17 Nisan 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Efsane Papyon ‘Arman Manukyan Kitabı’ bir nehir söyleşi... Hocaların hocası Sakin ve huzurlu gülümsemesi, ak saçları ve efsane haline gelmiş papyonuyla Boğaziçi Üniversitesi’nin en kıdemli hocalarından biri Arman Manukyan. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın nehir söyleşi dizisinde çıkan kitabı ‘Efsane Papyon Arman Manukyan Kitabı’ hocayı tüm yönleriyle getiriyor karşımıza. Ë Selçuk ALTUN 971’de millileştirilip Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) adını alana dek, adı Robert Kolej Yüksek Okulu’ydu (RKYO). RKYO’ya özel sınavla girilirdi ama tek kıstas üç saatlik bir test değildi. Öğrenci adayının son üç yıllık akademik performansına bakılır, kilit öğretmenlerin ve okul müdürlerinin referansları alınırdı. RKYO, Osmanlı devlet adamı ve yazar Ahmet Vefik Paşa’nın sonunda satmak zorunda kaldığı, Rumelihisar’a komşu bir cennet tepede öyle alımlı konuşlanmıştır ki! Öğrencilik günlerimde ziyaretime gelen bir dostum, “Bu okuldan dört yılda mezun olunur mu?” demişti. RKYO İşletmecilik Bölümüne 1969’da girdim. (Ne, kırk yıl mı olmuş?) Okul millileşene dek, yüksek ve lise bölümleri aynı kampusu paylaştı. (Ortak dostumuz kanalıyla tanıştığım Nobelist Orhan Pamuk, 1969’da lise sondaydı.) Sekiz yüz küsur kişiydik; herkes birbirini tanırdı, kantinlerde kimin nerede oturacağı bile belliydi. Zaman zaman patlak veren “öğrenci olayları” bile kampustaki “sürekli yaz okulu havasını” pek bozamazdı. ABD tarihinin ilk denizaşırı üniversitesi olan RKYO’da, öğretmenöğrenci arasında yakın ilişki usuldendi. Ama İşletme ve Ekonomi öğrencilerinin (g)özünde, muhasebe hocası Arman Manukyan’ın yeri bir başkaydı. O sevecen ve alçakgönüllüydü; zarafeti sürekli taktığı papyon kravatlarda, yaşama sevinci şık ceketlerinin sıcak renklerinde yansırdı. Profesyonel akademisyen değildi; özel işinden ayırdığı haftada iki gün, yol parasını belki karşılayan bir maaş karşılığında öğrencilerine muhasebeyi sevdirmeye ve öğretmeye çabalardı. Karizmatikti, iyi bir hatipti, derslerinde stresli ortam oluşmasını engellerdi, stratejik konuları tüm sınıf kavrayana dek anlattığı olurdu. Öğrencileriyle dostluğu zil çalınca bitmezdi, onların kendisine danışacağı soru(n)lara rehberlik etmeye hazırdı. Zorunlu muhasebe dersleri dışında, Arman Manukyan’ın verdiği tüm seçmelik dersleri aldım. O derslerin keyif katsayısı daha yüksekti; konularını yaşamdan anekdotlarla süsler; öğrencilerine tanıdığı serbestiyet onların özgüvenSAYFA 8 1 lerini pekiştirirdi. BÜ’den 1973’te mezun oldum. Master’ımı okulumda yapmaya karar verdim; hedefim bir yıl içinde diplomamı alıp, Arthur Andersen Dış Denetim ve Müşavirlik Şirketi Londra Ofisi’nde işe girmekti. Master öğrencileri arasında, Arman Hoca’nın asistanlığına seçilebilmek bir ayrıcalıktı; 197475 öğretim döneminde onun asistanlığını yapmak bana nasip oldu. Birlikteliğimiz sırasında bu pozitif enerji yüklü çelebi insanın, sosyal vericilik duruşuna da tanık oldum: o yoğun temposu içinde değişik Ermeni hayır ve spor kuruluşlarında aktif yöneticilik yaptığını öğrenmek şaşırtıcıydı. Hocamın takdir ettiğim bir yönü de “zarif bir Fenerbahçeli” olmasıydı. Bir gün, “Selçuk, biz epey şampiyonluk kazandık. Bu yıl da Beşiktaş olsun” dediğinde karar vermiştim; Arman Manukyan postmodern bir azizdi. 1975’te Hoca’mın da referansıyla, küresel Arthur Andersen’in denetim bölümüne kabul edildim. Ertesi yıl İstanbul şubemiz açılınca yurda dönüp, 1982’de bankacılığa sığınana dek denetmenlik yaptım. O dönem kendisiyle nadiren görüştük. Hem içerde hem dışarıda ne çalkantılı bir süreçti; Hocam denetimin bir işkolu olarak ülkede serpilmesi için uğraşırken, Türkiye’nin stratejik konularda duruşunu uluslararası platformlarda savunan heyetlerde de görevliydi… İş yaşamımda ve ötesinde bir BÜ’lü olmanın ayrıcalığını yaşarken okuluma karşı içimde köklü bir aidiyet duygusu pekişti. Kurumsal ve kişisel olanaklarımla ona destek olmaya çalıştım. (BÜ Vakfı Mütevelli Heyeti’nde yer almak gurur nedenimdir.) Bu bağlılık, markalaşmış bir ad ve çekici bir kampusun depreştirdiği nostaljiden öte bir olgudur. Onda, “iyi eğitmen” olmanın yanı sıra “güzel insan” olan özel hocalarımızın kazandırdıklarının payı da vardır. 2006’da Arman Manukyan, hocalıkta 50. yılını tamamladı. Yaşama sevincini insan sevgisine dönüştürerek, öğrencilerini gelecekle ilgili muhasebe yapmaya da yönlendirerek ve onları her süreçte destekleyerek geçen o zaman zarfında, 16.000 öğrencisi olmuş. İçlerinde başbakanlar ve ünlü işadamları da eksik de ğildir ama benim öncelikle önemsediğim istatistik, İşletme Bölümü’ndeki hocaların %80’inin onun öğrencisi olmasıdır. Hocalığının 50. yıldönümünde, BÜ’de bir kutlama töreni düzenlenmişti. (O anlamlı günde kişiye özel nedenlerle hocamın yanında olamadım, maruzatımı duyunca beni yine hoş göArman Manukyan receğine eminim.) *** İş Kültür’ün nehir söyleşi dizisini benimserim. Ünlü ve kadim kişilerin yaşamlarından pasajlar okurken, zaman tünelinde sürpriz safarilere de çıkarsınız. 18.11.2008! İstiklâl Kitabevi’nde “Efsane Papyon – Arman Manukyan Kitabı” nı görünce, şaşkınlıkla sevinç karışımı bir duygu yaşadım. Şaşırdım; çünkü Arman Hoca dizideki diğer kişiler denli ünlü(?) değildi. Sevindim; nicesinden önemliydi, iyilik pınarı bir eğitim gönüllüsünün yaşamöyküsü onu tanımayanları da etkileyecekti. (Bu vesileyle söyleşiyi gerçekleştiren Nuran Çakmakçı’yı kutlarım.) …Arman Manukyan (doğ.1931) yaşamöyküsünü anlatmaya, dedesinin Tomarza’dan (Kayseri) İstanbul’a göç etme kararıyla başlayacaktır. Yoksul ama dirayetli Kirkor Manukyan 1896’da Beyazıt’taki bir han odasında kundura tamirciliği yaparken, eşiyle birlikte aynı mekânı ev olarak kullanır. İşleri açıldıkça önce Kumkapı’ya sonra torunu Arman’ın doğduğu Fener’e taşınırlar. Kirkor Manukyan vizyoner bir zanaatkârdır; çocukları ve torunlarının dönemin sosyoekonomik gelişmelerini ıskalamamalarına özen gösterir. Arman Manukyan’ın çocukluk anekdotlarını okurken fonda Fener, Tarlabaşı ve Pangaltı’nın gizemli peyzajları vardır. Eğitim ve iş yaşamından pasajlardaysa Ermeni cemaatiyle ilgili renkli bilgiler. Yetkin bir ağızla ve içtenlikle akan söyleşi boyunca kırk yıl öncesine, Hoca’mın davudi sesiyle sözcüklerini tane tane şakıdığı Accounting derslerine zevkle gelgitler yapacaktım. *** Kitaptaki altını çizdiğim satırlardan: “(Öğrencilerimin) hepsinde benim ev, cep telefon numaralarım vardır. İstediği anda beni arayabilir. Onlara, ‘Bir derdin mi var, sınıfa gelmeyecek misin, bir işin mi var? Olabilir insanlık hali, hasta mısın? Bana lütfen bir telefon et derim’.” “Bizim o zamanlar yaşımız 1112. Lefter’in de 1617’dir. Bize çok büyük gelirdi. Haftanın belli günleri Lefter meraklı olanları toplar, antrenman yaptırırdı. Kendisi daha çok meşhur olmamıştı. Fenerbahçe’de oynamıyordu. Taksim takımında oynuyordu. Çok sert biriydi. Esas mesleği balıkçılıktı. Bizi de adam akıllı haşlardı.” “(Kınalı’dan diğer hatırladıklarım) Ermeni şairlerden Zahrat (Zare Yaldızcıyan). Maalesef kendisini kaybettik. 82 yaşındaydı… Ermeni şiirinde önemli yeri olan biri. Onu da muhakkak anmak istiyorum.” (Toprağı bol olsun, Zahrat iyi bir Selçuk Altun okuruydu. Görüşemedik ama Ermenice kitabat sahafı Püzant Akbaş kanalıyla selamlaşırdık. Ölümünden kısa bir süre önce son kitabını imzalayarak yollamıştı. Özgün bir poetikası vardı.) “Eski yıllarda iki önemli yetimhane vardı. Karagözyan ve Kalfayan Yetimhaneleri… Kalfayan Üsküdar’a taşındı.” (1992’de ben de Üsküdar’a taşındım. Kalfayan Yetimhanesi ile evimin arasında bir duvar var. Sitemizin kuzeyindeki sokağın adı Yetimhane Sokağı.) “Ben Robert Kolej’de öğrenciyken nasıl toplam mevcudumuz 320 kişiyken şimdi 11 bin kişiye çıktı, Adalar da öyle.” “Fresno’da bir Ermeni aileye davetliydik. Oldukça zengin bir aileydi, bağları var… Los Angeles’a yakın bir yerdi, hatta iç kısımdaydı… Bu aile bir cumartesi akşamı bizler için Türkiye’den misafir gitmişiz diye yakın arkadaşlarını davet ettiler… Gelenler arasında ikiüç çift Türkiye’den geliyoruz diye elimizi dahi sıkmadılar. Hep iğneleyici sözler söylediler. Kadınlardan biri gelip ışığı açtı: ‘Sizde böyle bir ışık var mı?’ diyor. Sene 1959 yaz ayları, bir şey söylemedik, kendi propagandamızı yaptık. Bunlar Türkiye’den giden Ermeni ailelerdi.” (Bitlis kökenli küresel yazar William Saroyan da Fresnolu’dur. İlk iki romanımın gizemli ama pozitif kahramanı Ohannes Yetvartyan’ın peşinden, 2001 güzünde Fresno’da iz sürdüm.) “…1863 yılında kurulmuş ve kendi gelenekleriyle, mimarisiyle, manzarasıyla, hocayla öğrenci arasındaki kuvvetli diyaloguyla, liberal görüşleriyle, dış piyasaya açıklığıyla, bence en ‘tok’ dediğimiz üniversitelerin başında gelmektedir. Bizi (BÜ) ayrıcalıklı kılan budur.” “Yapı Kredi’nin genel müdür yardımcılarından Selçuk Altun benim burada en az iki yıl asistanlığımı yaptı. Son derece başarılı bir bankacı o da… Yapı Kredi’den ayrıldı ve halen başka işlerle meşgul oluyor.” (Hocamın bir yıl asistanlığını yaptım. 2004’te Yapı Kredi’den edebiyatistana dikey geçiş yaptığımda Banka’nın Yönetim Kurulu Başkan vekili’ydim. Hocama ilk iki kitabımı imzalayarak yollamıştım. Sanırım eline geçmedi. Onu nicedir aramadığım için oluşan bilgi kopukluğunun suçlusu benim. Bu yazının ardından huzuruna çıkmalıyım.) *** Efsane Papyon, yetmiş yedi yıllık anıtsal bir yaşamdan pasajlar sunarken fonda değişik tatlarla yüklü bir kent monografisi ve ülkenin yakın geçmişinden ibret alınası sosyoekonomik anekdotlarla berkitilmiş. Keyfini çıkarmak için bir “Arman Hoca” öğrencisi olunması gerekmeyen nehir söyleşiyi, içtenlikle öneriyorum. Son söz yerine; yeri doldurulamaz bir büyüğümüzsünüz siz, Hocaların Hocası Arman Manukyan…? Efsane Papyon “Aman Manukyan Kitabı”/ Söyleşi: Nuran Çakmakçı/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 358 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 995
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle