Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Külebi’yle Anadolu’ya, Şehrican’a yolculuk... A nadolu’nun bir kadın yurdu olduğunu, erkeklerinse ona bağlı oğullar olarak halinden memnun, ama iç güveysi konumunda yaşadığını biliyorsunuz elbette… Neresinden baksanız, neresine dokunsanız bir kadın güzelliği görür, bir kadın dokunuşuyla ürperirsiniz Anadolu’da. Bana sorarsanız, kadın yaratısıyla, söyleniyle, ekiniyle her anlamda haşır neşir olmuş, kalanları gidenleriyle, yaşayanlarıyla binlerce, on binlerce yıl boyunca toplumları bu yönde yoğurmuş dünyanın en etkili coğrafyalarından biri Anadolu… İşin ilginç yanı, insanlar nice sonradan katılsa da bu coğrafyaya, geçmişteki birikimin bu yönde yoğurmayı sürdürmesi kendilerini, hatta genetik çentikler atması tek tek bireyler üzerinde, toplumsal düzlemde kadından yana ağırlık koyuyor ister istemez. Bu yüzden söz konusu büyüleyici güzellik karşısında içe işleyen ürpertinin tanrısal bir yaratı duygusuyla örtüşmesini yadırgamamak gerekiyor. Hititlerden, Troyalılardan, Friglerden günümüze akagelen bu kavrayışın ardından, bu toprakların son konukları olarak bizlerin üzerinde bunun etki yapmayacağı düşünülebilir mi hiç? Bizim halk şiirimizin, divan şiirimizle modern şiirimizin de bu etkinin izleriyle bezeli olduğunu söylemek abartı sayılmamalı. Çünkü şiirimizin, bütün olarak kadından yana tutum sergilemesi bir yana, Anadolu’yu kadın yurdu sayan bir kavrayışa yaslandığı bile öne sürülebilir. Hatta gide gide bu konumun, kadın varlık karşısında duyulan bir tapınımla bizi yüz yüze getirdiği gerçeğiyle de ilişkilendirilebilir. Bu veri, halk şiirimizle türkülerimizin kol kolalığında daha yoğun, daha belirgin biçimde kendini gösteriyor. Bu çerçevede Cahit Külebi’nin tüm yapıtlarının yer aldığı Bütün Şiirleri (Bilgi, ikinci basım, 2007) bunları bize topluca göstermesi bağlamında özel bir önem taşıyor. Çünkü Cahit Külebi, adı Anadolu olan o anakarayla kadıncalığın ya da ana tanrıçalığın şiirini örüntülemekle kalmıyor yalnız, şiirle ezginin, değerle eylemin birlikteliğine de ciddi vurgu yapıyor, hem de alabildiğine. KÜLEBİ’DE DOĞACA, YURTÇA, KADINCA ANADOLU... Cahit Külebi, kendisini, şiirini besleSAYFA 20 yen değeri “Şiir Yöntemim” başlıklı şiirinde şöyle dillendiriyor: “En çok yurdumdan söz ettim/ Doğayla insanla içli dışlı./ Sevinçler, acılar, özlemler…/ Hepsi de çatal dişli.// İlk ustam oldu benim halk/ Belleğimde akıp giden ırmak…/ Köylü diliyle türkü çağırdım/ Onlarla gülüp ağlayarak.// İkinci ustamsa doğa/ şiirlerimde alın terim./ Bozkır türküsüyle dolu ciğerlerim./ Taşları düzleyen rüzgâr gibi/ Doğayla yontuldu dizelerim.// Üçüncü ustamdı kadınlar./ Tekdüze yaşantıya./ Kaynar dururlar semaver gibi./ Onlar öğretti bana sevgiyi./ Gözleri çıra gibi yanar,/ Ak badem olur tenleri,/ Güvercin kanadına benzer elleri.” “Yurdum” başlıklı şiirinde de izliyoruz onun bu yöndeki tutumunu: “1917 senesinde/ Topraklarında doğmuşum,/ Anamdan emdiğim süt/ Çeşmenden, tarlandan gelmiş, emmilerim sınırlarında/ Seninçin dövüşürken ölmüşler,/ Kalelerinin burcunda/ Uçurtma uçurmuşum./ Çimmişim derelerinde,/ Bir andız fidanı gibi büyümüşüm/ Topraklarının üstünde. /…/ Ağladığım senin içindir!/ Güldüğüm senin için;/ Öpüp başıma koyduğum/ Ekmek gibisin!” Yurt, doğa, kadın bütünlemeleri inanca dönüşmüş görünüyor neredeyse Cahit Külebi’nin şiirlerinde. Bu çerçevede şiirimizin yüzyıllara yayılan birikiminin en soylu temsilcilerinden biri olarak almak gerekiyor onu. Bir ilginç yan da şiire başladığından beri bu kavrayışını sürdürmesi onun. Yirmili yaşlarında şiirin delikanlısıyken bile böyle bir tutuma yönelmesi, Külebi’nin seçiminin rastlantısal olmadığını gösteriyor. Şiirin en derin damarıyla buluşmak konusunda böylesi bir kararlılık, direngenlik hafife alınmamalı. Farklı dönemlerinden bir iki örneğe daha göz atılabilir: “Ellerin çay kokacak/ Gün doğacak sesinden.” “Sen petekte bir gömeç bal gibisin!/ Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan./ Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgârsın ki/ Her gün eser durursun hafızamdan.” “Gözlerin gözlerime değince/ Su katılıyor rakıya./ Denizler, ülkeler, kadınlar/ Hepsi de benziyor birbirine/ Ve boydan boya masmavi/ Dünya açılıyor önüme.” “Gideceksin buralardan gün gelecek,/ Yavaş yavaş kaybolacak bindiğin tren,/ Eriyen karlar gibi içinden/ Bütün sıkıntıların akıp gidecek./…/ Bir dikili ağacın bile yok yeryüzünde/ Ama bir yurdun var sevilecek!/ Eriyen karlar gibi içinden/ Bütün sıkıntıların akıp gidecek”. Cahit Külebi’nin soylu bir Anadolu şairi olarak, ötesinde baştan bu yana örnek oluşturmak bağlamında alınabi¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 994