozduğunu unutmamak gerekiyor. Pappé’nin diğer çalışmaları arasında, Filistin’de Etnik Temizlik (2006); Modern Filistin Tarihi: Tek Vatan, İki Halk (2003); İngiltere ve Arapİsrail Anlaşmazlığı (1994); Ortadoğu’da Ürdün Ortadoğu’da Öncü Devletin Oluşumu (1994); Arapİsrail Anlaşmazlığı’nın Ortaya Çıkışı (1994); İsrailFilistin Sorunu (1999); Ortadoğu Politikaları ve Görüşler (1998) yer alıyor. ? Ortadoğu’yu Anlamak/ Ilan Pappé/ Çeviren: Gül Atmaca/ NTV Yayınları/ 2009/ 440 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1000 SAYFA 28
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle