22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gülmece ve çocuk edebiyatı ustalarından İzgü, toplumumuzda yaşananlardan süzdüklerini aktarırken kullandığı eleştirel gerçekçi yöntemle, insanlardaki ruhsal çarpıklıklara ve ezikliklere güldürü öğesini başarıyla katar. Bu başarı, onu usta bir yazar yapar. Ë Öner YAĞCI dana’da, 29 Ekim 1933’te, Cumhuriyet’in 10. yılında doğar Muzaffer İzgü. Çocukluğu yoksulluk içinde geçer. İlkokulu üç okulda okur. Okurken karpuz hamallığı, pamuk toplayıcılığı, bulaşıkçılık, garsonluk, trenlerde gezgin satıcılık, sinemalarda gazoz satıcılığı yapar. Kitaplarla kış aylarında, sıcak olduğu için gittiği Halkevi kitaplığında tanışır. Benzer işlerde çalışarak ortaokulu bitirdikten sonra, parasız yatılı olarak Diyarbakır ilköğretmen okuluna girer. Okulunu bitirip öğretmenliğe başlarken Günsel Hanım’la evlenir ve Türkiye’nin birçok yerinde ilkokul ve ortaokul öğretmenliği yaptıktan sonra 1978’de emekli olup İzmir’e yerleşir. Halkevi’nde edindiği okuma aşkı, onu, çevresinde gördüklerini, yaşadıklarını yazma isteğiyle doldurur. Yazmaya başlar. 1959, İzgü’nün Aydın’daki Hüraydın gazetesinde ilk öykü ve röportajlarını yayımlamaya başladığı yıldır. Demek ki Muzaffer İzgü, yarım yüzyıl boyunca sessiz sessiz gülmecenin kozasını örer. Muzaffer İzgü’nün yazarlığının oluştuğu çocukluğunu, kendi anlatımından öğreniriz. Filme de alınan, ulusal ve uluslararası çeşitli ödüller alan romanı Zıkkımın Kökü’nde, çocukluğundan kesitler sunar. “Gerçekten bando mızıkayla dünyaya geldim” diye başlar çocukluğunu anlatmaya. Cumhuriyet’in 10. yılıdır, hem de 29 Ekim. Fener alayını seyrederken sancılanan annesi eve dar yetiştirilir. “Adana’nın Saathanesi’nin çanı yirmi ikiyi ‘dan dan dan’ diye vururken” o doğar. Sonra Hürriyet Mahallesi’ndeki çocukluk yılları: “Nedense bizim mahallenin yoksul çocuklarının hepsi kömür çuvalından çıkmıştı da Yaşar’ı, Nedim’i, Rıfat’ı leylek getirmişti. Belki de biz kışın dünyaya geldiğimizden leylekler burada değildi. Suç anamın, azıcık dişini sıkıp da bizi marttan sonra dünyaya getirseydi, leyleğe binme mutluluğuna biz de erişirdik” gibi gülmece öğesinin yoğun olarak kullanıldığı bir anlatımla onun dünyasına giriyoruz. Helke helke kömür tozu toplamakla, hastalıklarla, sokaklarda şeker ve mısır satıcılığıyla, kahveci çıraklığıyla, kendi ürettikleri arabayla yaptıkları seyyar sebze satıcılığıyla geçen bir çocukluk görüyoruz bu dünyada. Fırın işçiliği, ırgatlık, ocakçılık, akrep avcılığı ve satıcılığı, eczanelere eşekarısı satıcılığı, elektrikçi çıraklığı ve bir de oturacakları gecekondunun yapıcılığı eklenmiş bunlara. Bir de Raziye’ye aşkı ve: “Adana ovasına yine ekşi ekşi, insan teri gibi bir yağmur”un yağdığı bir gün “İsdanbıl”a gidiş. Romanda, İzgü’nün çocukluğunun izdüşümlerini okuruz. O, “Gülmecenin asıl görevi olaya parmak basmaktır ve basılan parmak iyi bir yere basılmalıdır” diyerek, gülme öğesinin amaç değil araç olduğu bilinciyle gülmeceyi seçer. Nasrettin Hoca gele Muzaffer İzgü A neğinin günümüzdeki usta sürdürücüsü olur. Şimdi 75 yaşını geçen ve ördüğü kozanın içinde gülmece yazınımıza armağan ettiği 100’den fazla (140’a yaklaşan) kitabı olan Muzaffer İzgü’nün yapıtlarında; toplumsal, siyasal yaşamımızın çarpıklıklarını, insanın durumlarını okuruz. Okurken düşünür, öğrenir, güleriz; kimi zaman gülümser, kimi zaman kahkaha atarız. ELEŞTİREL GERÇEKÇİ GÜLDÜRÜ Muzaffer İzgü, toplumumuzda yaşananlardan süzdüklerini aktarırken kullandığı eleştirel gerçekçi yöntemle, insanlardaki ruhsal çarpıklıklara ve ezikliklere güldürü öğesini başarıyla katar. Bu başarı onu usta bir yazar yapar. Onun, yaşadıklarından, gözlediklerinden yarattığı ve çeşitli anlarını, durumlarını anlattığı kişiler, her an yanı başımızda gördüğümüz kişilerdir. Onun anlattığı olaylar hemen her gün yanı başımızda yaşanmaktadır. Onun yazdıklarında anlattığı çevre, olanca gerçekliği ve somutluğuyla yaşadığımız çevredir. Bunlara, İzgü’nün sevecen yaklaşımını eklediğimizde, içinde yaşadığımız toplumu gözlemenin bir aynasıyla yüz yüze geldiğimizi görürüz. Muzaffer İzgü’nün, atasözleriyle, deyimlerle, yerel sözcüklerle zenginleştirdiği halk dilinin, aydın duyarlılığıyla durulaştırılmış Türkçesinin sağladığı akıcı anlatım; okurları ellerinden bırakamayacağı kitaplarla buluşturur. Bu buluşma, aynı zamanda sevilen, benimsenen bir yazarla buluşma olur ve Muzaffer İzgü’nün okurları çoğaldıkça çoğalır. Muzaffer İzgü’nün yazınımıza kattığı güzelliklerle buluşmanın keyfini, kitap serüveninin damarlarını, her birinde yaşamımızın nice anlarını, parçalarını bulabileceğimiz öykü kitapları, insani duyarlıkla yaşamın gülünç yanlarını birleştiren oyunları, çocuk kitapları ve romanları oluşturur. İnsandır onun yazarlığının özü. Ezilmişliğiyle var olan, saflığıyla yaşayan insan. Sevgisini, sevecenliğini, vicdanını hiç yitirmeyen küçük insan. Kısacası, insan merkezli, insani olana yönelmiş bir çizgi üzerinde yürür İzgü’nün yazdıkları. İnsan yaşamının gerçekleridir İzgü’nün yazarlığına temel olan yapı taşı. Bu temel üzerinde yükselen insan yaşamları, olanca çeşitliliği, zenginliği, karmaşıklığıyla; gülünesi, ağlanası özellikleriyle bütünleşerek karşımıza çıkar. Sıradan insanların, küçük insan denilenlerin acıları, sevinçleri, özlemleri, düşleri, düş kırıklıkları, “memleketimizden insan manzaraları”nı sahneler gözümüzün önüne. Bu sahnede, bilinçle bilinçsizlik, kabalıkla incelik, duyarlılıkla duyarsızlık, sevgi dolulukla sevgisizlik iç içedir. Bu sahnenin bir başka özelliği de, tipik insana; sevgiyle, iyimserlikle, sevecenlikle, olanca sevimliliğiyle yaklaşan bir aynanın gösterdikleriyle buluşturmasıdır; yazarın aynasından yansıyan bir yaşamdır. İzgü’nün yazınımıza kattığı güzelliklerle buluşturan serüveninin romanları arasında İlyas Efendi, Halo Dayı ve İki Öküz, Kasabanın Yarısı, Üç Halka Yirmi Beş, Zıkkımın Kökü, İt Adası, Sıpa, Milli Kahraman Matador Mahmut, Dilber, Kaçak Kız, İçimde Çi çekler Açınca, Bütün Sabahlarım Senin Olsun vardır. Yaşamımızın nice parçalarını bulabileceğimiz öykü kitaplarından bazıları şunlardır: Bando Takımı, Donumdaki Para, Deliye Her Gün Bayram, Sen Kim Hovardalık Kim, Her Eve Bir Karakol, Dayak Birincisi, Devlet Babanın Tonton Çocuğu, Lüplüp Makinesi, Çanak Çömlek Patladı, Ortadireği Yıkan Ayı, İşte Mühür İşte Sen, Devletin Malı Deniz, Azrail Nasıl Rüşvet Yedi, Siz Bilirsiniz Paşam, Demokrasimiz Kaç Para Eder, Yıl Sıfır Darbe Hazır, Bizim Ayılar Amerikalıları Çok Sever, Bir Namussuz Aranıyor, Bir Mayıs Polis Bayramı, Nasıl Baba Oldum, Dandini Vatandaş Dandini, Ayvayı Yedik, Anadolar, Hırsız Köpek, Oturaklı Başkan, Her Eve Bir Yastık, Hükümet Çiftetellisi, Soyma Beni Utanırım, Tom Babanın Tombalası, Hamdolsun Açız… İnsani duyarlıkla yaşamın gülünç yanlarını birleştiren oyunları arasında; İnsaniyettin, Kara Düzen, Reçetesi Peçete, Gön, Utanmıyorum Üşüyorum, Her Devrin İti, Öykülerden Oyunlar, Sınırdan Dava, İsrafil’in Düdüğü, İcraatın İçinden İnsan Manzaraları, Demokrasi Parkımız, SınırDuvar, Lütfen Kızımla Evlenir misiniz?... sayılabilir. Çocuk kitaplarından bazıları ise şunlardır: Ökkeş dizisi, Çizmeli Osman, Pazar Kuşları, Yumurtadan Çıkan Öğretmen, Uçtu Uçtu Ali Uçtu, Kiraz Kız, Okula Giden Robot, Uzay Dolmuşu Kalkıyor, Karlı Yollarda, Süslü Kızlar, Konuşan Balon, Anneannem dizisi, Korkak Kahraman... Ne mi anlatır yazdıklarında? Örneğin, ilk romanı olan İlyas Efendi’de, yoksul bir nüfus memuru olan İlyas Efendi’nin kişiliğinde küçük memurları anlatır. Askerden döndükten sonra, o askerdeyken ölen babasının mesleğine, nüfus memurluğuna başlayan İlyas Efendi, annesinin de bir gün ansızın ölmesinden sonra yapayalnız kalır ve daha önce odunluk olarak kullanılan bir bodrum katında yaşamını sürdürür. Babasının; “Bütün amirlerine saygılı olacaksın... Aklın varsa devlet memuru ol! Devlet memuru olmak demek acından ölmek demektir ama bir bakıma da acından öle öle yaşamak demektir. Hepten ölmektense acından öle öle yaşamak daha İyidir evladım... Sen de baba mesleğini sürdür... Oğlum, içki insanları sarhoş yapar. Sarhoş insan iradesini toplayamaz. İrade hiçbir zaman idare etmeye gelmez. İradeyi idare edeyim dedin mi hapı yuttun demektir... İnsanın hayatta arkası olmalı. Torpilsiz insan, erken doğmuş çocuklara benzer... Bir erkek hovarda mı, bir erkek karısına ihanet mi ediyor, er geç karısı da eder... Devlet dairelerinde torpil olduktan sonra yok yoktur oğlum... Mindersiz memur cepsiz pantolona benzer... Bir devlet memuru asla hademeyle senli benli olmamalıdır... Şunu bil ki sana ısmarlanan çay, kendi paranla içtiğin çaydır...” gibi öğütleri sürekli olarak aklına gelir ve ona yol gösterir. İlyas Efendi memurluğa başlar ve babasının öğütlerini tutmaya çalışarak sürdürür yoksul yaşamını. Onun yaşamı, umutları ve düşleri küçücük olan binlerce küçük memurun, küçük insanın yaşamı gibidir. İlyas Efendi binlerce küçük memurdan biri olarak aramızda yaşayanlardan birinin hazin yaşamöyküsüdür. İZGÜ’NÜN ESERLERİ Halo Dayı ve İki Öküz, Muzaffer ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 994 SAYFA 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle