Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dünyayı değiştiren filozofun biyografisi: Francis Wheen Karl Marx di” diyor Karl Marx adlı biyografi kitabında, “ama heyhat sürüsüne berekettir mankafaların” diye de ekliyor, sanki programı izlemiş gibi. Elbette Marx’ı ekonomi politiği’nden, o hayranı olduğu Hegel’den devraldığı ve tarihsellikle yoğurduğu özgürleşme felsefesinin ana malzemesi haline getirdiği yabancılaşmanın aşılması nosyonundan kopararak ele alan çalışmalar ve ona karşı hırsla, kinle beslenenler onu birçok şeyin sorumlusu olarak görebilirler. Onlar için maalesef yapacak bir şey yok, kendi yalanlarına kendileri inanıyorlar. Öyle ki dünyada küresel kapitalist sistemin kriziyle birlikte yeniden gündeme gelen Marx ve ‘yeniden keşfedilen’ teorileri, yıllarca ‘iktisatçı’ bile kabul edilmeyen bir düşünürün (yüz) yıllar içinde hâlâ ne kadar açıklayıcı olduğunu gösteriyor. Aslında her ‘kriz’de olanla aynı şey oluyor. Tek farkla Marx bugünkü ‘borsacılar’ (sistemin teknokratları) gibi, yüz elli yıl önce kriz var diye üzülmüyordu. Her ne kadar gerek kendi yaşamını gerekse Jenny ve çocuklarının yaşamını etkilese de bu durumu “Bir ticaret krizinin son derece memnuniyet verici ihtimali” karşısında ellerini ovuşturarak takip ediyordu. Ve belki de ilk kez Engels’le birlikte duacıydı. Ancak elbette ki Marx’ı anlamak ve anlatmak bu ‘borsa’ tacirlerinin dışındakilerin sorumluluğundadır. Francis Wheen’in neşeli ve esprili bir anlatımla kaleme aldığı biyografisi dünyanın yeniden dönüp dolaşıp kendisine döndüğü bir kaynak olarak Karl Marx’ı daha yakınımıza ve tam da karşımıza oturtması açısından bu sorumluluğu üzerine almanın bir ibaresi. Elinizdeki biyografiyle, bazılarının hayallerindeki Korkunç Ivan kimliğinden sıyrılarak koca koca sakalıyla o muzip gülümsemesi ve huysuzluğuyla bize bakar hale gelen Karl Marx birçok insana akran, yoldaş ve gerçek bir kişi olarak görünecek. MARX VE HARRY POTTER Karl Marx’ı 1999’da yılın kitabı olarak görenler arasında Richard Sennett’ten Terry Eagleton’a, Michael Foot’tan Nick Hornby’ye uzanan uzun bir liste var: John Banville, Lynn Barber, John Campbell, Nick Cohen, Sean French, Philip Kerr, Roger Lewis, Frank McLynn, Derwent May, Toby Mundy, Tom Paulin, Jeremy Paxman, Bem Pimlott, Kiernan Ryan, Barbara Trapido, A. N. Wilson, Jackie Wullschlager de bu listenin devamı. Siyaset bilimcisinden edebiyatçısına birçok disiplinden farklı farklı isimlerin Karl Marx gibi ‘zamanı geçmiş’ bir adamın biyografisini yılın kitabı olarak seçmesi bir çoklarını şaşırtacaktır. Ama işin kendisi takdire şayan. Ve hatta Independent’ın “Peki Karl Marx neden Harry Potter’dan bile daha popüler?” sorusuna da bir cevap teşkil ediyor. Kitabı ele aldığımızda konunun her dönem güncel ve ilgi çekiciliğinin dışında, bu biyografideki başarının Francis Wheen’in derin bilgisi ve gazeteci kimliğinin sağladığı kıvrak kalemle ilintili olduğu da su götürmez bir gerçek. Hele hele kitabın Alman Nazi kamplarına giden Fransız Direnişçilerine katılan bir İspanyol mahkumun Marx’ın doğum yeri olan Trier’e geldiğinde bulundukları vagona taş atan bir çocuğa bakıp da “Bu olayın bunca yer arasından Trier’de olması lanet olası aşağılık bir rezalet” dövünmesiyle başlaması oldukça sarsıcı ve dramatiktir. Daha önce hiç gelmediği ve dolayısıyla hiç görmediği bu yerde yanındaki Fransızın “Neden? Burayı eskiden mi biliyorsun ya da burada doğmuş birini mi tanıyorsun?” sorusuna, ölüme giden İspanyol direnişçi “Evet, doğru, birini tanıyorum. Çocukluk arkadaşı” diye cevap verir. Oysa ki aklında Trier’de 5 Mayıs 1818’in ilk saatlerinde doğmuş bir Yahudi oğlandan başkası yoktur. Oldukça etkileyici böylesi bir girizgâhtan sonra Karl Marx’ı geniş aile ilişki ağları içerisinde annesi, babası ve kardeşleriyle Rheinland’ın o bunaltıcı ruhani, Fransa ile Almanya arasında kalmış o havasında izliyoruz. İnanılmaz derecedeki yoksulluğu ve lanet olasıca çıbanlarıyla gerçek bir insan olarak kanlı canlı yanımızda bir Marx’ın gündelik olaylara olan, zaman zaman refleksif zaman zamansa ‘tarafsız’ analitik çözümlemeleri, kızgınlıkları ve sabahlara kadar çalışırken ki o müthiş mücadele azmi, karısı, çocukları ve dostlarıyla tarihsel bir figürün bir roman kahramanı edasıyla karşımızda durduğunu görüyoruz. Hikâyeler dinleyen ya da kendisinden hikâyeler dinlemek üzere her şeyi yapabilecek kadar gözleri dönmüş kardeşlerini ‘kırmayan’ ve tüm eserlerini ezbere bilecek kadar Shakespeare tutkunu genç bir Karl var karşımızda; zamanla aileden uzak duran, para mevzu dışında onlarla pek iletişime girmek gibi bir derdi olmayan, annesinin evhamını ya da babasının kendi adına duyduğu gelecek telaşını görmezden gelerek istedikleri gibi bir evlat olmaktan uzak bir portre çizen bir genç adam –hatta belki biraz da kötücül. Ancak yine de babası oğlunu oldukça iyi tanıyor olsa gerek, kendisine olan güvenini “... bu sadece bir öneri, tavsiye ... Sen beni geçmiş durumdasın; bu konuda kesinlikle benden üstünsün, bu yüzden bırakayım da, kendi bildiğini yap” diyerek dile getiriyor. Kendilerinden oldukça uzakta duran Karl’ın bu durumunu tüm ilişkilerinde hatta “din, sınıf ve yurttaşlıktan uzak duruşunda, kapitalizmin insanlığın başına musallat ettiği bela olarak tanımladığı yabancılaşmayı kendinde cisimleştiriyordu” diye tanımlıyor Wheen. Ve buradan yola çıkarak Wheen de tıpkı Marx gibi Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i eserinde belirtilen “Bütün ölü kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların zihinleri üzerine kâbus gibi çöker.” klasiği insanların ekonomik ve toplumsal alandan soyutlanarak ele alınamayacağına dair temel tezlerden birini biyografinin ana saiki olarak belirliyor. Marx’a duyulan bu sadakat aynı zamanda kitabın üzerine bina edilen tüm argümanlar için de bir zemin teşkil ediyor. GENÇ MARX Kitabın tüm bu hayat hikâyelerinin içinde üzerinde durduğu hususlardan biri de elbette ki Marx’ın felsefesinin oluşumu. Bahsi geçen ‘ölü kuşakların geleneği’ni altüst edecek düşüncenin kaynaklarının iki temel referansı olarak, daha Marx’ın yirmili yaşlarında, Hegel ve Feuerbach karşımıza çıkıyor. Hegelci düşüncenin akılcılığı onun hareketsiz, kaçınılmaz ve geliştirilemez niteliğiylebir anda Prusya hükümeti yetkililerinin gözde aklı haline getirmesinden bahsederken, felsefenin bu haliyle iktidarı hem meşrulaştıran hem de onun mutlak bir güç olarak değişmez, kesin kabulünü içerdiğini söyler. Dolayısıyla Hegel’i tüm ‘mistifikasyon’larından arındırıp bütüncül maddi temelleriyle ele alarak ayaklarının üzerine yerleştirme çabası, baş aşağı duran ilişkinin yeniden hareket edebilmesine olanak sağlamış ve Wheen’in deyimiyle Marx “ruhaniliği kaldırılmış bir şapeli alıp onu oturulabilir, laik bir konuta çevir”miştir. Feuerbach’ı ise basit bir dilbilgisel oyun gibi görünmesine rağmen özne ile yüklemin yer değiştirmesiyle düşünce yüklemdir varlık ise özne felsefesini temel almış ancak münzevi hayatlara karşı praksis felsefesiyle müdahale etmiştir. Çünkü, en başta yarışmacıya sorulan sorunun cevabı olarak, aslolan dünyayı değiştirmektir, yorumlamak değil. Lassalle’ın sözleriyle “O [Marx], iktisatçıya dönüşen bir Hegel, sosyaliste dönüşen bir Ricardo”dur. Görülebileceği gibi Marx’ın saygı duyduğu ama diğer taraftan tersyüz ettiği düşünürlerle olan ilişkisi bir diyalektiğin çözümlemesidir. Wheen bu diyalektiği “...bir fikir, tamamen çıplak bırakıldığında, kendi antiteziyle hummalı bir mücadele içine girer ve sentez doğar; ardından bu da, yeni bir şeytani âşıkça baştan çıkarılacak yeni bir tez haline gelir. İki yanlış bir doğru edebilir ama, doğmasının üzerinden çok geçmeden, bu doğru, atalarına olduğu gibi aynı mahrem sorgulamaya maruz kalması gereken başka bir yanlışa dönüşür ve biz de böylece ilerleriz. Marx’ın Hegel’le çatışmasının kendisi de, adsız bir çocuktan, tarihsel materyalizme dönüşecek şeyin doğduğu, diyalektik bir süreç” olarak açıklar. Dolayısıyla Marx’ın kendi felsefesinde her daim oluşturduğu tartışma noktalarını genç Marx yaşlı Marx ikileminde görenler bu biyografide kendi dinamiğinden bağımsız, soyutlanmamış bir hayat göreceklerdir. Wheen bu süreci “Şarap şişede olgunlaşıp güzelleşebilir, ama başından sonuna şarap olarak kalır” betimlemesiyle değerlendirir. Ve sadece teoriden ibaret görülen bir adamın/hayatın süreçlerinin, gelişim çizgisinin hayattan kopuk olamayacağını haliyle “elle işleyen değirmenin bize feodal beyin olduğu bir toplumu vereceği”ni ya da “buharlı değirmenin sınai kapitalistli toplumu vereceği”ni de göstermektedir. ? Karl Marx/ Francis Wheen/ Çeviren: Gül Çağalı Güven/ E Yayınları/ 480 s. SAYFA 15 Francis Wheen’in neşeli ve esprili bir anlatımla kaleme aldığı biyografisi dünyanın yeniden dönüp dolaşıp kendisine döndüğü bir kaynak olarak Karl Marx’ı daha yakınımıza ve tam da karşımıza oturtuyor. Ë Emrah YARALI ıllar önce Kenan Işık’ın sunduğu Kim 500 Milyar İster? adlı yarışma programında bir yarışmacıya sorulan soru yaklaşık olarak şuydu: “Filozoflar çeşitli yöntemlerle dünyayı sadece yorumlamışlardır; asıl mesele onu değiştirmektir.” sözü kime aittir? Şıkları tam olarak anımsayamasam da doğal olarak Karl Marx bu şıklardan biriydi. Klasik bir yarışmacı refleksi olarak şu değil bu, o zaten olamaz, bunu hiç duymadım, diğeri büyük ses uyumuna aykırı vs gibi müthiş eleme yöntemleriyle seçenekleri tek tek eleyen yarışmacımız, sıra Marx’a geldiğinde tek kalemde silmişti onu. Sunucu o teatral vurgulu sesiyle bunun nedenini sorduğunda, yarışmacı dünyadaki tüm kıyımların, Stalin’in gaddar kamplarının sorumlusu ve tüm dünyadaki (Çin, Kamboçya, Vietnam vs) dikta rejimlerinin müsebbibi olarak onun ideolojisini göstermiş ve böylesi bir adamın böylesi, feylesofça/şiirsel/güzel/kafiyeli ne dersek diyelim, bir kelam edemeyeceğini ifade etmiş ve Karl Marx’a eli kanlı katil muamelesini reva görmüştü. Şimdi kaybedilen miktarı hatırlayamıyorum ama üzüldüğümü de söyleyemem doğrusu. Tıpkı ne onun mirasçısı olduklarını söyleyenlerin yaptıkları saçmalıkların ne de yarışmacının cahilliğinin sorumlusunun Karl Marx olduğunu söyleyemeyeceğim gibi. Francis Wheen “ancak bir mankafa Marx’ı Gulag’lardan sorumlu tutabilir Y CUMHURİYET KİTAP SAYI 995